Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kürdistan özgürlük gerillasını ‘silahlı mücadele aşamasından demokratik siyaset ve hukuk aşamasına gönüllüce geçiş’ için silah bırakmaya çağıran videosu 9 Temmuz 2025 tarihinde kamuoyuyla paylaşıldı.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı aynı gün yaptığı açıklamayla bu çağrının gereklerini yerine getireceğini paylaştı. On beşi kadın on beşi de erkek olmak üzere toplam otuz gerilladan oluşan ‘Barış ve Demokratik Toplum Grubu’ 11 Temmuz 2025 tarihinde Süleymaniye’de silahlarını yakarak, Önder Apo tarafından yapılan çağrıya uyduğunu tüm dünyaya gösterdi.
Ulusal, bölgesel ve küresel çapta büyük yankı uyandıran bu tarihi gelişmenin ardından herkes Türk devletinin buna nasıl bir karşılık vereceğine kilitlendi.
Nitekim bir gün sonra 12 Temmuz 2025 tarihinde Tayyip Erdoğan dokuz ayı aşkındır başlamış olan bu yeni süreçte ilk defa bu kadar zamanında, kapsamlı ve süreci sahiplenen bir açıklama yaptı. Bu açıklamanın Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin attığı adımlara verilen bir cevap olduğu açık. Böylelikle olması gerektiği gibi bir karşılıklılık ilkesinin devrede olacağı anlaşıldı.
Erdoğan’ın sürece araçsal ve iktidarını koruma odaklı yaklaştığına ilişkin yaygın ve yerinde bir görüş vardı. Bundan olsa gerek, Erdoğan adeta herkesi sürece ne kadar sahiplendiğine ikna etme düsturuyla açıklamalarını yaptı. O halde bu açıklamadan sonra pek çok şeyin değişmesini beklememiz işin doğası gereğidir. Kaldı ki buna fazlasıyla ihtiyaç vardır.
İşe süreci geriye çeken, tahrik eden ve tamamen özel savaş söylemi olan bazı ezberleri bırakarak başlamak iyi olabilir. Dahası bu fazlasıyla gereklidir. İşte özel savaş ezberlerine ilişkin bazı düzeltmeler:
Barış ve Demokratik Toplum Grubu silahlarını teslim etmedi, yaktı. Zorlandığından, yorulduğundan değil, barış ve demokratik toplum sürecinin önünü açmak için bunu yaptı.
Barış ve Demokratik Toplum Grubu silah bulma ve savaşmak üzerine ittifak yapma imkanının her zamankinden daha fazla olduğu bir dönemde savaşamayacağından değil, demokratik siyaset ve hukuk aşamasına gönüllüce geçiş için silahlarını bıraktı.
Dahası gerilla grubu tüm bunları gönüllüce ve Önder Apo’nun talebi doğrultusunda gerçekleştirdi. Zira geçen yıllar ne Önder Apo’ya ne de Apocu Hareket’e zorla bir şey yaptırmanın mümkün olmadığını fazlasıyla gösterdi.
Özel savaş söylemi Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini hep dışla bağlantılandırarak Türkiye Cumhuriyeti’nin gelişmesini engellemek isteyenlerin bunu yaptığını söyleyip durur. Evet hegemonik güçlerin bu sorunun oluşumu ve gelişiminde çok büyük, hatta ilk dönem itibariyle belirleyici etkisi vardır. Ama gerçek, özel savaş söyleminin tersidir. Yani TC’yi Kürt sorunu da dahil pek çok toplumsal sorun yaşamak üzere katı bir ulus devlet şeklinde formatlayan hegemon güçlerdir. Varlığını Kürt’ün inkar ve imhasına bağlayan politika, karşıtını doğurmuştur. Dolayısıyla dış güç etkisi, söylenenin aksine katı ulus-devlet şeklinde kurulan cumhuriyet açısından daha fazla geçerlidir.
Tayyip Erdoğan’ın son açıklamalarından sonra bu tek taraflı ve özle çelişik ‘Terörsüz Türkiye’ söyleminin bir anlamı kalmamıştır. Daha bütünleyici, kapsayıcı ve öze uygun bir isimlendirme bulmak tutarlılık için gereklidir. Madem bin yıllık kardeşliğin yeniden inşasına o kadar vurgu yapılıyor, o halde ‘Yeniden Kardeşlik Süreci’ gibi söylemleri kullanmak daha yapıcı sonuçlar verir.
Özel savaş, sürecin başından beri halkın sürece ne kadar destek verdiğine ilişkin hep kaygılar oluşturmaya özen gösterdi. İktidar kendindeki ağırdan almayı, isteksizliği buna dayandırdı. Şimdi tüm anketler gösteriyor ki, halkın barış ve demokratik toplum sürecine desteği fazladır ve bu oran giderek de yükselmektedir. Açık ki bu konuda da temel engel iktidar medyasının zehirli dilidir. Bu dil halklar ve toplumsal kesimler arasında kardeşlik köprülerinin tekrardan kurulmasını geciktirmektedir.
İktidar olguyu çarpıtarak, gizleyerek, yok sayarak amaçladığı algıyı oluşturmak üzere tekelleştiği medyada tek taraflı saldırı içinde oldu. Öyle ki parlamentoda üçüncü büyük parti olarak bulunan DEM Parti yönetimine bile kendini ifade etme ve saldırılara karşı kendini savunma hakkı bile hiçbir şekilde verilmedi. Herhalde kardeşliğin bu kadar tartışıldığı bir dönemde tutarlılık gereği artık demokratik siyaset yapanlar kendini ifade etme imkanı bulur.
Özcesi, herkes sürecin yeni bir aşamaya girdiğinde ve sürecin ilerlemesi için mevcut zehirli dilin mutlaka değişmesi gerektiğinde hemfikir. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı denilen kurumdaki görev değişiminin bu dönemde olması dikkat çekti.
Bakıp hep birlikte görecek ve tutarlılığı test edeceğiz…