DEM Parti milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in İmralı’ya hareket etmelerine kadar, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024 gününden itibaren Meclis’te başlattığı söylemin, hayali bir umut yaratarak oyalama taktiği olduğunu düşünenlerden biriydim. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bahçeli’nin sözleri üzerine herhangi bir ekleme yapmadığı gibi, ülkedeki tüm muhalefete karşı siyasetini en sert biçimde sürdürüyordu.
Sonra İmralı kosteri 28 Aralık Cumartesi günü hareket etti. İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan ile üç saat kadar sürdüğü söylenen görüşmenin sonunda ne gibi bir açıklama yapılacağı daha belli olmadan, bundan sonra olacaklar konusundaki kulis bilgilerine ulaştım. Nitekim İmralı Heyeti’ni oluşturan Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in 29 Aralık Pazar günü yaptığı açıklama duyduklarımı doğruladı:
Adına ‘Barış Süreci’ diyebileceğimiz bir dönem başlıyor!
Pazar günü, İmralı açıklamasına gelen tepkilere kulaklarımı kapadım. Önce kendim gelen metni hazmetmeye çalıştım. Her satırında, her kelimesinde gizlenen tutumu-tavrı anlamaya uğraştım. Sonra da ilk tepkilerin toplandığı Pazartesi sabahki haberleri televizyon kanallarında izlemeye başladım. Gerek haberin medyada verilişi, gerekse de halkın bu duruma ilgisi epey sönüktü.
Şöyle söylemek belki daha doğru. Dolmabahçe mutabakatına kadar ulaşan ilk Barış Süreci’nde oluşan gerçekten o büyük coşkuyu medyada göremedim, özellikle de günlük yaşamda karşılaştığım insanlarda. Elbette halkın büyük umut bağladığı ama Erdoğan’ın kendisine oy kazandırmadığını gördüğü için dağıttığı çözüm masası sonrasında, bu hususta, iktidara güven kalmamıştı.
Nitekim bu kez sürecin başlatıcısı, hatta ‘sahibi’ gibi, AKP’nin değil de, MHP’nin olması belki de bu yüzdendir. İlk barış ya da çözüm sürecinde MHP, paso karşı taraftaydı. Yani PKK ile görüşülmesine karşıydı. Savaşa devamda ısrar ediyordu. Nitekim, AKP’nin ilk barış sürecinde işin sonunu getirememesinde, kendisini aksi yönde ikna eden MHP’nin olduğu söyleniyordu.
Pazartesi günkü gazetelere dikkatlice baktım. Üzerinde epey zaman harcadım. Yandaş gazeteler, İmralı görüşmesi ve deklarasyonunu genelde fazla yorumlamadan vermişler. Kafadan karşı çıkan sadece Aydınlık gazetesi. Kimse küçümsemeye kalkmasın. Minik de olsa, bu ekibin istihbarat örgütünün içinde olduğu söyleniyor. Ancak Rusya-İran-Çin hattını savunduğu için bu gidişatın İran’ı iyice sıkıştıracağı, bu yoldan Avrasyacı birlikteliğin zarar göreceğini düşünüyor olmalılar.
Karşı çıkanlar arasında Nedim Şener gibi taklacılar da var. Bu gidişattan bir çözüm çıkarsa, kendisi gibilerine gerek kalmayacağını hesap ediyor olmalı. Aydınlık’tan da küçük bir zararlı ama yine de mide bulandırmayı başarabilir yani. Sadece o değil, onun gibi birkaç medya tiplemesi…
Açılmaya çalışılan çözüm-barış sürecini en iyi ya da en pozitif değerlendirenlerin başında Karar gazetesi yazarları geliyor. Hani şu Erdoğan’ın akıllı ya da gerçek dostları. Onu yanlış yaptığında eleştirmeyi göze alanlar ve bu yüzden partiden ve yanından uzaklaştırılanlar…
Halktaki yankısı konusundaki bir izlenimimi de vereyim. Kesinlikle DEM Parti karşıtı olduğunu bildiğim, son seçimlerde CHP’ye oy veren ama zabıtanın kendisine dönük davranışları yüzünden buna pişman olan anti-AKP’li bir esnaf dün şöyle dedi: “Ben, PKK ile konuşulmasına karşıyım. Niçin konuşacaklarını, ne yapacaklarını da bilmiyorum ama bu çatışma gerçekten sona erecekse, konuşsunlar bakalım!”
Tamam, bir süreç başlıyor-başlatılıyor! Daha dün Ayşenur Arslan’a ve bugün Nevşin Mengü’ye 7.5 yıl hapis isteniyor. Özlem Gürses ise ev hapsinde. Bizler ise hapse atmanın ve hatta SİHA ile öldürmenin ‘doğal sayıldığı’ bir ortamdan nasıl bu konuları korkmadan konuşabilir ve yazabilir hale geleceğiz?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının çiğnenmesini göze alarak, içeride tutulan Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Can Atalay ve yüzlerce siyasinin durumu bilinirken; böylesi insanları hapiste tutabilmek için savcılar suç uyduruyor ve bunları yapmak istemeyen yargıç ve savcılar oradan buraya tayin edilirken, nasıl rotamızı demokrasiye çevirebileceğiz?
Hakkını arayan işçinin, köylünün sesini doğru dürüst duyuramadığı bir ortamda, bir şekilde protesto amacıyla sokağa çıkanların haddinin hemen bildirildiği bir ülkede, halk bu tartışmaya nasıl katılacak? Konu sadece Meclis’te konuşulacaksa, sadece vekiller ve elbette -esasen- partileri fikir belirtebilecekse, bu çözüm halka nasıl mal edilebilecek?
İnsan hemen öyle umutlu olamıyor ama neyse ki, DEM Parti milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in 30 Aralık 2024 günkü bilgilendirmesi şöyle: “Sürecin hassasiyeti nedeniyle, belli bir olgunluğa ulaşana kadar basına bilgilendirme yapamayacağız. Bu karar bir şeyleri saklamak anlamına gelmiyor; aksine yürüteceğimiz görüşmelere saygının bir gereği. Ancak tek bir cümle kurmak gerekirse, önceki süreçlerden çok daha umutlu olduğumuzu söyleyebiliriz. Yeni senede heyet olarak kapsamlı bir açıklama yapacağız.”
Özgür Basın Geleneği olarak bizler, gerektiğinde bedel ödemeyi de göze alarak halklarımızı gelişmelerden haberdar etmeye devam edeceğiz ve “bu süreçten bir şey çıkmaz” kafasında asla olmayacağız! Aldatıcı-oyalayıcı adımları ise deşifre etmekten kaçınmasak da, milyonda bir derecesinde küçücük bir çözüm-barış umudu varsa, onu pozitif haberlerimizle büyütmeye çalışacağız. Aynı zamanda geçmiş tecrübelerden yola çıkarak sürece daha temkinli yaklaşmakta da fayda olacaktır.