İktidar Bloku, her ne kadar adını “Terörden Arındırılmış Türkiye” olarak koysa da (bazı iddialara göre bir yıla yakın) bir süredir Kürt Hareketi ile uzlaşma çabası içinde olduğu algısı yaratan bir projeyi yürütüyor.
İktidar ortağı D. Bahçeli’nin öncülüğünde yürütülen bu proje, 27 Şubat günü A. Öcalan’ın görüntülü olarak yaptığı açıklamada örgüte yönelik olarak yaptığı “silah bırakma ve örgütü fesih etme” çağrısı ile olumlu bir karşılık buldu. Çağrının ardından PKK bu çağrıya uyacağını açıkladı. Ayrıca Başta DEM Parti yöneticileri ve HDP eski Eş Genel Başkanı S. Demirtaş olmak üzere Kürt Siyasal Hareketinin her düzeyden temsilcisi kalıcı bir barışı inşa etmek için çağrıyı desteklediklerini ve bunun hayata geçmesi için mücadele edeceklerini ilan ettiler.
Madalyonun diğer yüzünde ise farklı bir strateji hayata geçiriliyor. İktidar Bloku başta Kürtler olmak üzere, muhalefetin seçimlerde kazandığı belediyelere kayyum atamayı, seçilmişleri görevden almayı ve son gözaltı ve tutuklamalarda olduğu gibi bir bütün olarak toplumsal ve siyasal muhalefete, gazetecilere, sendikacılara, meslek örgütlerine ve hatta iş insanlarına dahi göz dağı vermeyi sürdürüyor. Yani siyaset bilimindeki adıyla söylersek, mevcut otoriter rejim “neo- faşizm” olarak da adlandırılabilecek çok daha otoriter ve totaliter bir rejime dönüşme yolunda ilerliyor.
Diyalektik işliyor!
Bu nasıl mümkün olabiliyor? Bir yanda sertleşme artarak sürerken, diğer yanda yumuşama ve uzlaşmadan söz ediliyor. 2013-2015 sürecinde yaşananlar da hatırlandığında bir “samimiyet” sorgusudur gidiyor. Böyle bir çelişkili durum ulusalcı sol başta olmak üzere, ülkede neredeyse hemen herkesin de kafasını karıştırmış durumda.
O halde “ikisi bir arada olabilir mi” diye sormak ve yanıtını aramak gerekiyor. Yani “ülkede hızla aşırı sağ bir otoriter rejim inşa edilirken, devletin yıllardır çatışma içinde olduğu Kürt Hareketi ile kalıcı bir barış yapabilmesi ve böylece demokrasinin önünün açılabilmesi mümkün müdür?
Hayata bakarsak, bunların olması zor olsa da imkânsız değil. Çünkü hayat diyalektiğe uygun bir biçimde ilerliyor. Hayatta monolitik hiçbir bir gelişme yaşanmadığı gibi, hiçbir şey örneğin sadece siyah ya da beyazdan ibaret değil, grinin çok sayıda tonu mevcut. Keza tarihçi H. Zinn’in vurguladığı gibi, “dünya halklarının tarihi sadece barbarlıktan ve katliamlardan ibaret değil. İnsanlık tarihinde savaşların ve yıkımların yanı sıra dayanışma, barış içinde bir arada yaşama gibi dönemler de mevcut”.
Marksist Solun rehber olarak kabul ettiği bir felsefe olan “Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Felsefe”ye göre her şey değişmekle kalmaz, aynı zamanda bu değişim ve gelişim, hali hazırda toplumda var olan ve birbirine tezat oluşturan faktörlerin çatışmasının da bir ürünüdür. Gelişmeyi aynılıklar değil, ayrılıklar/farklılıklar ve bu farklılıklar arasındaki çelişkiler, çatışmalar sağlar. Gelişmenin yönünü ve sonucunu ise bu birbirine karşıt güçlerin hangisinin baskın çıkacağı belirler.
