Bir fotoğraf bazen saatlerce düşünüp onca kelimeden oluşturulacak bir cümleden çok şey anlatabilir. Son günlerde fotoğraf sanatçısı Hasan AÇAN tarafından çekilen fotoğraf, herkesin bakınca iç çektiği Hasankeyf’e veda eden bir yaşlı amcanın fotoğrafıydı.
Ortadoğu güncelinde baktığımız zaman hep yaratılan bir savaş hali, toplumları yaşadıkları coğrafyadan kopartılan, göçertilen insanlar mülteci bir yaşama mecbur kalmaktalar. Özelde ise Türkiye’deki çatışmalı süreç insanları dün ekip biçtikleri topraktan, hayvanlarını güttüğü ovalarından, yaylalarından koparıp betonlaşan kentler içinde yaşamaya mecbur edilmiş insanlar koca bir kayboluş hikayesinin içinde buldular kendini. Bugün ise baktığımızda insan ölümleri, asimilasyon politikaları yetmemiş olsa gerek, doğa da artık tamamen bir talanın, yok etme politikasının içine çekilmektedir. Evrensel tarihe mal olmuş Hasankeyf, bir yıkım projesinin içinde buldu kendini.
Teknik projelerden kurulan şantiyelere, dökülen betondan yola kadar her şey sanki sözüm ona olağan bir mühendislik harikası gibi devam ediyordu. Hasankeyf’te yapılacak Ilısu Barajı boyunca su altında kalacak köyler, yine Hasankeyf çarşısı esnafından ziyaretçilerine kadar kimse felaketin bunca farkına varmadı. Ayrıca aynı şekilde dünya kamuoyu ve doğa savunucuları da bu kadar görememişti ya da bir iliklerine kadar hissedemeyiş halini yaşıyordu herkes. Doğrusu insan belki biraz da budur, acı tam en derine gelebilmesi için konuyla ilgili bir şeyler okuması, bir yerlerden izlemesi ya da sonuçlarının anlatılması yetmiyordu meselenin vahametini anlamaya. Fakat ta ki gözleriyle görene kadar, bedeninde hissedene kadar anca öyle bir uyanma hali ya da anlaşılması sağlanabiliyormuş.
Oysa ki felaket bu kadar apaçık ortada ve hakikatin kendisiydi. Bir veda demiştik fotoğrafı anlatırken, insanların bir göç halinin yanında taşınan eserler de aynı durumu yaşadılar. Fakat bu coğrafyanın insanı elbette buna yabancı değildi, bu göç hali hep yaşanmıştı ya da belki de Hasankeyf sakinlerinin dahi sessiz kalmasının altında başka şeyler de olabilir. Mesela köyler yakılınca insanlar metropollere gittiler, yaşadıkları büyüdükleri yerler arasına kilometreler konmuştu ama bugün Ilısu projesini yapanlar, Hasankeyf’e bir adım uzakta Toki’nin yapacağı betondan evlerin sözünü verince insanları belki ikna edebildiler. Bugün filmler çekiliyor ve hepsine bakınca en çok göze çarpan bir göç, mültecilik durumunu anlatmaktalar. Ortadoğu hep çalkantılı olmuştur, hep savaşlardan kaçan insan göçleriyle mültecilikle karşı karşıya kalmıştır. Fakat böylesi bir mültecilik seneler sonra kitaplarda belki farklı kavramsallaştırmalarla anlatılacak, çünkü yaşanan topla tüfekle bir savaş ve bu savaştan dolayı yaşanan bir göç hali değil.
Seneler önce çekilen Eşkıya filminin başrolünde oynayan eşkıya Baran cezaevinden çıktıktan sonra döndüğünde Fırat’a baraj yapılmasıyla köyünü sular altında kalmış olarak bulmuştur ve repliği şu olur “Her şey sulara gömülmüş, yakında sıra mezarlarımıza gelecek.” Evet, sadece yaşayanlar da göçertilmiyor, ölüler de mezarlarında rahat bırakılmıyor, sular altında kaybettiriliyordu. Eğil’e yapılan barajda da görmüştük ve hala da gün gibi ortadadır, suyun altında kalan cami ve evlerin yanı başında ise suyun her dalgalanışında suyun çarptığı mezarları da görebilmekteyiz. Bugün yine Hasankeyf’te aynısını yaşamaktayız, yarın belki coğrafyamızın herhangi bir yerinde veya çokça bahsedilen Kanal İstanbul projesiyle aynı şeyleri bir travmaymış gibi tekrardan yaşayacağız.
Sonuç olarak yine bir talan, yok edilmeyle karşılaşmamak için ve böyle acı vedaların fotoğrafları olmadan Hewsel’den Kaz Dağları’na, Kuzey Ormanları’na, Munzur’a, Alakır’a sahip çıkalım. Çünkü yok edilen herhangi doğamızın bir alanı, bizim parçamız, bir çocuk çobanın hayvan güderken kurduğu hayali, çocuklarımızın nefes aldıkları bir alan, bizim anılarımızdan parçalar yani geçmişimiz, hafızamız ve yarattığı göç ile birlikte kaybolan geleceğimiz, özetle nesiller boyu kaybettirilen yaşamımız…