Bugün, ‘Dünya Hukuk Günü’. Her yıl 10 Temmuz, dünya genelinde hukukçuların ve hukuk sistemlerinin önemini vurgulamak amacıyla Dünya Hukuk Günü olarak kutlanır. Bu özel gün, hukukun üstünlüğü ilkesinin, adil yargılanma hakkının ve temel insan haklarının korunmasının ne denli kritik olduğunu bir kez daha hatırlatır.
Hukuk, toplumların düzenini sağlayan, bireyler arası ilişkileri düzenleyen ve adaleti tesis eden temel bir yapıdır. Bir toplumda hukukun güçlü ve bağımsız olması, o toplumun demokratik, özgür ve refah içinde yaşamasının güvencesidir. Hukukun üstünlüğü, tüm bireylerin ve kurumların yasa önünde eşit olması, keyfi uygulamaların önüne geçerek bireysel özgürlükleri korur ve toplumsal barışı sürdürür.
Dünya Hukuk Günü, sadece hukukçuların değil, tüm vatandaşların hukuki okuryazarlıklarını artırmaları ve haklarını bilmeleri gerektiğinin de bir göstergesidir. Çünkü bilinçli vatandaşlar, hukuk sisteminin doğru işlemesi için bir denge unsuru oluşturur ve adaletsizliklere karşı durabilirler.
Bu özel günde, hukukun gelişimine katkıda bulunmuş tüm hukukçuları, avukatları, hâkimleri, savcıları ve akademisyenleri saygıyla anarız. Aynı zamanda, hukukun evrensel değerlerini yaşatma ve gelecek nesillere daha adil bir dünya bırakma sorumluluğumuzu da bir kez daha hatırlarız.
Adalet kavramı eski çağlardan beri insan düşüncesinde çok derin kök salmıştır. Sadece düşünürlerin dağarcığında değil, kutsal kitapların hepsinde adalete ve adil olmaya ilişkin bölümler bulunur. Bütün düşünürler nezdinde de adalet hem etik hem de politik olarak en yüksek erdemdir.
Adalet kavramı söz konusu olduğunda zihnimizde mitolojide adına Themis denilen, adaletin ve hakkaniyetin tanrıçasının o bildik heykeli beliriyor. Bir elinde terazi, bir elinde kılıç, gözleri bağlı olan o simgeyi: Elindeki kılıç, adaletin gücünü ve cezalandırma yetkisini; gözlerindeki bağ, tarafsızlığı; diğer elindeki terazi, hukuku, hakkaniyeti koruduğunu, insanın özlem duyduğu ve olmasını istediği bağımsız, tarafsız, adaletin dengeli şekilde dağıtıldığı, caydırıcılığı olan bir hukuk düzeninin ifadesi olarak düşünüyoruz.
İnsanlık ancak adalet sayesinde güven içinde huzur bulacağının ayrımına varmış ve bu yüzden bu kavramın içini doldurmaya, sürekli güçlendirmeye ve tahkim etmeye çalışmıştır.
Bir yerde hukuk ve adaletin var olabilmesi, söz konusu anlamıyla tarafsızlığını ifade eden “gözünün bağlı” olmasına bağlıdır. Gözbağı çözülmüş bir yargının, kamu otoritesinin tarafı olduğu bir davada adil karar vermesi mümkün değildir. Aynı şekilde, gözünü adalet dışı ve özellikle de kurulu egemenlik yapısının duyarlılık ve önceliklerine açan bir yargı kararından adalet çıkmayacağı gibi, bu kararın ‘vicdani’ olduğu da artık söylenemez.
Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. İnsanca yaşamak ve yaşatmak için adaletli bir düzen gereklidir.
Herkes için hava gibi, su gibi gereklidir adalet. İnsan, sadece kendisi için değil, herkes için adalet istediğinde hukuk üstün olur.
Adalet, haklılık ve hakka uygunluktur, herkesin hakkını tanıma konusunda değişmez ve kesin istektir.
“Bir rejim, halkın adalete inanmadığı noktaya gelmişse o rejim mahkum olmuş demektir. Bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir.” der Montesquieu.
Toplum düzeni ve dengesi, hukuk sayesinde inşa edilir, adalet mekanizmasıyla da yerini bulur.
Adalet literatürü sanığın, birilerini tatmin edecek biçimde ceza alması değil, sanığın adil bir şekilde yargılanması ve suçlu bulunursa da adil bir ceza almasını işaret eder. Bu noktada ölçü: ‘Ne zulüm ne merhamet, yalnızca adalet’ şeklinde olmalıdır.
Adalet, hak, hakkaniyet yoksa, hukuk ve kanun önünde eşitlik yoksa zulüm var demektir.
Böyle bir ortamda her türlü demokratik mücadelenin sürdürülmesi öncelikle etik olarak da insan olmanın gereklerindendir.