Ülke, son iki üç güne sıkışan haberlerin gösterdiği üzere Suriye ile ilan edilmemiş bir savaşa girmiş bulunuyor. Ağır silahların kullanıldığı, uçakların düşürüldüğü ve fetih dualarının edildiği günlerin içerisinden geçiliyor. Sürecin sonunda nereye varılacağını ise zaman gösterecek. Uzunca bir süredir dış politik manevraların iç politikanın gereği olarak devreye girdiği, dışarıdaki hamlelerin içerideki sıkıntıları aşmak ya da ertelemek için kullanıldığı bilinmekte. Emperyalist yeniden paylaşım sürecinin bir yansıması olarak büyük güçler arası çatışmanın yol açtığı boşluklar, bölgesel devletlere bu boşluklarda oynama şansı verdi, vermeye devam ediyor. Erdoğan uzun süredir bu boşluklarda gidip gelmeye, kendi isteklerini uluslararası güçlere dayatmaya çalışıyor. Aslında olmakta olan, bu büyük güçlerin kendi çıkarlarını realize etmek adına AKP iktidarını kullanmasından ibaretti. Türkiye’nin Kürt halkına karşı düşmanlığı ve bölgesel güç olma hayali, onu bu güçler açısından kullanışlı bir aparat haline getirirken Erdoğan bu durumu kendi varlığının uzatılmasının bir aracı olarak kullanmayı becerdi. Vekil güçler üzerinden yürütülen bu karşılıklı ilişki, iç savaşın sonuna gelinmesi ile Türkiye’nin imha tehdidi altındaki vekilleri korumak adına doğrudan kendisini vekil güç haline getirecek çatışmaya dâhil olması ile sonuçlandı. Şimdi büyük güçler arasındaki çatışmanın yol açtığı boşlukta oynamıyor. Doğrudan bu büyük güçlerden birisini karşısına alarak yürümek durumunda kalıyor. Türkiye, bütün bedelini yoksul halkların ödeyeceği kanlı bir savaşa, savaş ilanı yapmadan dâhil olmuş bulunuyor.
Hemen herkes doğrudan Rusya ile çatışma olasılığı bulunan bir savaşa neden girildiğini sorgulamaya başladı. Zira güç dengeleri hesaplandığında kaybedilme olasılığı oldukça yüksek bir savaşa giriliyordu. Erdoğan usta kumarbaz havasıyla el yükselterek rest çekmek zorunda kaldığı bir ortamla karşı karşıya kalmış bulunuyor. Bu restin çekilmesinde Rusya ile asla sıcak ve uzun süreli bir çatışmanın gerçekleşmeyeceği, Rusya’nın böylesi bir tercihi kullanmayacağı gibi bir ön kabul olduğunu söylemek doğru olabilir. Aynı zamanda olası Rus cevabının sineye çekilmesi de kabullenilmiş bulunuyor. Tüm başka sebeplerin yanında ve belki de hepsinden daha önemli olarak Erdoğan’ın bu savaşa mecbur kaldığı iddia edilebilir. Bu savaş, dış politik ihtiyaçlardan çok doğrudan Erdoğan’ın içeride yaşadığı erimeyi durdurmak adına başlatılmıştır. İçerideki tehlikenin büyüklüğü Erdoğan’ı sonunda toptan kaybetme riskini barındıran bir savaşı çıkarmaya zorlamıştır. Savaş, bir taraftan kendi tabanını konsolide etmenin bir aracı olarak devreye girerken öte taraftan iktidar için korkulu rüya haline gelen toplumsal öfkenin Suriye ve Suriyeli mülteciler üzerinden absorbe edilmesinin bir zemini olarak düşünülmüştür. Savaş, sarayın varlık yokluk savaşıdır.
Rusya’nın sert müdahalesi ve yol açtığı şaşkınlık, iktidarın propaganda aygıtında bir bocalamanın yaşanmasına yol açmıştır. Saray propagandasının etkisinin kırıldığı bu bocalama devresi doğrudan muhalefetin sefaleti sayesinde şimdilik aşılmış görünüyor. CHP, savaş tezkeresine evet demesine yol açan ezikliğini tekrar ederek AKP ile ortak metine imza atmış, ölümlerin sorumluluğundan Erdoğan’ı kurtarmıştır. Ordunun Suriye topraklarındaki varlığının hukuksuz olduğu, oradaki askerlerin kendi ülkesini koruyan bir orduya, katil sürüleriyle beraber savaşmak adına girdiği gerçeği yok sayılmıştır. Orada ölenlerin sadece TSK mensupları olmadığı, asker-sivil Suriyelilerin de hayatını kaybettiği olgusu unutulmuştur. Türkiye, Suriye topraklarında işgalci bir güç konumundadır. Aynı tavır alış Afrin işgali sırasında ve adına Barış Pınarı denilen saldırı sırasında da sergilenmişti. Erdoğan’ın kendi tabanına bile anlatmakta zorlandığı bir durum CHP sayesinde normalleşmiştir. Hemen sonrasında propaganda makinesi devreye girmiş, ordunun kahramanlık görüntüleri eşliğinde Rusya’nın sessizliğinin de etkisiyle yenilgi havasından zafer naralarına geçilmiştir. Erdoğan, yine kazanmakta olduğu havasına girmiş, özgüvenini kazanmıştır. Bu durumun oluşmasının baş sorumlusu saray karşısında bir kere bile dik durmayı beceremeyen CHP muhalefetidir. Sarayın ömrünü uzatan bu muhalefettir.
CHP’nin sefaletine toplumsal muhalefetin garabeti eşlik etmiş bulunuyor. Saraya ve izlediği savaş politikalarına karşı ortak karşı koyuş örgütlenmemiştir. Bazı çevreler hamasi sinik metinlerle durumu geçiştirirken bazıları ise sanki devrimci muhalefetin ne kadar cılız olduğunu görmemek istercesine kendi bayrağını gösterdiği cılız eylemler yapmayı tercih etmiştir. Bir diğer garabet, tepkinin “savaşa hayır” gibi genel ve muğlak söylemlerin arkasına gizlenmiş olmasındadır. Savaşın sorumlusunu karşısına almadan, AKP’nin adını bile anmadan sorumluların hesap vermesi, Erdoğan’ın derhal istifa etmesi gerektiğini vurgulamadan yapılan çağrı en az CHP’nin ezikliği kadar siniktir. Savaşa karşı oluşan, oluşacak tepkiye hiçbir adres ve hedef göstermeyen bu tavır alış aslında savaşın sonlandırılması talebinin ancak kitlelerin eylemiyle olacağı gerçekliğini görmek istememiştir. Bu sinik tutum alış ve yan yana gelmekten kaçış, saray politikalarından yılan kitleleri ne yazık ki adressiz bırakmakta, batıda büyük bir boşluğun oluşmasına yol açmaktadır. İktidarı hedef almadan yürütülecek savaş karşıtı söylem, ahlaki bir pozisyon alıştan başka bir şey olmayacaktır. Devrimcilerin görevi ahlak gösterileri yapmak değil halkın taleplerine siyasal cevaplar üretmek olmalıdır.