Derdest edilmiş yarınların aurasıyla baş başa. Bir ressamın baktığı manzara ile tuvaline çizdiği yani gördükleri birbirinden farklı. Gerçek ise tuval ve manzaranın ötesi. Ressamın hayali, olasılıklar, renklerin rivayeti ve tabi bir de rüzgarın hükmü. Zamanın ikazı bir şeyler gösterebilir. Derdest olan herkesi azat edebilir.
Gökyüzünde bir bulut, bir göl gibi. Öyle görünüyor. Başka yerde başka bir şekilde. Şekil, görüntü ve bakan. Baktıkça üçgen. Oysa hayır, üçgene mahpus değil bakılan. Mesafe ve zaman da var. Göl belki de yok. Uzay mekiği ya da. Bir yerde gölge. Güneşe mola. Serin bir mola.
Gölün yüzeyinde bulutlar görünüyor. Rüzgarla dalgalanan su, bulutları dağıtıyor. Bakınca bulut yürüyor. Titreyen su bulutları topluyor. Bir an her şey aynı. Zaman geçmemiş, su hareket etmemiş. Olmamış hiçbir şey. Bakan yok, göl yok, bulut yok. Yok hepsi. Hayali bir bakma molası.
Kanat çırpan kuşlar uçuyor. Bazı kuşlar kanat çırpmadan süzülüyor. Hangi uçmak ve neden? Kanat çırparak yol almak. Yolda giderken çırpınmaya mola vermek. Süzülme molası, çırpmaların sonrası. Sonranın molası. Sonraya mola.
Gökyüzünde bir tekne. Mavilikler deniz. Uçan kuşlar balık. Gidiyor öyle. Yelkeni geride kalmış. Başka yerde görünen her bulut teknenin bir parçası. Bir yerde bir araya gelecek her şey. O tekne, bir gün kıyıya varacak. Dağ olur, deniz olur, hepsi kıyı.
Yeryüzü her yer. Aşağıdan yukarıya. Gökyüzü her taraf. Yukarıdan aşağıya. Rüzgar zamansızdır. Rüzgarın sadece yönü var. Savurdukları rüzgarın ağırlığıdır. Yerçekimi, fizik kuralları, izafiyet teorisi, görünmeyen etmenler. Bu da üçgen değil. Etki tepki kuramı. Atomaltı parçacıklar. Çarpışmalar mı karşılaşmalar mı, muamma. Unutulan var, bilinmeyen var, inkar edilen var. Bunlar her şeyi üçgenin dışına götürüyor. Dörtgenler yetmiyor. Çizgilerin sınırları yoktur. Çizgi uçuruma götürür. Tuvalin dışında da çizginin yolu var, anlattığı var. Gösteren anlatıyor.
Buhranların getirdiği depresyon, katliamların bıraktığı vahşet, unutmanın açtığı boşluk, hatırlamanın devrettiği zaman. Çoğalıyor ilkler, öteleniyor sonlar.
Sesini kaybetmiş bir yağmur yağıyor artık. Rengine küsmüş kar da yağıyor. Bu mevsim başka, bu çağ kimseye ayna değil. Asla.
Çağrılan yankı sesine hasret. Çığlıklara şahit dağ, itirazlarla açılmış yol, yüründükçe patika olmuş adresler. Götürecek herkesi. Toplayacak dağılanları. Devletin kibri, isyan edenlerin azmine yenilecek, diye bir mısra yazılacak her dilde. Okunacak öfkeyle. Okunacak gururla.
Gökyüzünde göle benzeyen örgütlü bir bulut. Başka yerden uzay mekiği sanılır. Bir yerde tekne sanılır. Bir an dalgalanıyor gök, bir zaman yol alıyor mekik. Her benzetilen bir hayal. Ölenlerin hayalleri var bir de. Yaşayanlar bazen miras kalan hayalin gölgesinde yaşar. O hayalin gölgesinde güneşi arar. Hiçbir rüya sahipsiz değil!
Bana deli olduğumu söyle, sana bildiklerinin esiri olduğunu çizeyim, dedi ressam. Bana çizilmemiş bir yer göster, sana ezildiğin rüyaları göstereyim, dedi tuval. Gördüklerim seslendi; Her zaman kazananlar var, kaybedenler hep her yerde.
Düşündüm, korku gösteriyor. Hatırladım, umut çizdiriyor. Anladım, inat hayal ettiriyor. Yazmaktan bahsedemiyorum. Çünkü beyaz bir sayfaya bakınca, anlatılmayan her şey yazılmış oluyor.
Her şeye izahat yetişmiyor. Herkes gerçekle kahrolmak istemiyor. Toprakta çizilenler de var. Karıncalar gökyüzüne hiç bakmıyor. Onların bakma hakkı herkese pay. Karıncalar ve kuşlar, yürüyen ve uçan.
Havada hayal var. Benzetmeler gökyüzünde hapis. Gösteri bitti. Başlamadan kendi boşluğunda dağılan ilkler kurtaracaktı zamanı. Yetişmeti doğrular. Yanlış yolda, yanlış cevaplarla kaldık. Haykırıyor kuşlar; Burası benim evim ve siz yukarı baktıkça hep aşağıdasınız.
Haftanın kitap önerisi: Müge İplikçi, Kül ve Yel / Can Yayınları