Şimdi bana “kardeşim” diyeceksen
Kusurumu bağışla ama şunu sorarım:
Kimin planına göre?
(Story of Isaac, Leonard Cohen.)
İbrahim, üç semavi dinin de atası olarak kabul edilir. Kutsal metinlere göre İsrailoğulları ve Arap halkları, onun iki oğlunun (İshak ve İsmail) soyudur. O halde, 20. Yüzyılın ortalarından beri tırmanan Arap-İsrail çatışması, teolojik kökeni itibarıyla tam bir kardeş kavgasıdır.
İran’la İsrail arasında yaşanan ve Trump tarafından “12 gün savaşı” adı verilen son çatışmayı bitiren ateşkes ilanının hemen ardından Tel Aviv’de dev bir afiş belirdi: “İbrahim İttifakı: Yeni bir Orta Doğu’nun Zamanı.”
Afişte Trump ve Netanyahu’nun iki yanına dizilmiş on Müslüman Arap lider görülüyor. Anlaşılan o ki ABD başkanı, İbrahim’in mitolojik otoritesine yaslanarak kardeşler arası husumeti ilelebet sonlandırmayı amaçlıyor. Zor bir hedef çünkü “oğulların” kavgası, İbrahim adının çağrışımları uyarınca modern zamanlardan çok geriye, en azından İslam’ın kuruluş dönemine, Medine Sözleşmesi’nin feshine kadar uzanıyor. Husumetin kaynağındaysa, daha da öncesine dayanan, sıkça telaffuz edilmemekle birlikte, kutsal metinlerin hepsinde tekrarlanan bir “tehcir” vakası ve buna içkin bir haksızlık yatıyor.
Kutsal metinlerde yazıldığına göre İbrahim, eşi Sare’den çocuğu olmadığı için soyunu sürdürmek adına hanenin hizmetçisi Hacer’den bir çocuk sahibi olur ve adını İsmail koyar. Bir süre sonra Sare de bir çocuk (İshak) doğurur ve ardından İbrahim’den Hacer’le İsmail’i evden kovmasını ister. Karısının talebine karşı koyamayan İbrahim, genç anneyle ilk oğlunu sürgüne gönderecektir.
İslam inancına göre, Hacer’in sürüldüğü yer Mekke vadisidir; Kureyş kabilesinin, dolayısıyla da İslam peygamberinin soyağacının kökünde de onun İbrahim’den doğma oğlu İsmail bulunmaktadır. Muhammed’in Hacer için Araplara “İşte bu kadın sizin annenizdir” dediği rivayet olunur.
O halde, Leman dergisinin “lanetlenen” karikatürü gibi bütün semavi dinlerin kutsal metinleri bize Araplarla İsrailoğullarının, dolayısıyla da Müslümanlarla Yahudilerin kardeş olduklarını vaaz etmektedir.
Ama, aynı babadan olsa da biri evin hanımından diğeri köleden doğmuş iki çocuk arasındaki kardeşliğin kökeninde bir eşitsizlik yatması kaçınılmazdır. Bunun üzerine bir de İsmail ve annesinin Baba tarafından tehciri, Arap ve Müslüman kimliğinin bir kök travma ve bundan kaynaklı derin bir mağduriyetle malul olduğunu gösterir. Araplar ve Müslümanlar tarih boyunca Yahudilikle ve Yahudi topluluklarla büyük sorunlar yaşamamakla birlikte, iki halk ve iki inanç topluluğu arası çatışmalı durumlarda bu kurucu haksızlığın bir alt metin olarak sürekli mevcut olduğu görülebilir.
1948’de İsrail devleti kuruluşunun ilanı, tarihsel gerilimin sürekli bir çatışmaya dönüş anını imler. İsrail’in bütün komşuları, onu meşru bir devlet olarak tanımamak noktasında birleşmiştir. İsrail’in gayrı meşru ilan edilişi, tarihin derinlerinde meşru evlat olarak tanınmamış olmanın rövanşı değil midir? Öte yandaysa İsrail’in yerleştiği ve işgal ettiği topraklardaki Filistin halkını sistematik olarak göçe zorlayışı, Baba’nın primordiyal adaletsizliğinin sürekli tekrarı anlamında bir kısır döngüdür.
Kendisi “Baba” makamı için pek güven duyulacak bir karakter olmamakla birlikte, İbrahim mitinin gücüne yaslanan Trump, düşman kardeşleri geçmişe sünger çekerek “normalleşmeye” davet ediyor. Bu daveti, Gazze katliamının bütün dehşetiyle sürdüğü bir zamanda yapıyor olmasıysa büyük bir talihsizlik.
Trump’ın “normalinin” ne olduğu, yakın geçmişte yayınladığı Gazze plaj/kumarhane projesi videosunda görülebilir. Bu Disneyland hayalinin tamamen boş olmadığını vurgulamak gerekiyor. Hristiyan gelenekten gelen Trump’ın kafasında, Baba ve Oğul (ya da oğullar) yanında bir de Kutsal Ruh olmaksızın ilahi trilojinin tamamlanması mümkün değil. Zengin bir kapitalist olarak da bilinen Trump, kapitalizmin tanrısının yani Kutsal Ruhun “para” olduğunu çok iyi bilir. İsrail’in, ABD’nin ya da kendi şirketlerinin parası değil tabi: Körfez monarşilerinin petro-dolarlarını, Orta Doğu coğrafyası içinde İbrahim Anlaşmaları ve IMEC projeleriyle dolaşıma sokmanın bölgeye huzur getireceği fikrinde.
İbrahim Anlaşmaları ya da İbrahim İttifakı denince teolojik çağrışımların üzerinden atlamak mümkün görünmüyor. Leonard Cohen’in “kimin planına göre?” sorusu da böylece yanıtını bulmuş oluyor. Trump’ın sihirli formülü, milenyumlarca geriye gidip kök-teolojik açmazları aşma iddiasını içeriyor. Bu mümkün mü, bilinmez. Ama önümüzdeki aylar ve yıllar, Ortadoğu’da bu normalleşme rotası çerçevesinde tartışmalarla geçeceğe benziyor.