Unutulmamalıdır ki; barışa giden yolda, doğru muhatapla doğrudan konuşmak ne bir tavizdir ne de zayıflık. Bu özgüveni yüksek ve cesur toplumların ya da devletlerin gösterebileceği bir siyasi olgunluk ve tarihsel sorumluluk olarak görülmelidir
Nezahat Doğan
Yüzyıllık tarih sayfalarının değişeceği dönüşeceği bir eşikteyiz. Şimdi önümüzde Demokratik toplum, barış ve entegrasyon; üç kilit kavram ve yeni bir aşama var. Şu ana kadar tek taraflı atılan adımlarla süreç bugüne geldi. Kürt Halk önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla örgütü silahları imha etti ama demokratik entegrasyon için gereken özgürlükçü yasal düzenlemeler henüz ortada yok. Süreci pozitif anlamda etkileyecek ve hızlandıracak en önemli adım ise elbette komisyonun Abdullah Öcalan ile görüşmesi olacak. Bu konuda MHP Genel Başkan Yardımcısı ve komisyon üyesi Feti Yıldız’ın yaptığı çağrı bir eşiği ifade ediyor ama artık söz değil pratik adımlar bekleniyor. Masada baş müzakereci önder olarak kabul edilen Abdullah Öcalan ne zaman dinlenecek? Komisyon Öcalan ile diyaloğunu nasıl geliştirmeli? Mesajlar topluma doğrudan nasıl aktarılmalı? Barışı nasıl sahiplenmek gerekiyor? Nasıl yaratıcı ezber bozan adımlara fikirlere ihtiyaç var? Söyleşimizin ikinci bölümünde 2013-2015 dönemi İmralı heyetinde olan siyasetçi İdris Baluken bu konuları değerlendirdi.
- İmralı ile devlet arasında görüşmeler sürerken bir tarafta tehdit dili var siz değerlendirdiniz. Ama algı Suriye’deki Kürtlere ya da Rojava’ya operasyondan bahsedilirken tehdit dili varken O zaman biz barışa nereden bakacağız deniyor?
Geçmişe dair kıyaslama yaparak, çok karamsar bir noktada olmamamız gerektiğini ve olmadığımızı belirtmek istiyorum. Rojava için bir taraftan bu tehdit söylemleri varken, öte yandan da bir diplomatik kanalın açık olduğunu ve zaman zaman eksik de olsa görüşmeler yapıldığını biliyoruz. Sayın Öcalan dünya çatışma örneklerinde benzeri görülmemiş bir şekilde sürecin en sonunda konuşulacak olan başlığı en başa aldı. Bunu yaparken de devlet veya iktidar cenahında hareket edebilecekleri bir alan yaratmaya çalıştı ve bu alan oluştu. Kürtler artık Türkiye halkları nezdinde tehdit olabilecek bir güç olarak değerlendirmek yerine, demokratik temelde haklarının tanınması durumunda birlikte yaşanabilecek bir halk olarak ele alınmaya başlandı.
- Burada devlet ve iktidara düşen görev nedir?
Bu zemini güçlendirmektir. Sayın Öcalan demokratik toplum, barış ve demokratik entegrasyon üzerinden formüle etmiş olduğu çözüm seçeneği ile süreci devletin ve iktidarın işini alabildiğine kolaylaştıran bir yere getirmiş oldu. Hal böyleyken süreci zamana yaymak, gerekli adımları atmamak bu sağlanan zemini aşındırıyor.
- Peki, Mecliste Kurulan komisyon? Abdullah Öcalan’ın “komisyon, sorunun adını ve özünü ıskalamamalı” dediği yerde ivedilikle atılması gereken adımlar ne olmalıydı? Şimdi ne olmalı?
