En büyük günahımız HDK’li olmak değil, HDK’yi gereğince hayata geçirememektir.
Bugün, Halkların Demokratik Kongresi’ne yönelik kitlesel gözaltı saldırıları yaşanırken, tarihi bir fırsatı nasıl hakkınca değerlendiremediğimizi acı bir şekilde görüyoruz.
Saray iktidarı ise, tabiri caizse, olabilme ihtimalinden bile korkuyor. Çünkü esas mesele, bir kez hangi yoldan yürüneceğinin öğrenilmiş olmasıdır. Gerisi bugün olmazsa yarın gelir. Daha işin başındayız. Dünyada ve Ortadoğu’da tüm dengelerin yeniden kurulduğu süreçte elbette bizler de kendimizi geriye değil ileriye bakarak yeniden daha güçlü kurma göreviyle karşı karşıyayız. HDK bu açıdan hala en önemli şanslarımızdandır.
AKP’li yılları sadece zenginin daha zenginleştiği, fakirin daha fakirleştiği yıllar olarak tanımlamak eksik kalır.
Tüm dünyada demokratik, ulusal özgürlükçü, sosyalist hareketlere karşı geliştirilen Hollywood üretimi kara propaganda yöntemleri ile “cemaat”in, yine anti komünist karargahlarda üretilen kirli ve sinsi yöntemleri AKP’de ete kemiğe bürünmüş durumda.
AKP, devletleşme ve devleti politik İslamcı temelde dönüştürme mücadelesini aynı anda yürüttü. Bu durumda, kaçınılmaz olarak, hem sınıf iktidarı olarak devleti hem de en basit ifadeyle şirketler ve cemaatler koalisyonu olarak “parti”yi korumak kritik hale geldi.
Politik özgürlükler sorunu son yılların temel gündemidir. Tek bir alan yoktur ki sermaye saldırganlığına hedef olmasın. İktidar karşısında söz söylemek, ekmek ve özgürlük talebiyle örgütlenmek ve taleplerini, itirazlarını eylemli şekilde ifade etmek devlet saldırganlığının doğrudan hedefindedir.
Saldırıya hedef olan her bir alan kendi özgünlüğünde bir mücadele geliştirirken, bu mücadele alanlarının birleşikliği de acil bir ihtiyaç ve zayıflık olarak öne çıkıyor.
Birleşikliği, matematiksel ya da fiziki bir araya geliş olarak değil, asgari demokratik talepler temelinde ortak politik mücadele olarak görmek gerekiyor. Yani zayıfların omuz omuza vermesi değil, ki bu da olabilir, kazanmak için birleşmeyi kastediyoruz. İliklerine kadar çürümüş faşist sistem karşısında sadece muhalefet değil, kazanmak perspektifiyle yürümek tarihsel bir zorunluluktur.
Tam da buradan hareketle tartışıyoruz; ne oldu da belediyelerden sanatçılara, siyasetçilerden gazetecilere kadar her kesimden, HDK ile bir şekilde yolu kesişmiş insanlar hedef haline getiriliyor. En son dün itibariyle 30 arkadaşımız daha tutuklandı.
Cevap sorunun içerisinde.
HDK, her kesimin kendi derdiyle uğraştığı bir coğrafyada yan yana, omuz omuza olmayı hedefleyen, sorunlar arasında hiyerarşi kurmayan, talep edenin sayısına bakmayan, kendini iktidar organı parti gibi işletmeyen, yerel siyasetten beslenen ve meclisler üzerinden kendini kuran bir hareket olarak 2011’de kuruldu.
HDK ne yapmak istediğini şöyle tanımlamış:
“Kongremiz, tüm demokratik muhalefet güçlerinin mücadele alanlarını, ortak mücadele alanı olarak görür ve buradan güç alır. Kongremiz, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin, işçilerin, emekçilerin, göçmenlerin, kadınların, köylülerin, gençlerin, emeklilerin, LGBTİ bireylerin, dışlanan ve yok sayılan bütün halkların, tüm inanç topluluklarının, yaşam alanları tahrip edilenlerin buluştuğu ortak mücadele zeminidir.”
Başta da söylediğimiz gibi, temel sorun bu mücadele perspektifinin yeterince hayata geçirilememiş olmasıdır.
İktidar uzun zamandır HDK üzerinden saldırı planları yapıyor. Aslında yapılan değil, yapılamayan üzerinden saldırıyı geliştiriyor. Yani iktidar HDK’ye baktığında, bizim tüm beceriksizliklerimize, kavrayış eksiklerimize rağmen, tekçi, baskıcı, anti demokratik yapısı karşısında birleşik, demokratik halk hareketini görüyor.
İktidar HDK’ye baktığında Gezi’yi görüyor.
HDK zaten bunun için yola çıktı. İktidarın bunu tehlike olarak görmesinde herhangi bir tuhaflık yok.
Gözaltılar sürerken bir taraftan da binlerce insanın içinde olduğu soruşturma listeleri sızdırılıyor. “Acaba bu gece hangimiz alınacağız” paranoyası yaratılmaya çalışılıyor. Panik ve güvensizlik yaratarak demokratik örgütlenme ve mücadele kanallarımızı felç etmeyi amaçlıyorlar.
Oysa açlık sınırı altında yaşam mücadelesi veren emekçi halkımızın yaşadığı zulüm ve işkenceden daha ağır bir saldırı olabilir mi.
Her gün kimliği, dili, kültürü, tarihi ve kolektif hakları için mücadele eden Kürt halkının yaşadıklarından daha ağır bir işkence olabilir mi.
HDK üzerinden oluşturulmaya çalışılan korku ve tedirginlik atmosferini cesaretle dağıtma ve politik olarak yanıtlamak zorundayız.
Şimdi, kazanılmış en ileri halk ittifakı niteliği olarak HDK’yi savunmak ve büyütmekle görevliyiz.
Tüm toplumun üzerine karabasan gibi çökmüş bir zulüm iktidarı karşısında atılan her demokratik adım aynı zamanda iddia ve cüret demektir. Sözümüze ve eylemimize dün olduğu gibi bugün de tartışmasız olarak sahip çıkacağız.
HDK sensin, benim, biziz; HDK halktır.