Öngörülebilir felaketleri önlemek için kolektif kararlar almak son derece politik bir süreçtir. Zizek
“İnsan böyle günlerde tüm yeteneklerini ayaklandırmalıdır.” Abdullah Öcalan
AKP 2015’ten bu yana Kürt barışını “beka”nın önünde bir engel olarak gördü ve bu kaygıyla bekayı tahkim edici sert siyasal stratejileri esas alan bir yol izledi. 1 Ekim itibariyle artık bu şekilde gidilemeyeceği ve bekanın sert güçle sağlanamayacağı anlaşılmış gibi görünüyor. Buna rağmen iktidarın elinde henüz barışa, toplumun sorunlarına ve ülkenin krizlerinin çözümüne denk düşebilecek tutarlı bir barış ve normalleşmeyi içeren bir ajanda yok. Aksine süreç sertleşiyor. Bu bilinçli bir tercih olabilir; ki genel eğilim bu yönde. Yine de bu tercihin ötesinde iktidarın siyasetsizliğe teslim olduğunu, çıkmaz sokaklara sürüklendiğini düşünmek de gözardı edilmemesi gereken bir olasılık.
İktidarın güncel politikasını içeren Suriye’de Kürtlere karşı Arap milliyetçiliğinin, Türkiye’de ise Kemalizm’in kışkırtılması; solun, demokratların ve sağ cenahın bir kısmının polis ve yargı kıskacına alınması, Kürtlere yönelik şiddetin kesintisiz sürmesi, yerel demokrasiyi tamamen ortadan kaldırmayı planlayan kayyım kalkışmasının genişletilerek üçüncü kez uygulanması barışı zorlaştırıyor.
Özellikle kayyım rejiminde ısrar süreci dinamitliyor. Zira DEM Parti’de belediye başkanı olmak artık direk suç olarak görülüyor. Mesele kişiler değil partinin kendisi. Devlet Bahçeli bile DEM Parti’den belediye başkanı seçilse kendisine kayyım atanabilir. Haliyle hukuk eksenli yorumlar parti içi ve dışı geçersiz hale geldi. Mesele hukuki değil, tamamen siyasi; bunu artık anlamak çok zor olmamalı.
Belli ki iktidar bloğu 1 Ekim’den bu yana Kürt meselesinde, sert gücün dışındaki alternatiflere yönelmesine rağmen, bulaşıcı despotik zihinden kurtulamıyor. Beka riskini otoriterliğin kurumsallaşması için araçsallaştırıyor. Savaşa gider gibi barışa hazırlanıyor. Bu durum özellikle iktidar cenahını temsil eden öznelerin tedirgin, kaygılı, gergin ve öfkeli davranışlarına yansıyor.
Esasen iktidar önceki çözüm sürecinin aksine çok daha ciddi bir öz güven sorunu yaşıyor. Bu sorunu, kendisini bilinmez, ön görülemez, kutsal, anlaşılmayan bir güç olarak göstermeye çalışarak örtmeye çalışıyor. Yıllardır köpürtülen “Bir gün ansızın” hamaseti, iktidarı taktiğe boğarak, güven vermeyen, kurumsallıktan hızla uzaklaşan ve yönünü doğrultusunu şaşıran gündelik bilgilerle sınırlı tutarsız bir siyasete mahkum ediyor. 1 Ekim’den bu yana asıl verilmek istenen fotoğraf büyük barış fotosu değil büyük devlet-parti fotosudur. Büyük devlet-parti imajından taviz verilmiyor. Devlet-parti nasıl ki güçlüyken savaşıyorsa, güçlüyken de barış yapar düsturuyla hareket ediliyor. Son zamanlarda baskı dozajının artmasının altında bu imajı koruma amacı var.
1 Ekim’den beri devam eden süreçte Kürtlerin ve Türklerin kaygılarını giderecek ortak bir hedef oluşturulamadı; bilakis kaygılar adeta yarıştırılarak karşı kaşıya konuluyor. Bu da hem bir kısır döngüye yol açıyor, hem umutsuzluğu ve karamsarlığı besliyor. Gelişmeler muhatapların ortak kaygılarını giderici bir yol-yöntemden öte iktidar cenahının savaş retoriği eşliğinde yeniden konsolide olma planları biçiminde yaşam buluyor. İktidar için öncelikli hedef henüz barış değil.
