Burada ele alınacak iki süreç ve tek meselenin birliğini kavramanın ön şartı, bunların üzerinde kabuk bağlamış mistik/ideolojik önyargılar örtüsünü kaldırmaktır. Bu metin, böyle bir de-mistifikasyon çabasına katkıda bulunmak umuduyla yazıldı.
Birinci süreç, 1 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin DEM Parti eş-başkanlarıyla tokalaşmasını takiben 25 Ekim günü Öcalan’ı meclise davet etmesiyle start alan barış girişimidir. İlk andan itibaren muhalefetin sosyal demokrat, ulusalcı vb. olarak tanımlanan çoğunluk kanadında kaygı uyandırdı. Barış vaadi karşılığında DEM Parti’nin AKP’yle ittifak kurarak Erdoğan diktasını perçinleyen bir anayasa yapma yoluna girdiği iddia edildi.
2013-2015 yılları arasında yaşanan çözüm sürecinden sonra AKP yönetimi altında gündeme gelen bu ikinci girişim bağlamında İmralı ziyaretleri ve Öcalan’ın çağrısı gibi önemli adımlar atılır ve tarihi bir Newroz’un hazırlıkları sürerken ansızın farklı bir süreç başladı: 19 Mart ya da İmamoğlu süreci. Muhalefetin sosyal demokrat ve ulusalcı kanadı gözünü yine Kürtlerin ve DEM Parti’nin tavrına çevirdi. Bir tarafta protesto eylemleri büyürken öteki tarafta bayram kutlamaları yapılması eleştirildi. Onlara göre, başlangıçta ifade ettikleri kaygılar doğru çıkıyordu.
Bu ikili süreç, birçoklarına Gezi dönemini hatırlattı. Gezi ayaklanması da bir barış sürecinin devam etmekte olduğu koşullarda patlamıştı. Aradan geçen on iki yıllık süre zarfında, Kürtlerin Gezi’ye destek olmadığı iddiası sürekli tekrarlandı.
Sosyal demokrat/ulusalcı eleştirmenlere en kestirme yanıt, “o papazı dövdürmeyecektik” ya da “sarı öküzü vermeyecektik” mottolarıyla bilinen ünlü hikâyeye referansla veriliyor. Özetle, HDP’li vekiller ve siyasi liderler dokunulmazlıkları kaldırılıp hapsedilirken, Kürt illerine kayyum üzerine kayyum atanırken milliyetçi hislerle desteklediniz ya da seyirci kaldınız. Şimdi Kürtlerden herhangi bir talepte bulunmaya hakkınız yok.
Gezi’yle benzerlik de tam tersinden okunmaya müsait. Gezi isyanı, ilerlemekte olan çözüm sürecinin sekteye uğramasına da hizmet etmişti. Şimdi de 25 Ekim sürecinin, 19 Mart süreciyle baltalanması gündemdedir.
Gezi ve Wallerstein
Birinci anlatı mı doğrudur, yoksa ona verilen yanıtlara içkin ikinci anlatı mı? 25 Ekim sürecinde mi ısrar edilmelidir yoksa her türlü talep 19 Ekim’de CHP önderliğinde başlayan isyana mı endekslenmelidir? Her ikisinin de yanlış olduğu, doğru olanın iki anlatının ortak noktalarını aramak olduğu ve benzeri “tarafsız” yorumlar yapılabilir. Ama bu tür tepeden kuşbakışı nasihatlerin herhangi bir çözüm üretmesi beklenemez.
Marksist düşünür Immanuel Wallerstein, Gezi olayları sırasında yazdığı “Kürt İkilemi” başlıklı bir makalede, Taksim meydanına tepeden değil de dışarıdan bakarak önemli gözlemlerde bulunmuştu. Kürtlerin protestolara katılma konusundaki tedirginliği, alanlardaki çoğunluğun Atatürk milliyetçiliğini savunmalarıyla bağlantılıydı. Türkiye’nin Türklere ait olduğu, Kürtlerin ancak “dağ Türkleri” olarak adlandırılarak dil ve kültür konusunda herhangi bir tavizin söz konusu olamayacağı gibi Kemalist ideolojik önyargılarla yüklü kitlelerdi söz konusu protestocular. “Taksim Meydanındaki grupların çoğunluğu, Kürtler hakkında olası yeni düzenlemelere bütünüyle karşı çıkan bir zihniyete sahip.”
