Cezasızlık, iktidarın her olayda hatasızmış gibi davranması toplum çöküşünün temelini oluşturuyor. Son dönemlerde yaşanan olaylara bakıldığında sorumlu hiçbir bürokrat sorumluluk alıp veya hatasını kabullenip istifa etmiyor. Çorum tren kazasında, Kartaltepe yangınında, son diploma skandalında, geçersiz oylar sayıldığında, hastane sahibi sağlık bakanı da, otel sahibi turizm bakanı da daha birçok olay sayabiliriz kimse sorumluluk alıp gereğini yapmadı. Bazı bakanlar zorunlu istifa ettirildiler bazı haklar alarak. Ceza yok, hata yok, her şey mükemmel.
AKP’nin sloganı gibi, yaparsa AKP yapar, yola devam. İşte bu yolun sonu da yaklaştı artık. Ülkede uyuşturucu, fuhuş, yolsuzluk almış başını gidiyor, kimse durduramıyor. Çünkü kamu ile bu işleri yapanlar arasında korkunç çıkar ilişkileri var. O yüzden de kimse kimseyi suçlayamıyor.
İmamoğlu’nun diploması geçersizdir kararını veren hâkim, diploma satın alan bürokratların diplomasını iptal edecek mi? Erdoğan’ın bu konuda ‘kim bu sahtekârlar, adaletin önüne çıkartın’ demesi gerekmez mi? Gerçi diploma ilk günden beri problem zaten. Adalet ve içişleri bakanları hemen ilk açıklamalarında, “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir” diye söze başlarlar ve “gereğini kurumlarımız yerine getirecektir” diye sözlerini bitirirler. Dijital ortamda kişilerin bütün bilgileri dağıtılmış. İletişim Başkanlığı’ndan alınan Fahrettin Altun’un ifadesi alınır mı onu da zaman gösterecektir. Bunlar yaşanırken adalet, hukuk, barış ve özgürlükten söz etmek maalesef havada kalıyor.
Suriye karıştıkça Türkiye’deki siyasi ortam da karışıyor. Suriye’de şu anda bir devlet statüsü işlemiyor. HTŞ denilen sözde bir hükümet var ve en büyük destekçisi de Türkiye. En son HTŞ ile SDG arasında Paris’te görüşmeler olacaktı ama Türkiye engel oldu. Kürtlerin kazanımlarına karşı olan nefretini frenleyemeyen iktidar, iktidardan düşecektir. Türkiye ne kadar Suriye’nin iç işlerine karışırsa Meclis’te kurulan komisyonun da fazla belirleyici olacağına ihtimal vermek çok güç. Savaşın başlaması hiçbir tarafa kazanç sağlamayacaktır, aksine büyük kaybedecektir. En büyük kaybeden de maalesef Türkiye olacaktır. Cumhur ittifakının ekonomik gücünün Suriye’nin yeni yapılanmasında güç olmadığı kesin. Katar en büyük finansman, iktidara düşen iş ancak taşeronluk olur ama o da belirsiz. Ayrıca Şam’daki sarayda bulunan koalisyonun istihbarat elemanları da boş durmuyor. Ahmed Şara’nın kardeşlerinin ilişkileri de çok farklı. Her kardeşin bir ülkesi var. Bir kardeşi Rusya’da okumuş ve bir Rus ile evli, bir kardeşi Türkiye’de okumuş, Türkiye ile ilişkili diğer kardeşi Fransızlarla ilişkili, Şara da malum.
Öcalan Kürtlerin yaşadığı ülkelerde demokratik birliktelikle beraber yaşamı öneriyor. Esasında güzel bir düşünce olarak hayata geçirilebilir. Ama gerçekler bu düşünceye engel. İran’da, Irak’ta ve Türkiye’de her ne kadar adı telaffuz edilse de demokrasi yok. Bu ülkelerde yaşayan insanlar demokrasi seslerini yükseltmedikçe değişimin gerçekleşmesi çok zor olacaktır. Suriye’de devlet yok. Türkiye YPG’nin silah bırakmasını dayatıyor. Dürzilerin başına gelenler ortada. Bu durumda silah bırakma da yok. Bu şuna benzer; İki genç birbirlerini severler, evlenmek isterler ve aileleri karşı çıkar, bu gençler de ilk önce çocuk yapalım sonra evleniriz derler ama sonuç daha da karmaşık ve zor bir hal alır. En büyük zararı çocuk görür. Silah bırakmayı istemeden önce kafalardaki sorunları daha barışçı adımlarla çözmek en doğru adım olacaktır. ‘Terörsüz Türkiye’ ancak savaşsız Türkiye ile olur. Güney Kürdistan’ı ve Rojava’yı bombalamakla sorunları çözmek elli senelik savaş ortamını devam ettirmek anlamına gelir.