25 Temmuz Cuma akşamı, Milas’tan sonrası vasıta sorunu yaşayacağım korkusuyla yola çıkmıştım. Ancak sosyal medyada yaptığım yola çıkış paylaşımı beni yüreği güzel iki insanla tanıştırdı.
İki yürekli insana ait otomobille İkizköy’e doğru yolculuğa başladık. Yol boyunca konumuz İkizköy ve doğa–insan çelişkisi oldu. İnsanın vicdandan yoksun yaklaşımlarına nedenler ararken, kapitalist modernitenin tarihi derinliklerine doğru ilerledik. Söz dönüp dolaşıp vicdana geldi. “İyi” nedir sorusuna cevabı vicdana bıraktık. İsimlerini vermek istemeyen sevgili dostlarıma kucak dolusu sevgilerimi gönderiyor, teşekkür ediyorum.
Sağlık sorunları nedeniyle görüşme yapamadığımız muhtarımız Sayın Nejla Hanım’a buradan bir kez daha acil şifalar diliyoruz. Kendisinin de dahil olduğu direniş kültürü, yumuşak ve sevgi dolu yaklaşımları, tanıştığım köy sakinlerinde de görünce açıkçası gurur duydum.
Bu güzel ve misafirperver yaklaşımlar, benim bencil önyargımı kendi süzgecinden geçirince ortaya yardıma muhtaç insanlar değil; köyün tarihinde kökleşmiş bir direniş ruhu çıktı.
Bu ruh, çevre köylerdeki pasif duruşların, hatta arsalarını maden şirketlerine satan zihniyetlerin içinde umut vaat eden pırlanta gibi parlıyordu.
Sayın muhtarımızdan öğrenmek istediğimiz son durumu ve gelişme aşamalarını, evlerine misafir olduğumuz tatlı insanlar bize aktardılar.
Sadece İkizköy’ü değil, Şırnak’ı, Gabar’ı, Cudi’yi, Kürtleri ve yakılan köyleri konuştuk.
Yaraları olan ama bunu yıllarca bağrında saklayan anneler, babalar gibi hüzünlendik, üzüldük.
Tehlikeleri devam eden ve tehlikeli insanların fırsat kolladığı durumları konuştuk.
Zebanilerin olası saldırılarına karşı neler yapabileceğimizi, yapmamız gerekenleri konuştuk; kararlar aldık. Cenneti savunmaktan geri durmayacağımızın sözünü verdik ve sözlerimizi yineledik.
İkizköy topraklarını satmak istemeyen, direnişi büyütmek isteyen ve direnişin kalesi gibi başı dik ve gururlu duruşu ile şimdiden Milas’ın, Muğla’nın, Şırnak’ın umut abidesi olma yolunda ilerliyor.
Genç nüfusun şehir merkezlerine göç ettiği İkizköy, geride kalan yaşlı insanları ile ışıltılı bir toplum vaad ediyor.
ikizköylüler, son nefeslerine kadar direniş sözü verirken, gözlerindeki kararlılık bana Sovyet dönemindeki ilk köylü militanları hatırlattı. Bu köylülerin gözündeki isyan, en imansız yüreğe bile kıble gösterir. Fakat aynı kararlılığı ve isyanı çevre köylerden görmeyebiliriz. Bazı köy sakinlerinin kendi arsalarını “şirkete” sattığı ya da satabilecekleri iddiaları bizi tasalandırsa da, direnişi yaşam ilkesi hâline getiren İkizköylüler beni teselli ediyor. “Önemli olan son kaledir, bu kale ayakta duracak.” diyorlar. Bu yazıda doğanın nasıl talan edildiğini anlatmayacağım. Zaten hepimiz biliyoruz… Kimimiz bunu bilimle kavrıyor, kimimiz felsefeyle. Bazımız sadece kalbinin sesini dinliyor. Âmâ hepimiz aynı yaradan geçtik. Ayrı mahallelerde otursak da aynı yangının çocuklarıyız.
Ve bilirim, bir gün gerçekten yan yana gelirsek, ne yön ararız ne de inançları. Yeter ki birbirimizin ıslığını duyalım. Aynı melodiyi taşıyorsa sesimiz, yol kendiliğinden açılır. Çünkü bu ülkenin kalbi hâlâ içimizde atıyor. Vicdanın sesini bastıranlara karşı, birlikte yürümeye niyet eden herkesle aynı hizadayız.
Şimdi bir mahalle zor durumda.
İkizköy; adı küçük ama direnişi büyük olan o köy. Görünmeyen ellerin, görünür iştahların hedefinde.
O mahalleden bir ıslık duyulursa eğer, bizim susmamız değil, koşmamız gerekir. Omuz omuza, nefes nefese, aynı ezgiyi çoğaltarak…
Kapı numarası, #ikizköylülerdireniyor.