On iki yıl sonra Mansur Yavaş’ın kürsüden, Tanju Özcan’ın sosyal medyadan attığı ırkçı naralar eşliğinde Saraçhane meydanındaki umumi manzara hakkında da benzer cümleler kurmak ne yazık ki hiç zor değil. Ama bu gözlemden, 19 Mart akşamı başlayan iktidar karşıtı protesto dalgasının 25 Ekim sürecine itiraz amaçlı olduğu sonucuna sıçramak zorlama olur. Ne de Newroz kutlamaları ve barış müzakerelerinin devamı, 19 Mart protestoları karşısında bir duruşun ifadesidir.
Dr. Derya Kömürcü: ‘Roller değişti’
Daha yerinde bir yorum, kamuoyu araştırmacısı Doç. Dr. Derya Kömürcü’nün gözlemlerinde bulunabilir. Kömürcü, iki süreci birbirine karşıt olarak okumanın eldeki verilere göre yanlış olduğunu belirtirken bazı önemli notlar da düşüyor: “Biz bu iktidarı tanıyoruz; bugüne kadar yaptığı siyasi mühendislikleri biliyoruz. İktidar, (barış sürecini) DEM Parti seçmeninin muhalefetin cumhurbaşkanı adayını desteklemesini engellemek, iktidar adayını yani Erdoğan’ı desteklemeyeceklerse bile en azından tarafsız olmalarını sağlamak amaçlı kullanmaya çalışacaktır.”
Bu bakışa katkı olarak, AKP iktidarı kadar muhalefet içindeki barış karşıtı ırkçı kesimin de iki süreci birbirine karşı kurgulayarak kendi farklı hedefleri doğrultusunda işlemekte oldukları söylenebilir. Bu siyasi/ideolojik manevralardan barış sürecinin baltalanması, toplumsal muhalefetin bastırılması ve AKP dikta rejiminin tahkimi toplu sonuçlarını elde etmek umuluyor olsa gerekir.
Zizek: Felsefi zemin ayarı
Eldeki bir sorunu dillendirmek de çözümün önemli bir parçasıdır. Ama burada durup zamanımızın ünlü radikal filozofu Slavoj Zizek’in bir uyarısını dikkate almak gerekiyor: “Eleştirel aydınların görevi, başkaları tarafından formüle edilmiş sorunları çözmek değildir. Sorunun bir parçası da çoğunlukla o sorunu nasıl algıladığımızdır. Benim önceliğim, bir sorunun formülasyonuna içkin gizli önyargılara işaret etmek ve bunları düzeltmek olmalıdır.”
Bu felsefi zemin üzerinden bakıldığında, öncelikle ulusalcı sosyal demokrat cenahın Kürt hareketini kendi başarısızlıklarının sorumlusu olarak görme eğiliminin tipik bir kolonyal önyargı olduğunu vurgulamak gerekir. Burada ele alınan iki süreç (25 Ekim ve 19 Mart) ve tek meselenin (demokratikleşme) birliğini anlamak, bu ideolojik önyargıyla hesaplaşma görevinin önemini kavramakla mümkündür.
Böyle bakıldığında, Gezi’den on iki yıl sonra meseleyi artık “Kürtlerin ikilemi” olmaktan çıkarıp “CHP’nin İkilemi” olarak adlandırma vaktinin geldiği görülecektir. Wallerstein 2013 tarihli gözlemlerini, “Kürt hareketi politik olarak ne yapmalı?” sorusuyla bitiriyordu. Günümüzde bu soruyu “CHP ve muhalif hareket politik olarak ne yapmalı?” şeklinde yeniden biçimlendirmenin daha doğru olduğu görülmektedir. Bu kavrayışın örneği olarak siyaset bilimci Dr. Derya Kömürcü, “DEM Parti’nin toplumsal muhalefet tarafında kalmasını sağlamak çok önemli” diyor ve Özgür Özel’in son dönemde sergilediği tavrın bu ihtiyacı gören, bunun farkında olan bir tavır olduğuna dikkat çekiyor.
25 Ekim ve 19 Mart süreçleri; bunları iki farklı, hatta birbirine zıt iki gelişme olarak algılamaya neden olan mistik/ideolojik önyargılar örtüsü kaldırılarak olası müşterek hedefleri üzerinden yeniden okunduğunda, tek bir mesele – demokrasi meselesi – hakkında oldukları anlaşılacaktır.
Derya Kömürcü, 19 Mart siyasette dengeleri değiştirdi mi? https://www.youtube.com/watch?v=qy3s2dBC0bU
Immanuel Wallerstein (2013), Turkey: Dilemma of the Kurds, Reflections on Taksim. https://doi.org/10.13169/jglobfaul.1.2.0031
Slavoj Zizek (2025), Zero Point.