Bıçak sırtı
Barış ve demokratikleşmenin koşulsuz savunucusu biri olarak, barışın inşası ile ilgili olarak yapılan açıklamaları olumlu bulurken, muhalefetin üzerindeki baskıların her geçen gün arttığı, iktidarın yıllardır bu çatışmalardan beslendiği ve izlenen ekonomi politikalarının da başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi halkları daha da yoksullaştıracağının bilincinde olarak, barışın ve demokratikleşme çabalarının bıçak sırtında olduğunun altını kalınca çizmek gerekiyor.
Kısaca, iniş ve çıkışların, sertleşme ve yumuşamaların, çatışma ve çatışmasızlığın, savaş ve barışın, umut ve hayal kırıklıklarının yaşanacağı yeni ve uzun bir sürece girdik. “Eski ölüyor ama yeni de henüz doğabilmiş değil. Bu doğum sürecinde muhtemelen yeni sancılar yaşanacaktır”. Kötünü doğmaması için iyinin yani barışın ve demokratikleşmenin savunulması gerekir.
Bu yüzden de eğer demokrasi ve barış güçleri iyi örgütlenir ve sonuna kadar barışın ve demokrasinin tesisi için mücadele ederse, bu süreç topluma iyi anlatılır ve desteği alınırsa, karşıt güç olan barış karşıtı aşırı sağcı otoriter tırmanış durdurulabilir, hatta sonlandırılabilir. Ancak bu süreç oldukça meşakkatli ve zor bir süreçtir ve asla doğrusal bir biçimde ilerlemeyecektir. Bunun bilincinde olarak, demokrasi ve barış güçleri kararlı ve sabırlı olmak zorundadır.
İki çatışan gücün beklentileri?
İktidar Blokunun Suriye’deki beklentileri, özetle, “artık alt emperyalist bir düzeye gelmiş bulunan Türkiye kapitalizminin ve Neo-Osmanlıcı İktidarın ihtiyaçlarını karşılamak olarak” özetlenebilir.
İç siyasetle ilgili beklentininse; “bir bütün olarak muhalefeti koordineli bir karşılık vermesine fırsat vermeyecek bir şekilde bunaltmak, şoka sokmak, şaşırtmak ve tüketmek”, “terörü sonlandıran bir iktidar olarak, nihayetinde hayata geçireceği bir Anayasa değişikliği ve öne alınmış bir seçimle Erdoğan’ı bir kez daha Cumhurbaşkanı seçtirmek” olduğu söylenebilir. Böylece “Yeni Yüzyıl Türkiye’si” ya da “Türkiye Yüzyılı Projesindeki ‘mutlak iktidar’ın yaratılması sağlanmış olacaktır.
Strateji nasıl yürütülüyor?
İktidarın uyguladığı bu strateji aslında yeni bir strateji değil. Bu, dünya genelinde iktidarı ele geçirmiş olan aşırı sağın ve oligarşilerin otoriterliği kurumsallaştırırken başvurdukları ve kabaca aşağıdaki aşamalardan geçen asırlık bir stratejidir. Sırasıyla:
- Liberal demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına ve kamuya olan güvene amansız bir saldırıyla toplumu şoka sokmak.
- Bu şoku yaygın bir korkuya, korkuyu ise kitlelerin geri çekilmesine dönüştürmek ve kısmen ayrıcalıklı kesimler oluşturarak toplumsal bölünmeyi daha da derinleştirmek.
- Muhaliflerin birleşik bir cephe oluşturmasını engellemek için bu siyasal ve sosyal bölünmeleri kullanmak.
- Her seferinde yeni bir kriz yaratarak ya da mevcut krizleri onlara karşı direnilemeyecek kadar karmaşık bir hale getirerek baskıyı normalleştirmek ve meşrulaştırmak.
- Nihayetinde “yeni” rejimin gerektirdiği formel düzenlemeleri yapmak.
Bir başka anlatımla, köklerini aşırı sağdan alan böyle bir otoriterlik bir korku ve kaos kültürü üretir ve bu kültür üzerinde büyür. Hedefi halkı korkutarak ilerici bir gündemin oluşmasını önlemektir.