Saha araştırmalarında toplumun barış arzusu büyük olsa da barışın gerçekleşebileceğine olan inanç -muhtemelen iktidarın otoriter ve tutarsız pratiklerinden kaynaklı- zayıf görünüyor. Ve bu durum büyük olasılıkla iktidarın istediği bir tablo. İktidar neden böyle bir tabloya ihtiyaç duyduğunu topluma açıklayamıyor.
İktidarın bu dağınık ve tutarsız tutumu, Kürt barışının devleti zayıflatacağı korkusunun henüz aşılamadığını gösteriyor. Süreç devam ederken otoriter pratiklerin tırmanması barışa yönelik korku ve kaygıyı yeniden üretiyor. Bu nedenle Kürt barışının Türkiye’yi bölme korkusu bölgesel dizaynla birlikte güncellenerek otoriter barışın nesnesi haline getiriliyor.
Günün sonunda ortak bir barış etrafında bir araya gelineceğini umut ediyoruz ama şimdilik paradoks gibi görünse de iki tip çözümün kavgası sürüyor: İktidarın ve Kürtlerin çözümü. İktidarın çözümü; mutlu etmeyen, güldürmeyen, tedirgin eden, güven vermeyen, kaygılandıran, öfkelendiren, kutuplaştıran, yoksullaştıran, tehdit eden, nefes aldırmayan bir çözüm. Kürtler ise rasyonel, onurlu, demokratik çözümü savunuyor; kayyımların olmadığı, herkesin nefes alabileceği, Türkiye toplumunun yeniden biz olabileceği bir çözüm… Kürtlerin çözümü; Kürtlerin güvenliği, hukuku ve bölge halklarıyla ortak yaşam ilkelerine dayanıyor. Ne bildiğimiz anlamda modern pragmatizm, ne de geçmişin saflığı… Her zamankinden daha fazla stratejik akıl, daha fazla demokratik toplum arzusu, daha fazla halklarla barış içinde bir yaşam… Kürtlerin savunduğu barış budur.
Kürtler neyi savunacaklarını, nerede duracaklarını iyi bilen bir halk. Kürt halkının kendi savaşını, yoksulluğunu, gerilimlerini başkasının evine taşıma gibi bir derdi yok. Bu nedenle Kürtlere yaklaşım herkesin barışına yaklaşımı içerir. Bu bağlamıyla Kürtleri emperyalizm ile etiketleyen, başka saflara iten motivasyonlar tehlikeli, bir o kadar da dar yaklaşımlardır. Kürt halkı gibi devrimci, demokratik bir öznenin ortak geleceği kurmada yaratttığı ve yaratacağı sinerjiyi görmezden gelerek böylesi bir hataya düşmek politik ve ideolojik açıdan zayıf bir aklın ürünü olabilir.
“AKP bu süreci kullanacak, AKP aldatacak.” Bu yorumlar kuantumik tezler değil. Herhangi bir kıraathaneye uğrayıp normal yurdum insanı ile sohbet etseniz size benzer şeyler söyleyecek. İktidarın palyatif, iyileştirmeyen bir barış modelinde ısrar ettiği, toplumun lehine olan barış stratejisine mesafeli durduğu doğrudur. Peki o zaman ne yapmalı, nasıl bakmalıyız?
Toplumun yaşam hakkını, ekmek, adalet ve iş hakkını, demokratik siyaset hakkını güvence altına alan bir barışa ihtiyacı var. Özgürlük ve eşitlik hakkını güvence altına alan, tehdit etmeyen, hapishanelere kapatmayan, sürgün etmeyen, yoksullaştırmayan, kutuplaştırmayan, Kürtler için güvenlik ve hukuk, tüm ülke için demokrasiyi içeren bir barışa… Böyle bir barış için kolları sıvamalıyız. Kırk yıllık savaş milyonların yaşamını etkiledi. Savaş büyüktü, barış da büyük olmalı. Herkesin savaşı, herkesin barışına dönüşmeli. Bunu başarabiliriz.