Komisyon statükocu, resmî ideolojiye dayanan bir cumhuriyet yerine yeni bir demokratik cumhuriyet inşasına soyunacak bir misyon ve vizyona sahip olup olmadığı konusunda karar vermeli. İnisiyatifi alabilecek yeterlilikte ve iradeye sahip görünüyor ancak inisiyatif geliştirme konusunda biraz çekingenlik durumu var. Örneğin komisyonun bugüne kadar Sayın Öcalan’la görüşmemiş olmasının hiçbir izahı olamaz. Komisyonun ilk yapması gereken iş Sayın Öcalan’la görüşmektir. Çünkü Kürt tarafı açısından Sayın Öcalan baş müzakereci olarak tanımlanmış. Bugüne kadar komisyonun çalışmasını yürüttüğü Meclise “Sayın Öcalan benim irademdir,” diyen 3 milyona yakın dilekçe gelmiş. Sayın Öcalan’ın silahları susturarak barışı yeniden canlandırmasıyla ilgili tutumu ortaya çıkmış. Bugün Sayın Öcalan’ın bu güçlü ve stratejik iradesi olmasaydı barışı konuşabilecek bir noktada olabilir miydik? O nedenle hala geç kalınmış değil. Bunun yolu ezberleri bozmaktan geçer.
- MHP Genel Başkan Yardımcısı ve komisyon üyesi Feti Yıldız’ın komisyonun Abdullah Öcalan ile görüşmesi için yaptığı çağrıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?
MHP’li bir yetkilinin İmralı ile görüşme gereğini açıkça ifade etmesi, çözümün adresinin ve muhatabının ötelenemeyecek bir gerçeklik olduğunu ortaya koyuyor. Gecikmiş olsa da barış açısından önemli bir açıklamadır. Ancak sözlü ifadenin dışında pratik olarak da bu adımın hızla hayata geçmesinde fayda var. Unutulmamalıdır ki; barışa giden yolda, doğru muhatapla doğrudan konuşmak ne bir tavizdir ne de zayıflık. Bu özgüveni yüksek ve cesur toplumların ya da devletlerin gösterebileceği bir siyasi olgunluk ve tarihsel sorumluluk olarak görülmelidir. Bu açıdan, bundan sonraki tüm süreç için de tabuları, dogmaları aşan, cesur ve özgüveni yüksek başka adımların atılmasından çekinilmemelidir.
- Komisyon içinden 3 -4 kişilik bir heyetin görüşmesinden söz ediliyor. Bu yeterli olur mu?
Bana göre Sadece Sayın Öcalan’la buluşmak, görüşmek de yetmiyor. Komisyonun Sayın Öcalan’la bir kere buluşup sırtını oraya dönmesi, oradan bir izlenim edinerek bir rapor hazırlaması değil, o kapıyı sürekli açık tutarak ve sürekli başvurabileceği bir muhatap olarak tanımlaması lazım. Dolayısıyla komisyonun Sayın Öcalan’la görüşmesi üzerinden İmralı’daki o konseptin de artık tarihe karışması gerek. Sayın Öcalan’ın iletişim koşullarını, çalışma olanaklarını, dış dünyayla temas şartlarının komisyon ziyaretiyle beraber bir milat şeklinde yeniden oluşturulmasına ihtiyaç var.
- Muhatabın devreye girmesinin, konuşmamasının engellenmesinin nedeni nedir? Başka hesaplar mı var?
Biz iyimser yönüyle düşünelim. Bu tarz süreçlerde, böylesi zor meselelerde inişler çıkışlar, durağanlıklar, geriye gidişler, tıkanıklıklar olabilir. Yüzyıllık bir meseleden, 50 yıllık bir savaş gerçekliğinden, 50 binden fazla cenazeden, şehrini, evini terk etmiş milyonlarca insandan bahsediyoruz. O nedenle kötümser ve karamsar değerlendirmeler yapmak yerine barış çarkının dönmesine dair bir ivme var mı diye bakmalıyız. Şu anda bölgesel denklem, küresel gelişmeler ve siyasi konjonktür Türkiye’de Kürtlerle ilgili farklı bir seçeneğe başvurma zemini sunmuyor. Mücadele ve müzakerenin daha güçlü bir zemini olduğunu düşündürtüyor. Dolayısıyla bu yönüyle de var olan tıkanıklık noktalarının nasıl aşılacağına herkesin kafa yorması; toplumu da bu anlamda sürecin içerisine katması gerekiyor.