Böyle bir kaos, barış ve demokrasi yanlıları için uzun vadeli stratejiye odaklanmanın neredeyse imkânsız olduğu koşulları yaratır. Oysa uzun vadeli bir stratejiye sahip olmak, barış ve demokrasi güçlerinin asıl ihtiyacı olan şeydir. Yani aşırı sağın yoksul, ezilmiş, dışlanmış ve hayal kırıklığı içindeki kitleleri kendine çeken cazibesini ortadan kaldıracak işler yapmak gerekir.
Aynı zamanda zayıflığın göstergesi!
Diğer taraftan, İktidar Blokunun bu baskılarının hızı ve ölçeği aynı zamanda onun zayıflığının ve kırılganlığının da bir göstergesidir. Çünkü ani saldırı stratejisi demokratik muhalefet için sadece bir tehdit değil, aynı zamanda bir fırsattır. Aşırı sağa yaslanmış otoriter bir rejim herkese aynı anda saldırdığında, genellikle aynı hizada olmayan çizgiler arasında geniş tabanlı bir dayanışma potansiyeli de yaratır. Ancak demokratik muhalefet açısından bu tehditlerin bir fırsata dönüştürülebilmesi için bunlara hızlı, kitlesel ve örgütlü biçimde tepki vermek gerekir.
Yani siyasal iktidar, muhalefeti darmadağın etmeden bu tepkiyi örgütlemek gerekir. İktidarın taktiklerinin muhalefeti daha da bölmesine ve felç etmesine izin vermeden, siyasal ve toplumsal muhalefeti birleştirmek ve harekete geçirmek şarttır.
Kürt Hareketinin beklentisi?
Suriye’deki son gelişmelerin Devleti Kürtlerle birlikte hareket etmeye zorladığının bilincinde olarak, Kürt Hareketinin Suriye’de elde ettiği kazanımları korumak ve bu durumun tüm bölgede olumlu yansımalarını sağlayabilmek için kendilerine uzatılan eli geri çevirmediği ve bir kez daha barış sürecini gündeme getirdiği ileri sürülebilir.
Eğer durum böyle ise, iktidarın uzun vadeli daha fazla otoriterleşme stratejisine karşı oluşturulacak strateji; “silah bırakma/çatışmasızlık sürecini kalıcı bir barışla sonuçlandıracak bir şekilde barışa sahip çıkmak, İktidar Blokunu bunu hayata geçirecek hukuksal ve siyasal düzenlemeleri yapmaya zorlamak ve bu süreci akamete uğratabilecek unsurlar konusunda çok dikkatli olmaktır.
Aynı zamanda iktidarın baskıcı eylemlerini ve niyetlerini ifşa etmeye dayanan anlatılara ilave olarak, topluma verilecek olumlu mesajlara ve geleceğe odaklı, alternatif yeni hikâyelere de ihtiyaç var. Çünkü tarih bize otoriter rejimlerin sadece fiziksel güçle yenilemeyeceğini gösterdi. Ona karşı ideolojik ve politik mücadele aynı anda ve birlikte yürütülmelidir. İdeolojik ve politik mücadele ile özellikle de aşırı milliyetçiliğin etkisi altındaki başta orta sınıflar olmak üzere tüm sosyal kesimler aşırı sağın etkisinden kurtarılmalıdır.
İhtiyacımız olan ihtiyatlı iyimserlik!
Otoriter rejimlerin umutsuzluktan beslendiğini unutmayalım. Ancak “ne abartılmış kötümserlik” ne de “abartılmış iyimserlik” içine düşelim. Çünkü aşırı kötümser analizler bizi teslimiyete ve pasifizme, aşırı iyimser analizlerse maceracılığa götürür ki bu da uzun vadede hayal kırıklığı ve ardından da pasifizm ile sonuçlanır. Bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şey “ihtiyatlı iyimserlik”tir.