Sayın Abdullah Öcalan, sürecin sağlıklı ilerlemesi için ısrarla hukuki düzenlemelere vurgu yapıyor. Demokratik entegrasyon yasaları diyor. Ancak devlet ve iktidar kanadı sanki böyle bir şey yokmuş gibi hareket ediyor. Şimdiye kadar denenenler, sorunun nasıl çözülemeyeceğini ortaya koydu. Nasıl çözülür sorusunun cevabı da büyük oranda verilmiş. Geriye kalan söylenenleri pratiğe geçmektir
Ferhat Akıncı
“Kürt realitesini tanıyoruz. (…) Bu ülkede bazı insanlar kendilerine Kürt demektedirler. Bu insanlar Kürt kökeninden gelmektedirler. Onlar vatandaştırlar, bu ülkenin sahibidirler, azınlık değildirler, Türk vatandaşıdırlar. (…) Ben Kürt meselesi diye bir mesele kabul etmiyorum. Onu kabul ederseniz Türkiye’yi bölersiniz.” (Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in 1993’te yaptığı açıklama.)
Yıllardır Kürt sorunu deniliyor ancak ülke bölünmüyor. Yıllardır Kürt’lere, Türk’sünüz deniliyor ama Türk olmuyorlar.
“Demokrasi Türk’ün de Kürt’ün de hakkıdır. (…) Avrupa Birliğinin yolu Diyarbakır’dan geçiyor. (…) Biz 2000 yılını terör sorununun çözümlendiği bir yıl olarak görüyoruz.” (Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın 17 Aralık 1999’da Amed’te yaptığı konuşmasından…)
Maalesef ki söz konusu demokrasi olduğunda Kürtler de yararlanır diye hiçbir adım atılmıyor. ‘Kürt anasını görmesin’ diye Türk’ün de anasını görmesi engelleniyor.
“İlla her soruna bir ad koymak da gerekmez. Ama illa ad koyalım diyorsanız Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur. Türk olsun, Kürt olsun, Çerkez olsun, Abaza olsun, Laz olsun, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak sorunudur.” (Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın 12 Ağustos 2005’te Amed’te yaptığı konuşmasından…)
Soruna ad koymak elbet önemlidir. Ancak sonrası gelmedi mi, söylenenlerin diğerlerinden farkı sadece tonsal ve renksel bir bir farklılık oluyor.
“Bu sefer başaracağız, bu sefer barış hâkim olacak, bu sefer esenlik hâkim olacak, bu sefer kardeşlik hâkim olacak. (…) Yeni çözüm sürecinin başarısı için Kürt’ün hukukunu, onurunu ve Türk’ün gururunu korumak şarttır.” (TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, 17 Ekim 2025’te Amed’de yaptığı konuşmasından…)
Yukarıdaki açıklamalara benzer açıklamaları çoğaltmak mümkün. Ancak temelde ne demek istenildiği sanırım anlaşılıyor. Bu açıklamaları yapanların hepsi daha sonra tam tersi bir tavır içine girdi. Kürt sorunu benim sorunumdur, diyen Erdoğan 2021’de “Yok Kürt sorununu çözmektir, yok şudur, yok budur… Türkiye’de böyle bir sorun yok. Biz bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik” dedi. Bitirdik dediği de Kürt adına ne varsa her şeyi yasaklaması ve inkâr etmesiydi. Bugünlerde kendilerince adına ‘Terörsüz Türkiye’ dedikleri sürecin de temelinde Kürt sorununu demokratikleşme ile çözmek değil, sadece PKK’nin elindeki silahları almak vardır. Numan Kurtulmuş’un da en çok vurguladığı husus budur.
Kurtulmuş, Amed’te Kürtçe bir şiir okudu ve bu şiirin birkaç dizesi TBMM’nin resmi X hesabında paylaşıldı. Şiir okuma ve hesapta paylaşmaya ayrı ayrı tepkiler geldi. Bazıları sonuna kadar karşı çıkarken bazıları da olumlu bir gelişme olarak değerlendirdi. Karşı çıkanların en temel argümanı “Anayasada resmi dil Türkçe’dir” düsturuydu. Aslında doğru söylüyorlar. Kurtulmuş Anayasal bir suç işliyor. Faşizm ne diyor: “Anayasa’ya göre devletin resmi dili Türkçe’dir, vatandaşı da Türk vatandaşıdır.” Bundan dolayı sırf Kürtçe için yıllardır zindanda olan, memurluktan ihraç edilenler, işlerine son verilenler var. Çok değil daha bir ay önce Barış Anneleri Meclis’e gittiklerinde Numan Kurtulmuşun başkanlığını yaptığı komisyon annelerin Kürtçe konuşmalarına müsaade etmedi. Şimdi ne oldu da Amed’te şiir okuyup resmi hesaplarda paylaşılıyor?
Kürt ve Kürtlük adına devlet ve iktidarın yaptığı her şey korsancadır, yasadışıdır. Yasadışılık, hukuksuzluk faşizmin en temel gıdasıdır. Bugünlerde artan faşist tepkinin nedeni de iktidarın hukuk dışı hareket etmesidir. 2013-2015 yılları arasında çözüm için çaba harcayan devlet yetkilileri dışındaki herkes yargılandı ve cezaevine konuldu. Çünkü iktidar sorumluluk almamak için işi fiilen yürütmeye çalışıyor. Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu bile fiilen çalışıyor. Yani yarın çok rahat bir biçimde yapılanlar inkâr edilebilir, çünkü yasal bir faaliyet değil. Faşizm ve Kürt sorununun dillendirilmesini istemeyenler de bundan güç alıyorlar. Eğer anayasada Kürt’e vurgu olsaydı kimse çıkıp bu hakaretleri yapamazdı.
27 Şubat’ta Asrın Çağrısı’nı yapan Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan, çağrının sonuna şu notu eklemişti:
“Bu perspektifi ortaya koyarken, şüphesiz ki pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.”
Son yaptığı görüşmede, hukuki düzenlemelerin yapılmamasına vurgu yaparak, ‘Halen 27 Şubat çağrısının yapıldığı noktadayız’ dediği belirtiliyor. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarıyla son görüşmesinde şunları belirtiyor:
“Umut ilkesi devletin atması gereken bir adımdır. Bu bagajı kaldırması lazım. Bu, binlerce insanı etkileyen bir meseledir. Nereden bakarsanız bakın bunun kaldırılması gerekir. Hukuk açısından bunun yapılaması gerekir. Politika da adalet de bunun gerektirir.”
Sayın Abdullah Öcalan, sürecin sağlıklı ilerlemesi için ısrarla hukuki düzenlemelere vurgu yapıyor. Demokratik entegrasyon yasaları, diyor. Ancak devlet ve iktidar kanadı sanki böyle bir şey yokmuş gibi hareket ediyor. Şimdiye kadar denenenler, sorunun nasıl çözülemeyeceğini ortaya koydu. Nasıl çözülür sorusunun cevabı da büyük oranda verilmiş. Geriye kalan söylenenleri pratiğe geçirmektir.








