AKP iktidarı ciddi anlamda sallantıya girmiş durumda. Hem dışarıda hem içeride desteğini yitirdiğini gösteren birçok belirti var. Açıklanan ekonomik kararların artık hoşnutsuzluğun zirvesini yaşayan toplumda bir karşılığı olmayacak. Yerel seçimlerde ortaya çıkan fotoğraf sıkışmışlığın açık bir göstergesi. Cumhurbakanı Erdoğan’ın karşısında önünü ilikleyen bir başkana sahip Yargıtay hakimlerinden oluşturulmuş bir YSK’nın AKP’den bağımsız bir kurum olmadığı yaşanan süreçte alınan kararlar üzerinden net görülebiliyor. AKP’nin tirazlarıyla esir alınmış ve AKP lehine karar verebilmek için çırpınan YSK, bulduğu her boşluğu değerlendirerek ilerlerken halkın tepkisini de bohçasında AKP ile biriktirmeye devam ediyor.
İnanılmaz bir çifte standart ortaya konulurken HDP düşmanlaştırılarak yerel iktidarına izin verilmeyeceğinin açık emareleri ortaya konuyor. Bazı il ve içelerde tüm hukuksuzluğa karşın ve her şeye rağmen güçlü çıkan HDP’nin kazandığı belediyelerde utanmazca bir süreç yaşatılıyor. Kasaları boşaltılmış belediyelerden miras bırakılan devasa borçlar ve iktidarın ‘para musluğu bende’ tehditleri altında bu belediyeleri çalıştırmayacaklarını söylüyorlar. Tüm bunlara ek olarak HDP’nin yönetime geldiği belediye binaları dahil neredeyse tüm varlıklar ya satılıyor ya da valiliklere ve kaymakamlıklara hibe ediliyor. KHK’li gibi gerekçelerle seçilmişlerin hakları gasp edilip, Kürt halkının üstünde adeta bir sabır taşı deneyi yapılıyor. İstanbul’da ise yine AKP’yi desteklemeyen halkın sinir uçlarıyla oynanırken, AKP tabanında ise arzuladıkları bir hareketlenme yaratılamıyor.
İstanbul gibi rantın yüksek olduğu bir ili asla terk etmek istemiyorlar. İstanbul’u terk ettiklerinde artık eskisi gibi ona buna rantsal alan yaratmakta sıkıntılar yaşayacakları ve bu nedenle de sermayeye karşı içte ve dışta itibar kaybedeceklerini düşünüyorlar. Tehditler dahil birçok söylemle İstanbul’da seçimin sonuçlarını tersine çevirmek istiyorlar. Bunun mümkün olamaması halinde faşizmin açık biçimine geçmekten imtina etmeyecekleri ise söylemlerinden anlaşılıyor. Tel Rifat bölgesinden Rusların çekilmesi, son Rusya ziyaretinde Rusya’ya ciddi bazı ödünlerin verildiğine işaret ederken, Türkiye’nin olası Tel Rifat müdahalesi ile içerideki sorunlar baskılarla üstü örtülerek açık faşizmi yaşama geçirmek isteyebileceklerini gösteriyor.
Tüm bunlar yaşanırken açıklanan 2019- 2021 ekonomik planlarında ise sermayeyi bile heyecanlandırmaktan uzak bazı hedeflerin ortaya konduğu ve bu hedeflerle emekçi halklar üzerinde sömürünün ve doğa üzerinde baskının arttırılacağı açıkça anlaşılabiliyor. İşçilerin kıdem tazminatlarına el koyup bir fona devri hedefleniyor. Bu fonda biriken paraların ise, sermaye kesimlerinin hizmetine verileceği açıkça belirtiliyor. Bireysel emeklilik uygulaması ile SGK’yi ortadan kaldırmanın taşları döşenirken işçilere asla emekli olamayacakları bir sistem dayatılıyor. Sömürü düzeninin en önemli ayağı olan bankaların açıklanan programla destekleneceği ve sermayenin batık kredilerinin halkın sırtına yıkılacağı kararlar alınıyor. Enerji ve inşaat şirketlerinin biriken ve ödenmesi neredeyse imkansız olan borçları için fonlar oluşturuluyor.
Enerji, madencilik, petrokimya, turizm gibi stratejik yatırımlar olarak belirledikler yedi sektör için oluşturulacak fonların tek kaynağı olarak, halkın emeğine ve malınamülküne çökecekleri, doğanın ise kanının son damlasına kadar emileceği bir hedefe kilitleniyorlar. Tarımsal sorunlara yönelik ortaya konulanlarda ise tarım üretimlerinde köylülerin dışlanarak şirketlere daha büyük alanlar açılacağı anlaşılıyor. Değer zinciri vurgusu ile çiftçiler, şirketleşen kooperatiflerin içinde üretime zorlanacağı ve kooperatiflerde şirketlerin hakimiyeti sağlanıp tekelci tarımın tamamen tesis edilip, sermaye için yeni bir sömürü alanı büyütülerek sağlanması arzulanıyor. Seracılıkta ise devlet eliyle şirketlerin üretim alanı haline getirilmek isteniyor. Küçükbaş hayvancılık hedefi ise yok edilen meralar nedeniyle büyük çiftliklerde hayvanların günyüzü görmeden ve GDO’lu yemlerle beslendiği bir üretimle yeni bir sermaye birikim alanı yaratılması arzularının içinde yer alıyor.
Yukarıda dikkat çekmeye çalıştığımız tüm olguları hayata geçirmek, onlar için artık bir zorunluluk. Saltanatın sürebilmesi için her şeyi yapmak isteyecekler. Ancak tüm bunlar halklara rağmen yapılabilinir mi? Ya da her şeye muktedir olabilirler mi? Bu soruların cevabını ancak yaşayarak öğrenebileceğiz…