- Toplumu da sürece dahil etmede eksiklikler olduğunu düşünüyor musunuz? Demokratik toplum, barış ve entegrasyon yeterince anlaşıldı mı?
Bunu sürekli anlatmaya, Türkiye toplumunun tarihi önyargılardan ve korkulardan sıyrılması için aydınlatılmasına ihtiyacı var. Bir takım marjinal kesimlere bu çok kıymetli kavramları çiğnetmemek gerekiyor. Demokratik entegrasyon dediğimiz şey yüzyıldır varlığı inkâr edilen bütün kimliklerin, kültürlerin, inançların varlığının yasal ve hukuki güvenceye kavuşturularak, birlikte yeni bir yüzyıla hazırlanmasıdır. Onurlu ve eşit yurttaşlık temelinde tarihsel bir tekliftir. Kürtler hak elde ettiğinde bizim haklarımız elden gidecek korkularına verilebilecek en güçlü cevap demokratik entegrasyonun kendisidir. Buna karşılık her iki cenahta da bu kavram üzerinden tümüyle süreci bitirmeye dönük hamleler gelişiyor. Bir tarafta ırkçı saiklerle entegrasyon ayrılmanın kendisidir diyor. Diğer bir kesim de yine aynı ırkçı milliyetçi saiklerle entegrasyon asimilasyonun kendisidir diyor. Oysaki demokratik entegrasyon ayrılmayı da asimilasyonu da reddeden; kültürlerin, kimliklerin, dillerin, inançların, özgürlükler temelinde yasal ve hukuki güvenceye kavuşmasıdır. Bir tarafın inkarına dayalı bütün yasalar, kurumların, politikaların yeniden ele alınarak ortaklık temelinde yeniden tanımlanmasıdır.
- Demokratik entegrasyonu nasıl anlamalıyız?
Demokratik entegrasyonun yüzyıldır sorun üreten asimilasyonist entegrasyondan; yani zora dayalı, eritmeyi esas alan, dili, kimliği, inancı bir potada yok etmeye çalışan anlayıştan tamamen farklı olduğunu görmek gerekiyor. Sayın Öcalan’ın teklif ettiği şey bu: 100 yıldır uygulanan ve sorun yaratan asimilasyonist anlayışa karşı demokratik entegrasyon. Siyasal literatürde hukuksal ve yasal karşılığını da “pozitif entegrasyon” olarak bulmuş olan bu kavram üzerinden çözümü formüle ediyor. O nedenle bunu doğru temelde, büyük bir özgüvenle Kürt halkına anlatmaya ihtiyaç var.
- Kavramların ve başlıkların topluma anlatılmasında nasıl bir yöntem izlenmeli? Nasıl bir mücadele hattı örülmeli?
Demokratik zemin ve şiddetsiz yöntemlerle sorunu görünür kılmayı esas alır. Dolayısıyla örneğin onurlu ve eşit yurttaşlık tanımıyla ilgili, yerinden yönetim veya ademi merkeziyetçi hak talebi ile ilgili, anadil kullanımıyla ilgili önünüze herhangi bir sorun alanı veya tıkanıklık noktası geldiğinde, artık söylem düzeyini aşan, doğrudan demokratik mekanizmaları hayata geçiren bir yerden bir mücadeleyi örmeye ihtiyaç vardır. Bu anlamda hem toplum hem de siyaset zemininde, oluşmuş olan bu iklimin fırsatları çok doğru bir şekilde değerlendirilmelidir. Toplumsal ve siyasal alan tıkanıklıklarda kendi mekanizmalarını görünür kılabilir. Barış süreçleri, mekanizmaları kurumsallaştırmadığımız zaman barış iradesini kişilerin iradesine hapsedebilecek riskler taşır. Süreçleri kişisel iradelere hapsetmemek için toplumsal anlamda, siyasal anlamda bu mekanizmaları tıkanıklıkları aşma noktasında nasıl işlevsel ve canlı kılabiliriz arayışı içerisinde olunması gerektiği kanaatindeyim.
