Barış ve demokratik toplum sürecine ilişkin önemli bir aşamaya gelindi. Konuyla ilgili olarak oluşturulan meclis komisyonu, belirlediği görüşmeleri yapmış, komisyon bileşenleri de raporlarını hazırlamışlardır.
Bundan sonra ya birleştirilerek veya farklılıklar muhafaza edilerek geliştirilen yasa önerileriyle birlikte raporlar, TBMM’ye sunulacaktır. Sürecin uzayacağı varsayılarak komisyonun görev süresi uzatılmıştır.
Cumhur İttifakı’nın, yani devleti yönetenlerin raporlarında hiçbir yeni, orijinal fikir veya öneri bulunmamaktadır. Devleti yönetenler, yüzyıllık “tek millet, tek din/mezhep ve tek dil” şablonuna uygun inkar siyasetine uygun görüşler belirtmişlerdir.
Buna karşın demokrasiden ve barıştan yana olanlar toplumsal barışın ve demokrasinin ihtiyacı olan kriterlerle raporlarını hazırlamışlardır.
Bu durumda birbirinden farklı yaklaşımları olan iki anlayış ortaya çıkmıştır.
Bu durumda raporlar arasındaki farklılıkların giderilerek ortak bir raporun oluşturulması çok mümkün görünmemektedir. O zaman ne yapılacak? Raporlardaki öneriler oylamaya sunulacak ve çoğunluğun, yani Cumhur İttifakı’nın kabul ettiği öneri, geçerli yasaya dönüştürülecektir. Örneğin AKP/MHP ittifakının oylarıyla anadilde eğitim talebi reddedilecektir. Bunu görebilmek için kahin olmaya gerek yok.
Devleti yöneten Cumhur İttifakı’nın Kürt sorununa ve bu sorunun çözümü amacıyla Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan tarafından geliştirilmiş olan barış ve demokratik toplum projesine yaklaşımı budur. Bu klasik ret ve inkar yaklaşımı, cumhuriyet tarihinin başından beri sürdürülen yaklaşımdır.
Bu durum, Kürtlerin, Alevilerin ve demokratik kamuoyunun, sürecin başından beri duydukları kaygıları doğrulamakta, AKP/MHP ikilisinin barıştan ve demokrasiden yana olmadıklarını açıkça ortaya koymaktadır. Devletin Kürt Halk Önderi Öcalan’ın geliştirdiği barış ve demokratik toplum sürecini “terörsüz Türkiye” diye adlandırmasının bu yaklaşımdan kaynaklandığı açıktır.
Verilen raporlardan da görüldüğü gibi devlet bu süreci, yeniden egemenlik üretmek aracı olarak değerlendirmek istemektedir.
Aynı amaçla ve eş zamanlı olarak devletin özellikle Suriye’de, Türkiye ve Kürdistan’da Alevilere savaş açmasının nedeni de budur.
Devletin bu yaklaşımının temel nedeni, Kürtlerin iradesini kırmak ve örgütlülüğünü dağıtmaktır.
Böyle olduğunu devlet adına sürecin teorisini kuranlar, “bu süreçte sadece PKK’nin silah bırakması konuşulacak, başka da hiçbir konu konuşulmayacaktır” diyerek ifade etmektedirler. Bu sözde fikri topluma dayatanlara göre “Türkiye’nin birliğinin ve bütünlüğünün korunması ve güçlendirilmesi kaydıyla” her şey konuşulabilir.
Yine bu zırvalıkları teorize edenler, bu aşamada demokrasi konuşulmayacak diyorlar. Ancak “örgütün bir bütün olarak tasfiye edildiği devletin ilgili kurumları tarafından teyit edildikten sonra” devlet isterse ve devletin istediği kadar demokratik haklar konuşulacaktır denilmektedir.
Tabloyu daha somutlaştıralım. AKP ve MHP’nin raporuna göre Kürtler vardır ama ayrı bir ulus değillerdir. O nedenle ulusal demokratik hakları yoktur. Birey olarak Kürt olduklarını söyleyebilir ve isterlerse kendi aralarında Kürtçe konuşabilirler. Cumhur İttifakı’nın raporunun özünü ifade eden bu tez Meclis’te oylamaya sunulacak ve doğal olarak iktidar cephesinin çoğunluk oyu ile kabul edilecektir. Böylece Meclis marifetiyle bir halk yok sayılacaktır.
Halbuki bir halkın varlığının bilimsel, tarihi ve sosyolojik ölçütleri vardır. Söz konusu kriterleri taşıyan her topluluk, toplumsal bir birimdir. Her birim kendisini geleceğe taşımak dahil bütün ulusal demokratik haklarını kullanabilmelidir. Dolayısıyla hiçbir halkın ve dinsel topluluğun varlığı, etnik ve dinsel kimliğinden doğan hakları oylama konusu yapılamaz.
O nedenle Kürt halkının, Alevi toplumunun ve farklı etnik ve dinsel toplulukların varlıklarını korumak, sürdürmek ve demokratik haklarını kullanmak en doğal haklarıdır.
Dolayısıyla devleti yöneten Cumhur İttifakı’nın bu inkarcı yaklaşımı barış ve demokratik toplum sürecini sabote etmeye hizmet edecek bir tutumdur.
Anlaşılan devlet, bugüne kadar savaşarak yok etmek istediği Kürtleri, Alevileri ve diğer toplulukları hile ile yok etmek istiyor. Yani amaç aynı.
Türk devleti bu amacına nail olabilmek için Kürtlerin iradesini kırmaya, örgütlü yapısını dağıtmaya çalışmaktadır. Bunun için Türk devleti, bir yanda manipülatif ve hileli yöntemlere başvururken bir yandan da Kürtlere Rojava’da olduğu gibi savaş yöntemleriyle saldırmaktadır.
Devletin Kürtlerin örgütlü iradesini kırması mümkün mü?
Hayır, böyle bir sonuç kesinlikle mümkün değil.
Her şeyden önce Kürtler örgütlü bir halk, ayrıca haklı olmanın psikolojik üstünlüğüne sahipler. Dolayısıyla Türk devleti, Kürtleri yenemez.
Ancak haklı ve örgütlü olmak her sorunun çözümünü, her zorluğun aşılmasını sağlamamaktadır. Başarılı sonuç alabilmek için en başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilenlerin devletin bu hileli yaklaşımına izin vermeyecek şekilde örgütlenmesi ve mücadele etmesi gerekmektedir.









