Veli Saçılık
16 Ocak 1996 tarihinde, Trabzon’dan Soçi’ye hareket eden Avrasya feribotu, Muhammed Tokcan ve adamları tarafından, otomatik silah ve bombalarla kaçırıldı. 211 yolcu 72 saat rehin alındı, bu esnada, Uğur Dündar “Çeçen Direnişçi” dediği militanların yanına helikopterle indi. Yargılamalar sonunda, eylemciler, ulaşım aracını alı koymaktan ceza aldılar. Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan, M. Tokcan’ı cezaevinde ziyaret etti. 1997 yılında açık cezaevinden firar ettiler, 2000 yılında cezaları affa uğradı. Aynı kişiler 23 Nisan 2001 tarihinde Swiss Oteli silahla basarak 12 saat süren rehin alma eylemi yaptı. Eylemcileri ikna etmek için sırasıyla İstanbul Emniyet Müdürü, İstanbul Valisi ve İçişleri Bakanı otele girerek Muhammet Tokcan’la görüştü (Teröristle pazarlık yasak, muhabbet serbest). İçişleri Bakanı eylemciler üzerindeki “ağırlığını” kullanarak eylemi sonlandırmalarını sağladı. “Meskun mahalde ateş etmek ve hürriyetten alıkoyma” maddelerinden 3 ila 11 yıl arasında ceza aldılar. Nasıl olduysa yine kısa sürede tahliye oldular. Öksürme eyleminin teröre kanıt sayıldığı ortamda “sinirli çocuklar” olarak sırtları sıvazlandı. M. Tokcan bu suçlarına bir de cıvata fabrikasına zorla el koymayı ekledi. Son olarak M. Tokcan’ın 7 Haziran 2015 milletvekilliği seçimleri için AKP’den aday adaylığı başvurusu yaptığını gazetelerden öğrendik.
Yedi TİP’li genci uykusunda telle boğan A. Çatlı’nın mezarında dua okuyan Bakanlar… Haluk Kırcı’yı Meclis’te onur konuğu olarak karşılayanlar… Yeşil kod isimli kontra liderini koruyup, kollayanlar… “Devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidirler” diyerek yasadışılığı kutsayanlar…
Daha geçen hafta, Türkiye vatandaşı bile olmayan, “Alevilerin kökünü kazıyacağız” diyen cihatçının ölüsü, valilik izniyle Suriye’den getirildi ve aynı izinle, cihatçı için kitlesel bir cenaze töreni yapıldı. ÖSO, Ahrar-El Şam, El Kaide vb. cihatçılar ılımlı muhalif olarak desteklenmeye devam ediliyor. Suruç, 10 Ekim katliamları sonrası iktidar yanlılarının sevinç çığlıklarını duymayan kulak kaldı mı? AKP eski Milletvekili S. Bayram’ın Gar Katliamı’nda hayatını kaybeden Dicle Deli’nin cenaze törenine katılan E. İmamoğlu’nu “terörist cenazesine” katılmakla itham etmesi, IŞİD saldırısını üstlenmek değil de nedir? Gene gar saldırısının hemen akabinde, kitlenin üzerine gaz bombası atılması… Ya “Müteveffa” belediye Başkanı M. Gökçek’in gar saldırısının ardından, televizyon kanallarında gezerek, kriminolog edasıyla “bombayı kendileri patlattı, kokteyl örgüt” vb. kara propaganda yapmasına ne demeli? Uzayıp giden liste terör ve şiddet himayeciliği konusunda HDP’ye sallayanların durumunu ortaya seriyor. Hep tekrarlıyorum, bu katliamlar IŞİD saldırısı değil, IŞİD’in üzerimize salınmasıdır.
HDP içinde seçim çalışması dışında uzun süre bulunmamakla birlikte, HDP’ye yönelik linç, tutuklama ve katliam saldırılarına rağmen HDP kitlesinde köklü bir barış isteği gözlemledim. Çatışmalarda hayatını kaybeden asker ya da polislerin ölümüne sevinen tek bir tane bile HDP’li görmedim. Çocukları yakılarak katledilmiş annelerin “başka anneler ağlamasın, yeter bu savaş bitsin” dediklerini kulaklarımla duydum. AKP’nin talebiyle silahların susması için görüşmeler yapan S. Demirtaş, Sırrı Süreyya Önder gibi onlarca insanın bu görüşmeler ya da çözüm sürecindeki olağan faaliyetler nedeniyle nasıl tutuklandığına hepimiz şahit olduk. “Bu iş bitsin, ikinci günde Allah canımı alsın” diyen Ahmet Türk’ün samimi olmadığını düşmanları bile söyleyemez herhalde.
Nazi Propaganda Bakanı Goebbels “Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur. Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar” diyerek bugünün muktedirlerine yol göstermeye devam ediyor. AKP-MHP yandaşlarının her yerde, her zaman tekrarladıkları “HDP, terörle arasına mesafe koymalı” şeklindeki klişe argüman zaman içinde sokaktaki sıradan vatandaş tarafından tartışmasız doğru kabul edilmeye başlandı. HDP adı geçtiği anda ilk akla gelen cümle “HDP, terörle arasına mesafe koymalı” oluyor. Sonra mantık silsilesi içinde “terörle ilişkili partinin ne işi var Meclis’te”ye varılıyor. HDP’nin Meclis’te olmaması ne demek? AKP’nin tek başına Anayasa’yı değiştirme gücüne erişmesi, AKP diktatörlüğünün hiçbir yasal engele takılmadan tahkim edilmesi demek. HDP’nin yasadışılaştırılması ters orantılı biçimde diktatörlüğün yasallaşması olarak tezahür ediyor.
Suriye’de kafa kesen cihatçıların ılımlı muhalif, “bu suça ortak olmayacağız” diyen akademisyenlerin azılı terörist sayıldığı ortamda HDP “terörle” arasına nasıl mesafe koyabilir ki? Binlerce üye ve yöneticinin TMK kapsamında tutuklu olduğu koşullarda HDP’liler kendi bedenlerine mi mesafe koysunlar?
İktidar sahiplerinin her türlü özgürlük talebine “terör” yaftası yapıştırmayı bırakması en isabetli çözüm olacaktır.