Alev nehirlerine düşmedik, ceset tarlalarında ulumadık, kıyım geçitlerinde soluksuz kalmadık. Hepi topu bir karabasandı, uyandık ve bitti. İyiyiz, neşeliyiz, her zamankinden yürekli, her zamankinden daha istekliyiz. Duygularımız derin, tutkularımız geniş, düşüncelerimiz engin. İçimizi havalandıran huzur, etrafımızı kuşatan haz.. İyi şeyler görüyoruz, bizi güzel şeyler bekliyor. Hayatın sınırına, ölümün ağzına, dünyanın sonuna gelmedik. Onlar kötü düşler, feci sanrılar. İşte bakın önümüz, arkamız, her yer reçine kokulu, pul pul yanan altın salınışlı, yeşil bakışlı, koyu kızıl gövdeli, rüzgâr öptüğünde eğilen, inleyerek bükülen bin bir rengin tokuştuğu bir ağaçlar ayini. Kan göllerinde boğulmadık, cehennem ateşlerinde kavrulmadık. İşte görüyor ve imanımızla mühürlüyoruz; ayaklarımızın dibine serili olan düşüncenin yetmediği, bakışların erişmediği, duyuların sezemediği uçsuz bucaksız bir yeryüzü cenneti, bir güzellikler ve harikalar evreni.
Bakan körler, duyan sağırlar, hissetmeyen ruhlar değiliz yeniden. Bir karabasandı gördüğümüz, uyanıverdik. Koşturduğumuz dünyanın sonu değil, süründüğümüz hayatın kaynağı. Sinen barut kokuları, inen top sesleri, seğiren kurşun yankıları, silinmeyen hançer yanıkları, bitmeyen kılıç parıltıları, dinmeyen fosfor bulutları değil. Hayır, tüm bu gördüklerimiz ve duyduklarımız ilahi bir ahenk içinde üstümüze yağan ışık, renk ve müziğin gönül okşayan ılık dokunuşları, benliğimizi dönüştüren göksel sevinçlerin esin yağmurları. Erdemin boynuna basan günahın yolu düşmemiş, doğrunun gırtlağına çökmüş yalanın ayak izleri geçmemiş buraya. Şüphenin yıkıcı hücumlarına karşı kefiliyiz en dayanıksız görümüzün, çünkü karşılaşmadık ve sayrılığıyla hiç uyuşmadık çöküş zamanlarının yırtıcı bakışlarıyla. Soluksuzluğumuz ve kesif sayıklamalarımız kötü bir rüyanın artığı, ağır uykuların ifrazatı.
Çığların ve çağların altında sapkınlığın incelmiş ölçüsü, yılgının ölüm seslenişi değildik. Biz bir başka türün coşkunluklarıyız. Hayata ve yalnızca onun ilgisine dair bütün eğilimlerimiz. Neşeli bir canlılığın heyecan artışları, duygu bağışıklıkları, düşünce yoğunluklarıyız. Sese anlam yükü bindirmeyen yakarışlara, yaslı ağıtlara, ölü çocuk gözlerine basıp geçen bir zamandan kalma değil bu bilge taşkınlığımız. Yıkıntı izlerini taşımıyor şu ışıl ışıl büyüyen gözbebeklerimiz. Biz ki bir damla gözyaşıyla yanardağları söndürür, yalçın kayalardan duru sular köpürtürüz. Çünkü şimdi ve daima karşılaştığımız kapkara bir manzarayı saklamayacak kadar saygımız var gerçeğe. Riya ve çıkardan arınmamış yönelimini, gönül yüceliğinin şeffaf tülleri ardına gizleyerek açıklama gereği duymayan asil ruhların o güçlü ve saf nabız atışlarıyız. O yüzden her tarafta kovaladığımız ıstırap iniltileri, her kapı aralığında ağırladığımız ölüm hayali değildi. Çünkü biz bildik bileli yeşil ve alacalı, gölgede maviye boyun büken, güneşte altın sarısına gönül veren çimenliklerden, heybetli dağlardan, bereketli vadilerden, yemyeşil yaylalardan, çiçekli bahçelerden, kuş cıvıltılı ormanlardan, serin kaynaklı vahalardan başkasının nefesinden solumadık.
Sonsuza kadar sürecek sandığımız kötü bir rüyaydı sadece. Zihnimiz kararmış, duyularımız tıkanmış, gözlerimiz kamaşmış; duymuyor, hissetmiyor, görmüyorduk. Bir anlığına sadece bir anlığına mutlu olduğumuz yerleri tanıyamaz olduk. Nergis, sümbül ve zambakları dikenli çalılıklar, pırıl pırıl mücevherleri kaba çakıllar, masmavi gökleri kapkara bulutlar, bereketli vadileri sonsuz uçurumlar halinde gördük. Ama kötü bir rüyaydı, şafak söküyor ve uyanıyoruz işte. Melekler ve kelebekler de kâbus görürmüş. Kan gölleri ve ölü çocuk yüzleri, bir başka evrenin gerçekleri. Her zamanki gibi biz yine insanın kalbinden, bitki ve hayvanların dilinden anlıyor; bakırların, yaylıların ve üflemeli çalgıların farklı seslerini, her birinin kendine göre, değişik yoğunluklarda en tizinden en kalınına bütün sesleri karıp eşsiz bir uyum içinde sunan bir senfoniyle doğadaki renkleri aynı şekilde duyuyor; insan yüzü ile ilahi ışığın aynı kusursuzluğa doğru aktığını görüyoruz. Kötülükle yoğrulmuş vıcık vıcık bir yalan sürüsü değilmişiz. Şafak söküyor, uyanıyoruz işte. İçimizdeki tüm şüphe, yerini derin bir şaşkınlık ve hayranlığa bırakıyor yeniden.