- Şimdi silahlar sustu demokratikleşme için siyasetin konuşma zamanı…Peki Toplumun her kesimi amasız fakatsız ortak payda da barışı daha güçlü sahiplenmesi ve içselleştirmesi nasıl sağlanabilir? Nasıl bir ruh gerekli?
Barış tohumu tarihsel olarak hep silahların gölgesi yerine halkların vicdanı ve iradesinde filizlenebilen bir şeydir. Şimdi silahlar sustu, bir tartışma ortamı oluştu. Burada mümkün olduğunca güçlü tarihsel referanslarla toplumu bu sürecin içerisinde aktif bir özne olarak konumlandırmak gerekiyor. Kürt halkı askeri operasyonlar yerine anayasal ve yasal tanınma istiyor. Bu sürecin ruhu budur. Bunu doğru bir şekilde formüle ettiğiniz, mücadele alanına taşıdığınız zaman, vicdan sahibi hiç kimsenin karşı çıkmasına bir nedeni yoktur. İçeride ve dışarıda bu kadar olumlu bir zemin varken sizin demokratik temelde geliştireceğiniz her bir yeni yaklaşım sahaya sürülen veya sürülebilecek bütün o tıkanıklık noktalarını çok rahatlıkla aşabilir kanaatindeyim. Örneğin Türkiye’de Kürt meselesinin çözümü veya demokratik Suriye meselesinin çözümüyle ilgili, yüzde 60 – 70’i muhafazakâr olan bir toplumda siz Medine Vesikasını referans göstererek hükûmet ve devletin öylesi bir çizgiyi niye esas almadığını sorgulayabilirsiniz. Medine Vesikası Hazreti Muhammed’in Medine’de yaşayan Yahudilerin, Hristiyanların, pagan Arapların, Müslümanlarla birlikte kendi kimliklerini inkâr etmeden, kendi kimliklerine yönelik herhangi bir dayatma olmadan, haklarını güvence altına alan bir toplumsal sözleşmedir. “Siz peygamberin ardılı olduğunuzu söylüyorsunuz ama peygamberin çözüm yönteminin niçin kabul etmiyorsunuz? Bunu bir topluma anlatın,” diyebilirsiniz. “Bütün farklılıkların, bütün kimliklerin varlığını bir zenginlik olarak değil de ortadan kaldırılması, susturulması veya bastırılması gereken bir tehlike olarak görüyorsunuz?” diye sorabilirsiniz. Böyle güçlü referanslara başvurarak, Türkiye toplumunun da bu işe mesafeli olan kesimlerin de bu süreci sorgulamalarını sağlamak gerekiyor.
Barışın kaybedeni yoktur
- İdris Baluken’in derdi nedir?
Barışı gerçekleştirilmiş bir ülke özlemi… Tabii birçok sevdiğimiz insanı, kıymetli dostu, mücadeleyi yürüten arkadaşlarını kaybettik. Hepsini ben sevgili Sırrı Süreyya Önder’in o büyük kişiliği şahsında anmış olayım. Biz artık eksilerek sorunlarını konuşacağımız bir ülke gerçekliği istemiyoruz. Sorunlarını aşmış, birbiriyle buluşarak, birbirini çoğaltan, yaşama dair yeni şeyler üreten bir ülke gerçekliği istiyoruz. Benim derdim de buna karınca kararınca katkı sağlamaktır. Halkımızın diliyle söyleyeyim; barışın kaybedeni yoktur, kazananı çoktur. Bu kadar nettir. Bu gerçeği herkesin anlaması gerekiyor.