Türkiye bir açık hapishaneye, diğer yandan kölelik ve sefalet ülkesine dönüştürüldü. İş cinayetleri, kazalar, hukuksuzluklar bize sistemin iler tutar yanının kalmadığını gösteriyor. Dilovası’ndaki işçi cinayeti bile bile işlenmiş. Adeta devletin kurumlarının gözü önünde kurulan bir cinayet tezgahından söz ediliyor. Her tarafından dökülen bir sitem, onu ayakta tutmaya çabalayan ve ancak miadını doldurmuş bir iktidar var.
Adnan Selçuk Mızraklı ve çırpındıkça batan iktidar
Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti kavramları, son yıllarda siyasi hesapların gölgesinde erozyona uğramaktadır. Bu erozyonun en somut örneklerinden biri de önceki dönem Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Adnan Selçuk Mızraklı’nın denetimli serbestlik talebinin ikinci defa reddedilmesidir. Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulu, talebi “Kurumumuzda bulunduğu süre içerisinde terör örgütünden ayrıldığına dair bir beyanı bulunmadı” gerekçesiyle reddetmiştir. Bu karar, bireysel bir hukuksuzlukla birlikte, aynı zamanda halk iradesinin sistematik gaspıdır.
Barış ve demokratik toplum süreci’ni sabote
Adnan Selçuk Mızraklı, barış ve demokrasi için ömrünü adamış bir siyasetçidir. Yıllarca bu idealler uğruna bedel ödemiş, adeta rehin tutulmuş bir isimdir. Siyasi görüşü bellidir; Barışı savunmakta, demokratik toplum için mücadele etmektedir. Ancak Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulu, Mızraklı’dan “terör örgütünden ayrıldığına dair beyanı yok” gibi absürt bir değerlendirmeyle yetkilerini aşmaktadır. Bir kurulun, bir siyasetçinin ideolojik duruşunu sorgulama ve buna göre özgürlüğünü kısıtlama hakkı yoktur, olamaz. Bu, açıkça ideolojik hesaplarla hareket eden bir mekanizmanın intikamcı tutumudur.
DEM Parti’nin önceki gün yaptığı açıklamada haklı olarak vurgulandığı gibi, bu ret gerekçesi keyfi ve hukuksuzdur. Kurul, kendini yargı organı yerine koyarak siyasi tutsakları cezaevinde tutmaya devam etmektedir. Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ni adeta sabote eden bu tür kararlar, hukuk ve demokrasi açısından gayri meşrudur. Mızraklı ve tüm siyasi tutsaklar derhal özgürlüklerine kavuşmalıdır.
Cezaevleri kurulları, hukuksuzluğun abidesi
Cezaevleri İdare ve Gözlem Kurulları, kuruluşundan bu yana siyasiler için bir hukuksuzluk abidesi haline gelmiştir. 30 yılını cezaevinde geçirmiş yüzlerce politik şahsiyet, “düşüncelerinden neden vazgeçmediği” gibi absürt bir “kanaatle”, infazının yakılması, tahliyesinin ertelenmesiyle karşı karşıya kaldı.
Bu cezaların siyasi hesaplarla verildiği bilinmektedir. İktidar adeta bir infaz kurumu gibi işliyor. Kayyım uygulamaları, siyasi hesaplar kapsamında devreye sokulmuştur. Ayrıca barış ve çözüm sürecinin devam ettiği bir dönemde bile hukuksuz cezalar sürdürülerek, süreç sabote edilmektedir. Böylece Mızraklı’nın tahliyesini geciktirenler, suç işlemeye devam etmektedir.
Yüzlerce isim, aynı hukuksuzluk
Mızraklı yalnız değil. Demirtaş, Figen Yüksekdağ ile Kobanê Kumpas Davası tutsakları, Osman Kavala, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman gibi yüzlerce isim, gazeteciler hukuksuz olarak hapishanelerde tutulmaktadır. Bir yandan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, 1 yıl 1 ay tutukluluğun ardından serbest bırakılmış olsa da halk iradesinin gasp edildiği Esenyurt’ta kayyım rejimi devam etmektedir. Diğer yanda, binlerce sayfalık iddianamelerle ve binlerce yıllık hapis cezası istemleriyle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve CHP’li belediye başkanları ile belediye çalışanları hapiste tutulmaktadır.
İBB iddianamesi, siyasi bir dosya
İmamoğlu ve CHP’liler için hazırlanan ve bir iddianameden çok siyasi bir rakibini siyasallaşmış yargı üzerinden yok etme dosyasına işaret eden gelişmeler de bunu gösteriyor. CHP’nin kapatılmasından İstanbul İl binasının gasp edilmesine uzanan, tamamen bir irade ve hukuk gaspı dosyasıyla karşı karşıyayız.
Bu çifte standart, sürecin karmaşıklığını gözler önüne sermektedir. Bir tarafta barış ve çözüm, Demirtaş’ın tahliyesi için “eli kulağında” gibi laflar dolaşıma sokulurken, diğer tarafta anti-demokratik uygulamalar ve hukuksuzluk ayyuka çıkmaktadır. TBMM Komisyonu üzerinden barış ve çözüm görüşmeleri, İmralı ziyareti tartışmaları sürerken, siyasi kararlar iktidarın bekasıyla iç içe geçmektedir.
İktidarın şantajı ve demokratik çıkış
Tüm bu gelişmeler, önümüzdeki sürecin oldukça karmaşık geçeceğini, her adımın ince siyasi hesaplara endeksli olacağını göstermektedir. Muhalefet uyanık olmak ve birlikte hareket etmekten uzaklaşmamalıdır. Zira iktidar, kararlarını kendi bekasından bağımsız vermemekte, Demirtaş, Yüksekdağ, Kavala, Mızraklı ve tüm siyasi tutukluları şantaj ve pazarlık konusu haline getirmektedir. Hak olanı bile ikbaline bağlayarak bahşeden bir görüntü sergilenmektedir.
Bu süreç, güçlü bir demokratik hareketle karşılanmaktan başka çıkış yolu bırakmamaktadır. Her sorunun çözümü kendi mecrasında ilerletilse de tüm demokratik güçlerin asgari müştereklerde, ortak paydada buluşması zorunludur. Siyasi tutsakların özgürlüğü, İBB iddianamesinin bir siyasi dosya olarak boşa çıkarılması, halk iradesinin gaspının sona ermesi, emek sömürüsü ve işçi cinayetlerine son verilmesi için ortak mücadele şarttır.









