“En uzak mesafe ne Afrika’dır
Ne Çin, Ne Hindistan
Ne seyyareler, ne de yıldızlar geceleri ışıldayan
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir
Birbirini anlamayan.”
Can Yücel
***
Anlamak ve anlaşılmak iki yüzlü bir madalyon gibi ayrılmaz bir bütünü oluştururlar. Dildeki mesafe hayatın birçok alanında görülse de en çok siyaset mecrasında yaşanır.
Baştan söylemekte beis yok; sorunların çözümünde karşılıklı kullanılacak dil, selamete de erdirebilir, felakete de evrilebilir.
Siyaset, uzağa bakıp yakını gören, yakında boğulmadan uzağı düşünen ve sosyal huzura giden yolları seçebilen ve bunu gerçekleştirmeye çalışan insanların işidir. Sosyal barışı kurabildiği oranda değerlidir. İnsan haklarında eşitliği, adaleti ve toplumsal güveni sağladığı oranda başarılıdır.
Öfke, şiddet, hiddet, kavga ve küçümsemek olayı, siyasetle bağdaşmayan davranışlardır. Kriz yaratmak usta siyaset adamlarının işi olamaz.
Farklı olanın saklandığı, istenmediği ve ezildiği bir yapı yerine, farklılığın zenginlik sayıldığı ve bu yüzden korunması gerektiği gerçeği zihinlerde yer bulmadıkça yara kanamaya devam edecektir.
***
Sosyal ve siyasal sorunlara yaklaşım tarzımız ve onları çözümlemek için kullandığımız dil ve politik söylem anlaşmak yerine mahalle kavgası gibi çatışmacı hale dönüşebilir.
Hele de bir süreçten, barış umutlarından söz edilirken siyaset erbabının taraflar olarak karşılıklı duyarlılık içinde olması gerekir. Bu konuda gerekli duyarlılığı göstermesi gerekir.
Kışkırtıcı, suçlayıcı, dışlayıcı ve buyurgan bir dil ve üslup çatışmayı kızıştırır. Çatışma dili kolaydır, anlaşma dili özveri ister, ciddiyet, kararlılık ve iyi niyet ister. Sorumlu olan herkesin, her kesimin bu dili oluşturması gerekiyor.
Bu konuda bir kısım medyanın sicili de bir hayli bozuk. Çarpıtılmış haberlerle nefret söylemi kullanmadan siyasi bir argüman oluşturmak ya da bir haber yapmak zor geldi onlara. Dürüst ve vicdanlı bir dil kullanmak yerine çıkarcı ve saldırgan bir dille konuşmak daha kolay geldi onlara. Sosyal sorumluluk anlayışını rafa kaldırıp yurttaşların en doğal hakkı olan doğru ve eksiksiz bilgilendirilme hakkını kendi eliyle ihlal eden medyanın demokratikliğinden söz etmek zaten mümkün değildir.
‘Yanlış üslup doğru sözün celladıdır’ denir. Taraflar konumları gereği birleştirici ve çözümleyici bir dil kullanması gerekirken ayrıştırıcı ve düşmanlaştırıcı bir dil, sorunu çözmek bir yana sorunun kendisi olma durumuna dönüşür.
Kimi yazar-çizer algı operasyonu oluşturmaktan geri durmuyor. Anlaşmadaki mesafe, dildeki ve söylemdeki mesafeyle doğru orantılıdır bir bakıma.
***
Sağlıklı iletişim kurmak, sadece belirli yerlerde bize gerekli olan bir durum değil, yaşamımızın her alanında bize gerekli olan bir olgu.
Kutuplaştırıcı bir dil toplumu da ayrıştırır. Taraflar önce kendini, sonra karşıdakini anlama ve kendi düşüncelerini uzlaşmacı bir uslupla karşısındakine yansıtabilmelidir.
Geleceğe odaklanmak durumundayız. Şiddeti devreden çıkaramayanlar geleceği kuramazlar. Daha fazla ertelemek gibi bir lükse sahip değiliz.
“Güzel sözler güzel yankılar meydana getirir” diyor S. Walton. Tüm sorumlular, çatışmaları meşrulaştıran ve olağanlaştıran söylemleri terk etmeli, barış dilini ve değerlerini oluşturmada sorumluluk üstlenmelidir. Yoksa bu lanetli mevsimden kurtulamayız.
Şunu artık bilmemiz gerekir ki; kim olursak olalım ‘Çözümün bir parçası değilsek sorunun bir parçasıyız’ demektir.
Eğri kullanırsan, dil belâsından kurtulamazsın. “Dilin kemiği yoktur, ama kemiği bile kırar”. El yarası iyileşir, dil yarası iyileşmez…miş. Söz sultanı Yunus Emre ne güzel söylemiş:
“Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz.”