Siyasal ve toplumsal mücadeleler tarihinde değişik ad ve biçimlerde süregelen savaşlar, onları doğuran ekonomik, sosyal ve siyasal nedenlerden, toplumsal sistemlerden ve egemen sınıfların çıkarlarından ayrılamaz. Tarih boyunca savaşın doğrudan yol açtığı sorunlar, milyonlarca insanın ölümü, açlık ve sefaleti, sürgün ve göç ile doğanın tahribi olarak özetlenebilir. Bazı hesaplamalara göre, antik çağdan günümüze kadar süren savaşlarda ölen insan sayısı, dünya nüfusunun yarısına yaklaşmaktadır. Savaşlardan dolayı yapılan doğanın ve çevrenin tahribi ise, dünyanın ömrünü yarı yarıya kısaltmıştır.
Savaş dönemlerinde herkes aynı acıyı paylaşmakta, savaşın acıları tüm insanlığı, tüm canlıları ve doğayı ilgilendirmektedir. Savaşlardan en fazla zarar görenler, aynı zamanda savaşın en masum insanları olan kadınlar ve çocuklardır. Evlat acısı, yoksulluk ve gözyaşı yerine, annelerin çığlığı barış ortamında yaşama isteğidir. Barış hakkı, bir yandan herkesin savaş suçlarına karşı, insanlığa ve barışa karşı suçlarla mücadele hakkını, öte yandan her türlü şiddete karşı korunma hakkını ve kitle imha silahlarının yasaklanması hakkını da kapsamaktadır.
Savaş uygulamalarını ve savaşta uygulanacak güç kullanımının ölçü ve sınırlarını belirleyen savaş hukuku/insancıl hukuk, insanlık tarihi kadar eski olmasına karşın ancak 20. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkmıştır. Cenevre Savaş Sözleşmeleri ve BM Bildirgeleri insancıl hukuk açısından tüm devletlere perspektif sunan uluslararası kurallardır. Bu belgelere göre uluslararası alanda barış hakkı, “güvenlik hakkı, savaşa muhalefet hakkı ve silahsızlanma hakkı” temelinde somutlandırılmıştır.
BM tarafından kutsal bir hak olarak nitelenen barış hakkı, insan hakları belgeleri esas alındığında yaşam hakkının, işkence yasağının, gözaltında kaybetmelerin, yargısız infazların, faili meçhullerin, soykırımların olmamasını isteme hakkıdır. Her türlü ayrımcılığın, yani ırk, dil, din, etnik, cinsiyet, engellilik, cinsiyet kimliği, cinsel yönelimi, sosyal statünün ortadan kaldırılması, sosyal ve ekonomik hakların tüm bireyler ve halklar için tanınması ve yaşama geçirilmesini talep etme hakkıdır.
Savaşların vahşeti her zaman barışı çağrıştırır. Barış yapmak, savaşa neden olan sorunları çözmek ve uzlaşmak demektir. Savaş, başta yaşam hakkı olmak üzere, insan saygınlığı ve onurunun hiçe sayıldığı, her türlü insan hak ve özgürlüklerinin alabildiğine çiğnendiği bir durumdur. Savaş, insanı yok ettiği gibi doğal kaynaklarını, kültürel edinimlerini, ekolojik ve toplumsal estetik birikimlerini alabildiğine tüketen bir toplumsal felakettir. Bu nedenle tarih boyunca halkların temel talebi, barış ve demokrasidir. Ancak egemen ulus ve devlet refleksinden kaynaklanan milliyetçi, militarist ve şovenist politikalar barış ortamının oluşmasını engellemektedir.
Savaşın olduğu her yerde bir barış sorunu ve talebi vardır. Genel olarak savaşın karşıtı bir uzlaşma durumu olan barış hali, sürmekte olan bir savaşı durdurmak ve kalıcı bir barış anlaşması yapmaktır. Barış ilk planda bir ateşkesin sağlanması, ölümlerin durması ve müzakerelerin başlaması ile gerçekleşebilir. Savaşın durması ve bir daha tekrarlanmaması, savaşa neden olan sorunların çözümlenmesiyle mümkündür. Barış hakkı, en temel insan hakkıdır. Barış hakkı, herkesin barış içinde ve şiddetten korunarak yaşama hakkına sahip olmasıdır. Barış için, eşit, özgür ve demokratik bir ortam gereklidir. Demokrasisiz bir barış kurulamaz.
Barış hakkı, belli bir toplumsal kesime ya da gruba yöneltilmiş nefreti yayan, körükleyen, teşvik eden ya da meşrulaştıran tüm ifade biçimlerinin ve savaş kışkırtıcılığı, militarizm, antisemitizm, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının önlenmesi demektir. Barış hakkı, farklı kültürel kimliklerin karşılıklı tanınma ilişkisi çerçevesinde, eşit hak, adalet ve onur ilkesi uyarınca birlikte barış içinde yaşamı savunmaktır. Halkların barış ve demokrasi mücadelesi, etnik, kültürel, inançsal farklılıkların, insan haklarının, hukukun, adaletin ve demokratik kuralların geçerli olduğu özgür ve demokratik bir geleceğin; çok kimlikli, çok kültürlü ve çok inançlı demokratik bir toplumsal yapının inşa çabasıdır.