İnsan hakları mücadelesi içinde tanıdığımız öyle insanlar vardır ki hepimizde büyük izler bırakmışlardır. İşte, Hüsnü Abi bu derin izler bırakan insanlardan biri.
Onu yakından tanıyanların sürekli söylediği gibi, kendisini hep “ben iflah olmaz bir iyimserim” diye tanımlardı, gerçekten de öyleydi. Biz Hüsnü Abi ile insan hakları mücadelesi içinde o kadar zorlu dönemleri birlikte atlattık ki hiçbir zaman moralinin bozulduğunu görmediğim belki de tek insandı. Hüsnü Abi, zor zamanların insanıydı. Gerçekten de en zor dönemlerde hiç sıkıntı çıkarmadan görev almış, hiç kimsenin üstlenmeyeceği korkutucu görevleri devralmış ve hepimize umut aşılamıştı. Hüsnü Abiyi hatırlarken ilk aklıma gelen nedense hep Kopenhag Kriterleri olur. Kopenhag Kriterleri 1993 yılında Avrupa Birliği Konseyi’nin yaptığı bir toplantıda verilen bir kararlar bütünüydü. Esas olarak demokrasi ve hukukun üstünlüğünü temel alan bir bakış açısını yansıtıyordu. Biz 90’lı yılları o kadar ağır yaşamıştık ki, o kadar büyük hak ihlallerini, en başta yaşam hakkı ihlallerini, gözaltında kayıpları, köy yakmaları o kadar yoğun yaşadığımız bir dönemdi ki gerçekten de bu Kopenhag Kriterleri’nin konuşulmaya başlanması bir umut olmuştu. Hüsnü Abi de her gittiği yerde Kopenhag Kriterleri’ni anlatırdı. O nedenle İHD’de özellikle o dönemi yaşayan birçok insan Hüsnü Abiyi her hatırladığında ilk aklına gelen de Kopenhag Kriterleri olur. Derdi ki; biz bunların hala çok uzağındayız. Bizim yaşadığımız coğrafyada bu kriterler ne zaman uygulanabilir? Ama en azından bu kriterler için biz mücadele etmeye daima devam edeceğiz. Bu kriterleri hep çok önemsedi Hüsnü Abi.
İHD açısından 90’lı yılların başından itibaren çok zorlu dönemler yaşandı. Bunların başında her zaman dile getirdiğimiz gibi 1990 genel kongremizde Vedat Aydın’ın çıkıp Kürtçe konuşmasıydı. O dönem hiçbir yerde Kürtçe konuşulmuyordu. Aslında Kürtçeyi yasaklayan bir yasa da vardı. İşte Vedat Abinin çıkıp Kürtçe konuşması, ardından tutuklanmaları, daha sonra bu yasanın kaldırılması ancak ardından da Vedat Abinin birkaç ay sonra işkence edilerek katledilmesi hepimizi derenden yaralamıştı. Hüsnü Abi de derinden etkilenen insanlardan biriydi. O dönem Kürt meselesi söz konusu olduğunda insan hakları mücadelesi içinde en doğru tavrı alan Türk aydınlarından biriydi kendisi. 1998 yılında İHD’nin Kürt meselesindeki tavrı nedeniyle büyük baskılara maruz kaldığı hatta nefret operasyonlarının yapıldığı bir süreçti. Özellikle Hürriyet gazetesinin İHD aleyhine ve Akın Birdal aleyhine attığı manşetler sonrasında derin güçler tarafından bir saldırı planlandı ve 1998 yılının Mayıs ayında Akın Birdal İHD Genel Merkezi’nde silahlı saldırıya maruz kaldı. Akın Bey, ölümden döndü. Vücudunun birçok bölgesinden aldığı yaralar hala onu etkilemeye devam ediyor. Akın Birdal’ın zorunlu olarak görevi bırakmasının ardından, Hüsnü Abi büyük bir cesaret göstererek İHD Genel Başkanlığı görevini de aldı. O dönem 1999 yılı, Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği dönemdi. Gerçekten de sivil toplum örgütleri ve özellikle Kürtler üzerinde büyük baskılar başlamıştı. İHD Genel Başkan Yardımcıları olarak benim ve Osman Baydemir’in avukat olarak görev almamızın ardından İHD’ye baskılar yoğunlaştı. 25 Kasım 1999 tarihinde derneğe giren bir grup insan Hüsnü Öndül’ü ağır bir şekilde darp etti. Hüsnü Abi bunlara cevap dahi vermedi. O kırılgan cesaretiyle, sözleriyle yapmayın diyerek ancak karşı çıkmıştı. Daha sonra bırakıp gittiler. Hüsnü Abi bundan da etkilenmedi. Yine bize bunları gülerek anlattı, hala ümitvar olduğunu dile getirdi. Aslında biz hepimiz öyleyiz. Hiçbirimiz ümidimizi kaybetmiyoruz. Çünkü bu kadar baskıya rağmen bizim mücadelemizi sürdürmemizin tek nedeni umudumuzu koruyor olmamız.
Hüsnü Abi bundan birkaç yıl önce bir hastalık geçirdi. Bu hastalığa da sonuna kadar cesaretle karşı çıktı. Gülümsemesini hiç yitirmedi. Bu hastalık nedeniyle yaşamını yitirmedi. Maalesef ki kan zehirlenmesi nedeniyle, hastanede aldığı bir mikrop nedeniyle yaşamını yitirdi. Hüsnü Abinin tabii ki bu hayattan gitmesini hiçbirimiz beklemiyorduk. Aslında bizim için en inanılmaz ölümlerden, en inanılmaz gidişlerden biriydi Hüsnü Abinin gidişi. Onun bizden ayrıldığı günün ertesi günü bir anma töreni yaptık. Hüsnü Abinin en belirgin özelliklerinden biri eşi ve çocuklarına olan bağlılığıydı. Gerçekten ben, eşini bu kadar çok seven bir erkeğe çok rastlamadım. Müthiş bir saygı ve sevgi duyardı eşine. Eşi o gün törende Hüsnü Abiyi anlatırken çok dokunaklı cümleler kullandı. Şöyle dedi: “Bizim ilişkimiz aslında çok sessiz bir ilişkiydi. Çok fazla konuşmazdık gün içinde, genel olarak ikimizin de yapacağı şeyler olurdu. Ama bana günde 100 kere seni seviyorum derdi.”
Ne kadar önemli ve onun arkasından konuşan başta eşi olmak üzere herkes o kadar güzel şeyler söylediler ki.
Evet, gittiğine inanamadığımız ama bize o kadar değerli şeyler, değerli düşünce, inanç tarzları bırakan hatta insan olmanın nasıl olması gerektiğini, iyimserliğin bu hayatta umudun baş nedeni olduğunu da bizlere öğreterek gitti. Eminim ki insan hakları mücadelesinde hiç unutulmayacak isimlerden biri de Hüsnü Abidir.