Lübnanlı Prof. Dr. Hoda Rizk, Ortadoğu’da barışın olasılıklarını ve Kürtlerin durumunu gazetemize değerlendirdi:
Abdullah Öcalan’ın ‘Demokratik Ulus’ modeli, Ortadoğu’daki halkların eşit haklarla barış içinde yaşamasını savunuyor ve bölgesel barış için kapsamlı yol haritası sunuyor. Tüm halkların eşit haklar ve özgürlükler temelinde birlikte yaşayacağı bir demokratik sistemi savunuyor
Saliha Aras
KESK tarafından düzenlenen 3. Ortadoğu Barış Konferansı’na Türkiye’den ve Ortadoğu ülkelerinden birçok isim katıldı. Konferansta Ortadoğu’da bitmek bilmeyen savaşların topluma, halklara ve kadınlara bıraktığı hasarlar ve kalıcı bir barışın oluşmasına yönelik atılması gereken adımların neler olacağı üzerine 2 gün süren 2. ayrı oturum gerçekleşti. Bu oturumlara 27 Şubat’ta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı damgasını vurdu. Lübnan Üniversitesi’nden panele katılan ve “Değişen Dünya Koşullarında Ortadoğu’da barışın olasılıkları” üzerine sunum yapan Prof. Dr. Hoda Rizk ile Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri, Türkiye-Suriye ilişkilerini ve Rojava’yı konuştuk.
- Lübnan’da son dönemde yaşanan gelişmeler Hizbullah’ın siyasi gücünde bir zayıflama yaşandığını gösteriyor. Bu durum Lübnan’daki güç dengelerini nasıl etkiler? Lübnan siyasetinden bahseder misiniz kısaca?
Hizbullah’ın geçtiğimiz yıl haziran ayında İsrail ile yaşanan çatışmaların son aşamasında ve sonrasında varılan anlaşmalarla ciddi bir darbe aldığı gerçek. Hizbullah, BMGK’nin 1701 sayılı kararını uygulayacağını açıkladı. Lübnan Hükümeti de bu kararı hayata geçirme taahhüdünde bulundu. Bu karar özellikle Lübnan’ın güneyinde silahlı güçlerin geri çekilmesini öngörüyordu. ancak uygulamada ciddi sorunlar yaşandı. 1701 sayılı kararın her iki taraf için de geçerli olması gerekirken, İsrail bu yükümlülükleri yerine getirmedi. İsrail ve ABD arasında bu konuda örtülü bir anlayış olduğunu ileri sürerek operasyonlarına devam etti. Oysa Hizbullah ve Lübnan Hükümeti, kararın hem İsrail hem de Hizbullah için bağlayıcı olduğunu savunuyor. Bugüne kadar 1701 sayılı kararın yalnızca Hizbullah’a ve Güney Lübnan’a uygulandığı görülüyor. İsrail ise bu kararın tüm Lübnan toprakları için geçerli olduğunu öne sürüyor. Lübnan Hükümeti ise bu tür bir uygulamanın kendi egemenliğinde olduğunu, İsrail’in tek taraflı karar alamayacağını söylüyor. Dolayısıyla şu anda ciddi bir görüş ayrılığı mevcut. Bu nedenle İsrail’ın söylemleriyle bir netlik sağlanması adına Lübnan Hükümeti ile ABD arasında sağlam bir diplomatik anlayışın geliştirilmesi gerekiyor.
- Ortadoğu’da barışın olasılıklarını konuştuğumuzda Abdullah Öcalan yakın zamanda Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı yaptı. Demokratik toplum için Demokratik Ulus paradigması hakkındaki düşünceleriniz nedir? Lübnan siyaseti açısından baktığımızda nasıl okuyorsunuz buradaki gelişmeleri?
Abdullah Öcalan, İmralı’daki tutukluğuna rağmen ve ağır tecrit koşullarında bulunmasına rağmen demokrasi ve insan hakları üzerine birçok eser yazmıştır. Bu kitaplarında, etnik gruplar, dini azınlıklar, kadın hakları ve farklı siyasi partiler ile sistemlerin nasıl bir arada var olabileceğini tartışmıştır. Demokratik Ulus modelini önermiştir. Abdullah Öcalan’ın Demokratik Ulus modeli, Ortadoğu’daki halkların eşit haklarla barış içinde yaşamasını savunuyor ve bölgesel barış için kapsamlı yol haritası sunuyor. Tüm halkların eşit haklar ve özgürlükler temelinde birlikte yaşayacağı bir demokratik sistemi savunuyor. Bu demokrasi anlayışının Kürtler ve diğer azınlıklar da dahil olmak üzere tüm halklar için geçerli olması gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca, her bireyin siyasi, kültürel ve sosyal haklarının tanınması gerektiğini ifade etmiştir.
