Hasankeyf ve Dicle Vadisi yok ediliyor. Ilısu Barajı’nın suları altında boğuluyor. Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak ve Mardin il sınırları içerisinde yer alan 199 yerleşim alanı haritadan siliniyor. 75 bin insan yerinden yurdundan koparılıyor. İnsanlığın ilk tarımsal besin kaynağını da üretmiş doğal bitki örtüsü ortadan kaldırılıyor. Havasında, toprağında, suyunda can bulan onlarca hayvan türü yok olma tehdidi altında.
UNESCO’nun ‘insanlığın kültürel mirası’ kabul edilmesi için belirlediği 10 kıstastan 9’una sahip tek örnek olan Hasankeyf insanlığın hafızasından kaçırılıyor. Araştırmaların ve kazıların henüz yüzde 7’sinin tamamlanmadığı, arkeologların ve bilim insanlarının nice Göbeklitepe benzeri keşifleri ümit ettikleri bölge, karanlıklara gömülmek isteniyor.
Özcesi, bilinen 15 bin yıllık insan varlığına dayalı geçmişle havza, paha biçilmez hazinesi olan tarihsel mekanı, kültürel mirası ve ekolojik dokusuyla kurban ediliyor.
Peki ne uğruna? Hangi toplumsal yarar olabilir ki; insanlığa, doğaya, kültüre ve tarihe karşı böylesi bir girişimin haklı ve meşru dayanağı olarak ileri sürülebilsin?
Ilısu Barajı’nın ömrünün en fazla 50-60 yıl civarında olduğu biliniyor. Geçmiş 15 bin yıla karşı gelecek 50 yıl! Ne acınası ve insanlık dışı bir yarar denklemi.
Barajdan üretilecek elektrik enerjisinin, Türkiye’nin ihtiyaçlarının yüzde 1-2’si gibi çok küçük bir bölümünü ancak karşılayabileceği baştan hesaplanmış zaten. Dağ fare doğurmayacağına göre, bu hesap da akıl dışı!
Nedir o zaman, kültürel soykırımcı, ekoloji yıkımcı, tarihsel hafıza silici bu yok ediciliğin hakikat çemberi? İçinde neler dönüyor? Kim, kimler döndürüyor?
Misal; Ilısu Barajı’nın inşaat işlerinin en büyük yürütücülerinden birinin meşhur Cengiz İnşaat olduğunu hatırlatsak! Hani şu AKP iktidarları döneminde Saray civarlarında palazlanma rekorları kırıp duranlar var ya, onlardan biri! Besbelli bir ‘Ali Cengiz oyunu’ var Hasankeyf’te. Pastadan pay tırtıklayan irili ufaklı diğer rantçıları saymıyoruz bile.
Misal; Ilısu Barajı’na hangi bankalar kredi vermiş acaba diye merak eden olursa, yazılıp çizilenlere göre, sektörde ‘ak-pak’ olan ile işini ‘garantiye’ alan iki bankaymış. Devlet hazinesiyle al gülüm ver gülüm işlerini onlar döndürüyorlarmış.
Biliniyor, Türkiye’de baraj ve HES yapma sevdasının mazisi epey eskidir. Vakti zamanında Süleyman Demirel ‘barajlar kralı’ lakabıyla caka satıp, refah, kalkınma, iş olanakları, tarımda şahlanma, palavralarıyla oy toplardı halktan. Ama esasen ve özellikle de ‘Güneydoğu Anadolu’ bölgesi kalkınma projesi/GAP ( çok sayıda baraj ve HES yapımını da içerdiği için) nedeniyle de hükümetlere yakın sermaye çevrelerinin ve bankaların arpalık kaynağıydı. Demirel’in ‘GAP’ı gaptırmam’ demesi boşuna değildi. Lakin öncesinde IMF memuru olarak tanınan, sonrasında Türkiye’ye ‘çağ atlatan’ ve ‘Kürt dostu’ adam olarak parlatılan Turgut Özal, başbakanlık dönemlerinde Demirel’den kaptı bu baraj açma işlerini. Hem ekonomik hem siyasi/oy rant çarkı oralarda da dönüyordu çünkü. Onun döneminde de GAP’tan bir hayır gelmedi halka tabii.
Görüldüğü gibi, AKP döneminde de hala da dönüyor devran, hem de çok daha büyük ve kirli bir çark olarak. Ama belki de işin ekonomik boyutu, bu kirli çarkın en yüzeysel kısmı. Esasen, daha derin çıkarlar ve karanlık eller döndürüyor çarkı baştan beri. Bildiğimiz, Kürt düşmanlığına dayalı milliyetçi-ırkçı, dinci-mezhepçi karanlık ideolojilerden beslenen faşist eller ve çıkarlar döndürüyor. Kirli kelimesini lafın gelişi söylüyor değiliz. Ilısu Barajı GAP’ın içindedir ve bu projenin başlangıcı Kürdistan’da kirli savaşın startının verildiği tarih aynıdır; 1984. ‘Terörle mücadele’ adına, binlerce köy yakmaların ve silah zoruyla boşaltmaların, kırın insansızlaştırılmasının, faili meçhul cinayetler serisinin, toplu katliamların, işkence düzeninin, ormanların ve tarım arazilerinin yakılmasının vb. planlanıp uygulanmaya başladığı yıllar ve sonrasıdır. Sur’un, Cizre’nin, Şırnak’ın, Nusaybin’in ve daha nice Kürt kentinin bütün tarihi dokusu ve mirasıyla, bodrumlarındaki insanlarıyla, top ve uçak ateşi gücüyle vahşice yakılıp, yıkıldığı bugünlere uzanan bir tarihtir.
Ama zaten, Ilısu barajıyla elde edilmek istenen derin çıkarlarla, yani ‘terörle bağı’ gizleniyor da değil. Aksine, psikolojik savaş güçleri tarafından bol bol servis ediliyor topluma: gerillaların ‘geçiş bölgesi’, bölgedeki ‘ binlerce mağarada saklanıyorlar’, ‘yiyecek stokluyorlar’, ‘bölgenin kalkınmasını istemiyorlar’, vb. ‘Türkiye’yi bölücülere teslim etmeyiz’ diyorlar, onun yerine bin yıllardır o topraklarda yaşayanları, kendi öz vatanı belleyenlerin dillerini-kimliklerini de yok sayarız, kültürlerini de yakar yıkarız, doğalarını da talan ederiz, tarihlerinin üzerine betonda dökeriz, suda da boğarız diyorlar özcesi. Hasankeyf ve Dicle Vadisi’nin bugüne varan hikâyesinin gerçeği budur. Ama henüz son noktası konmuş bir hikâye değil bu. Daha geç değil. Hasankeyf ve Dicle Vadisi için mücadele sürüyor hala. Kirli çıkarlar bozulabilir. Karanlıklar aydınlatılabilir. Kültür, doğa ve tarih düşmanı, soykırımcı, yıkımcı, talancı kapitalist faşist ittifak durdurulabilir.
Hasankeyf, Türkiye halklarını ve dünya insanlığını bu görev için dayanışmayı ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyor.