Meclis’te görüşülmesi beklenen İklim Kanunu’na tepkiler sürüyor. İklim Adaleti Koalisyonu’ndan Deniz Gümüşel teklifin iklim krizine karşı bir mücadele değil, sermayenin çıkarlarını gözeten bir tasarı olduğunu belirtiyor
Duygu Kıt
Meclis Çevre Komisyonu’nda 26 Şubat’ta görüşülerek kabul edilen ve ilk ‘İklim Kanunu Teklifi’ olarak duyurulan teklife ekoloji örgütleri karşı çıkarken teklifin geri çekilerek iklim değişikliği ile mücadele eden bir teklifin hazırlanması isteniyor. Meclis’e gelmesi beklenen teklifin içeriğinin ise küresel ısınmayı önleyici tedbirleri almaktan, ormanları, tatlı su kaynaklarını, biyoçeşitliliği ve doğal alanları korumaktan uzak olduğu belirtiliyor. İklim Adaleti Koalisyonu üyesi çevre mühendisi Deniz Gümüşel, yasa tasarısını ve neyi amaçladığını, ekoloji örgütlerinin itirazlarını gazetemize değerlendirdi.
Kanuna ihtiyaç var ama…
İklim Adaleti Koalisyonu üyesi Deniz Gümüşel, mutlaka bir iklim kanununa ihtiyaç olduğuna fakat söz konusu kanun teklifinin mevcut ihtiyaçları karşılayan bir kanun teklifi olmadığına dikkat çekti. “Türkiye iklim değişikliğinden en çok etkilenen bölgelerden birinde Akdeniz Havzası’nda yer alıyor” diyen Gümüşel, kanun teklifine ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu: “Son 10 yıldır sıcak dalgaları, kuraklık ya da sel gibi aşırı hava olayları, aşırı olaylardan kaynaklı su baskınları hem insan yaşamının tehdit altında olmasına hem yaşadığımız şehirlerin altyapılarının çökmesine hem de tarımda verimlilik değişmesi nedeniyle gıda güvencesinin tehlike altına girmesine ya da gıda fiyatlarının artmasına yol açıyor. Dolayısıyla mutlaka iklim değişikliğinin önlenmesi ve artık önlenemeyecek olan iklim değişikliğine dair uyum çalışmalarının yapılması gerekiyor. Bu yüzden bir iklim kanununa ihtiyacımız var ama gündemdeki kanun teklifi maalesef bu ihtiyaçları karşılayan bir kanun teklifi değil.”
Şirketlere yarıyor
“Kanun teklifinde iklim değişikliklerine neden olan sera gazlarının azaltılması için bir piyasa mekanizması kurulması öngörülüyor” şeklinde sözlerini sürdüren Gümüşel, şunları dile getirdi: “Teklifle şirketlerin atmosfere sera gazı salmalarına ve bunun fiyatlandırılmasına yönelik bir mekanizma kuruluyor. Şirketlerin atmosfere saldıkları sera gazı miktarına göre piyasada bir para ödemeleri gerekecek, bir karbon fiyatlandırılması yapılacak. Karbon salmanın fiyatı arttıkça şirketlerin dönüp kendi üretim süreçlerinde daha az sera gazı salacak şekilde bir takım teknolojik iyileştirmeler yapacakları ya da enerji türlerini değiştirecekleri varsayılıyor. Aslında sera gazlarını azaltmaya yönelik tüm politikayı şirketlerin ekonomik kararlarına bırakıyor. Fakat söz konusu durum piyasanın kendisine bırakılamayacak kadar hayati bir mesele.”
Kirletme hakkı veriliyor
Kanun teklifinin şirketlere kirletme hakkı verdiğini belirten Gümüşel, “Şirketlerin sera gazı salmaya devam etmesiyle birlikte iklim değişikliğinin şiddeti artacak” dedi. Gümüşel, şöyle devam etti: “Türkiye artık kişi başına sera gazı salma hızı en çok artan ülkelerden ve geçtiğimiz beş yıl boyunca da en fazla sera gazı salan ilk yirmi ülke arasında yer aldı. Bu nedenle, Türkiye’nin sera gazlarını azaltmaya yönelik küresel olarak da bir sorumluluğu var ancak kanunda böyle bir öngörü yok. Varsayalım ki bu piyasa ekonomisi yöntemi işe yarayacak bir yöntem. Avrupa Birliği’nde belirli oranlarda bu mekanizmayla sera gazların azaltıldığına yönelik veriler var. Ancak bunun gerçekleştirilebilmesi için öncelikle ülkenin maksimum salacağı sera gazı miktarına bir sınır koyması gerekiyor. Türkiye’nin böyle bir üst sınırı yok. Mesela 2030’a geldiğimizde 2020’de saldığım sera gazlarına göre sera gazı emisyonlarımı %35 oranında azaltmayı taahhüt ediyorum gibi bütün ekonomik sektörleri kapsayacak bir hedef koymuyor. Tam tersine diyor ki ‘ben 2038 yılına kadar sera gazı salımlarımı arttırarak devam edeceğim.’”
Yasa iklimi korumuyor
İklim Kanunu teklifinin gerçek bir koruma sağlamadığının altını çizen Gümüşel, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bir yandan kuralsız madencilik yapılırken, doğal alanlar, ormanlar yok edilirken bir yandan plansız kentleşme ile doğal alanlar ortadan kaldırılırken kanun teklifi ile iklim değişikliğiyle mücadele ediliyoruz deniliyor. Kanun teklifinde bir cümle içerisinde korunan alanların korunmasından bahsetmiş. Bu gerçekçi değil. Siz madencilik, enerji, sanayi politikalarınızı aynı tutup bir yandan iklim değişikliğiyle mücadele ediyoruz diyemezsiniz. Dolayısıyla bugün içerisinde olduğumuz sistemin bize dayatmış olduğu ekonomik kalkınma politikalarının hiçbiri, iklim değişikliğiyle mücadele perspektifine uyumlu değil.”
Önlem alınmazsa felaket…
Gümüşel son olarak iklim değişikliğine karşı gerekli tedbirlerin alınmamaya devam edilmesi halinde yaşanacak olanları şöyle özetledi: “Bilim insanları maalesef iklim değişikliğiyle birlikte özellikle vektörlerle taşınan bulaşıcı hastalıkların artacağını söylüyor. İklim değişikliği aynı zamanda gıda üretimine çok büyük bir darbe vuracak. Hem susuzluk nedeniyle hem aşırı sıcaklar nedeniyle gıda ve temiz su güvencesinde önemli riskler tanımlanıyor. Bu da sağlıklı ve yeterli gıdaya ulaşamayan insan topluluklarında çok daha ciddi sağlık problemleri gelişim gösterecek. Örneğin bebeklerde, çocuklarda gelişim bozuklukları olabilecek. Temiz suya ulaşmak konusunda sıkıntılar yaşayacağız. Gene iklim değişikliği nedeniyle temiz su kaynaklarımız tükenecek, azalacak. Su potansiyelimiz azalacak. Bunun getirdiği sağlık sorunları olacak. Doğayı ve toplumu koruyacak nitelikte bir iklim kanunu bu sorunlara çözüm üretmek zorunda.”