Bugün Türkiye ile İmralı’daki Abdullah Öcalan ile DEM Parti arasında diyalog başlamış ve PKK’nin silah bırakması istenmiştir. Ancak PKK’nin gücü Türkiye, Irak ve Kandil’de devam etmektedir. Ayrıca Suriye’deki PKK üyelerinin, Suriye Demokratik Güçleri tarafından bölgeden ayrılmaları istenmiştir. Öcalan Kürtlerin ve SDG’nin haklarının kabul edilmesi gerektiğini ve bu hakların hem kültürel, hem de sosyal anlamda Suriye, Irak ve Türkiye’de tanınması gerektiğini vurgulamıştır. Özellikle bu hakların Suriye’de ve Türkiye’de tanınmadığını vurgulamıştır. Şimdi ise SDG Komutanı Mazlum Abdi, Şara ile uzun görüşmeler yapmış ve bu süreçte yapılması gereken şartlar üzerinde anlaşmaya varıldığını belirtmiştir. Ancak asıl önemli nokta bu anlaşmanın uygulanabilirliğidir. Çünkü Şara, anayasanın İslami bir çerçevede şekilleneceğini ve Arap İslami ulusal bir anayasa olacağını ifade etmiştir. Bu durum, Suriye’deki azınlık haklarının nasıl tanınacağı konusunda soru işaretleri yaratmaktadır. Çünkü Suriye’de Arap olmayan ve Müslüman olmayan birçok grup bulunmaktadır. Bu yüzden mesele yalnızca kağıt üzerinde yapılan anlaşmalarla değil, bu anlaşmaların nasıl uygulandığıyla ilgilidir.
- Bu aşamadan sonra Kürtlerin durumu nasıl olacak sizce? HTS ile SDG arasında bir anlaşma yapıldı. Bu Rojava, Suriye ve diğer bölgelerdeki kadınların haklarını nasıl etkileyecek?
SDG bölgelerindeki ve Kürt bölgelerindeki kadın haklarının durumu, HTŞ ve Şara yönetimindeki kadınların durumu oldukça farklıdır. Çünkü Kürt kadınları yaşamın her alanında sosyal, siyasal, kültürel, politik hatta askeri alanda bile yer almaktadır. Kadınlar Mazlum Abdi aracılığıyla orduda özel haklar talep etmişlerdir ve orduda kendine özgü bir durum tanınması gerektiğini talep etmişlerdir. Ayrıca Kürt tugayları, kadınları da kendi saflarına dahil edebilen bir yapıya sahiptir. Ancak büyük bir sorun vardır: HTŞ ile Şara cihatçı bir zihniyete sahip olduklarını belirtmişlerdir. Ve anayasanın İslami bir temele dayandığını açıklamışlardır. Bu durum kadın haklarına farklı bir bakış açısının olmasına yol açmaktadır. Sosyal meselelerle ilgileniyorlar, ama askeri meselelerle ilgilenmiyorlar. Kürtler ise, kadınların siyasete katılımı konusunda farklı görüşe sahip. Bu görüş ayrılıkları yüzeysel değil hayati öneme sahip. Çünkü bu farklılıklar, sürecin ilerleyen aşamalarında büyük etkiler yaratabilir. SDG, kadınların siyasetin her alanında yer aldığı bir yapıyı savunmaktadır. Bugün Suriye’deki yeni rejim henüz kurulmuş değil ve hatta beş yıl sonra bile bir anayasa olacağına dair kesin bir şey söylemek mümkün değil. Eğer beş yıl sonra bir anayasa yapılırsa, bu durum HTŞ’nin çıkarlarına olabilir. Dolayısıyla, HTŞ ve Şara dışında kadınların haklarını savunan SDG ve diğer siyasi partilerin katılımına ihtiyaç vardır.
- Ortadoğu’da çözülmemiş bir Kürt Sorunu ve Filistin sorunu var. Bu bağlamda Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri ve Kürt sorunu nasıl şekillenebilir?
Bugün Türkiye ile HTŞ arasında önemli bir siyasi ilişki olduğunu görüyoruz. Hakan Fidan’ın Türkiye’nin Suriye’yi büyük ölçüde desteklediğini ifade etmesini gözlemledik. Aynı zamanda Arap devletleri, Batı ve Batılı ülkeler Şara’yı destekliyor. Türkiye, Suriye’deki liderliğini, ordusunu ve güvenliğini yeniden kurma çabasını destekliyor. Bu bağlamda şu soru öne çıkıyor: Türkiye, Şara’nın yanında devleti yeniden kurmak için davet alırsa, Suriye ordusunda büyük bir Kürt tümeninin olmasını kabul eder mi? Büyük bir soru ve önemli bir mesele. Mazlum Abdi, Türkiye’nin Suriye ordusunda büyük bir Kürt ve kadın savaşçı birliğini kabul etme olasılığını sorguluyor. Türkiye, HTŞ’yi destekleyen ve kadınlara dair belli bir İslami görüşü savunan bir ülke. Bu durumda, Türkiye bu görüşü kabul edebilir mi ve bir Kürt ordusunu kabul edeblir mi? Ayrıca, Türkiye Kobanê’deki savaşı destekledi, Efrîn ve Minbic’i ele geçirdi ve Fırat’ın doğusundaki Kürtlerin yaşadığı bölgeleri ele geçirmekle tehdit etti. Türkiye tüm Kürtlerin haklarını kabul edebilir mi? Bu Suriye hükümetinin derinlemesine düşünmesi gereken bir sorudur.