Bir kırılma mı yaşanıyor, süreç sekteye mi uğradı derken gündeme gelen son gelişmeler gidişatın çok da yansıdığı gibi olmadığını gösterdi. MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın ‘Meclis komisyonunu temsilen bir heyet İmralı’ya gidebilir’ yönündeki açıklaması ve ardından Eşbaşkanlar da dahil geniş bir DEM Parti heyetinin Ada’ya gideceğinin duyurulması önümüzdeki günlerin hareketli geçeceğinin habercisi. Kuşkusuz, bu kapsamda yaşanan son gelişme- 2019’daki birkaç görüşmeyi dışında tutarsak- 15 yıl aradan sonra avukatların İmralı’ya gidişidir. Türk devletinin kendi hukukunu da ayaklar altına alarak, İmralı’da tam bir işkence ve soykırım sistemini kurduğunun somut ifadesi olan avukat yasağının- şimdilik- kalkıyor olması, şüphesiz önemli. Yine uzun süredir gündemde olan fakat bir türlü gerçekleşmeyen komisyon ziyaretinin tartışılması ve bu çerçevede ciddi bir kamuoyu baskısının oluşmaya başlaması kıymetli. Hakeza, DEM Parti Heyeti’nin ziyaretiyle birlikte gerek siyasi parti gerekse de sivil toplum örgütlerinden, aydınlardan, kanaat önderlerinden kişilerin, kurumların Ada’ya gitmesi sürecin ilerlemesi için güçlü bir zemin oluşturacaktır.
Bu yanıyla yaşananları olumlu değerlendirmek mümkündür. Fakat bunun yeterli olmadığı da aşikardır. İmralı’ya heyetlerin gitmesi, avukatların yasal haklarını kullanma temelinde gidip gelmesi, gazetecilerin, farklı şahsiyetlerin görüşmeler yapması bir yere kadar anlamlıdır. Lakin bunun ötesi, yani süreci İmralı üzerinden yürütmeyi sürdürmek, mevcut sistemi, rejimi devam ettirmek, kalıcı kılmak anlamına gelecektir. Halbuki, sürecin daha başında Devlet Bahçeli devlet adına konuştuğu izlenimini bilinçli bir biçimde yaratarak Önder Apo’ya çağrıda bulunmuş ve ‘Umut hakkından faydalansın, gelsin DEM Parti grubunda konuşsun‘ demişti. Bahçeli lafı dolandırmadan ‘gel Ankara’da siyaset yap, bunun önü açık’ demişti. Haliyle, mevcut durumda da hedefin bu olması, buna odaklanan bir sürecin yaşanması gerekmektedir.
Dikkat edilirse, bugünlerin önemli bir tartışma konusu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin ‘Umut hakkı’ ile ilgili yapacağı açıklama oluyor. Kürt halkı ve dostları gerek ülkede gerekse de dünyanın farklı yererinde AK Bakanlar Komitesi’nin bu konuda somut bir karar alması için duyarlılık yaratmaya çalışıyor, eylemler gerçekleştiriyor. AK BK ne karar alır, kendi sorumluluklarına sahip çıkar mı, hukukçuların yorumladığı biçimiyle tekrardan zamana mı yayar süreci bilinmez ama bu meselenin asıl muhatabının Türk devleti olduğu ve asıl adımın Türkiye’den gelmesi gerektiği açık. Elbette, umut ilkesi Önder Apo’nun durumundan bağımsız olarak evrensel bir insan hakkı oluyor. Dolayısıyla her halükarda uygunlanması gerekiyor. Fakat mesele Kürtler ve Önder Apo olunca, hakeza devam eden sürecin gereklilikleri olunca umut ilkesinin bir an evvel uygulanması şart oluyor.
Bir yandan Önder Apo ile masaya oturup yüz yıllık sorunu çözüyorum deyip diğer yandan umut ilkesi konusunda üç maymunları oynamak, bu hakkın tanınması için adım atmamak, bunu zamana yaymak elbette kabul edilir değildir. Öyle ki, yürüyen süreci de düşündüğümüzde atılacak ilk adım umut hakkını yasal olarak tanımak, bunun uygulanması için somut adım atmaktır. Umut hakkını yasal olarak tanımadan, bu kapsamda pratik adımlar atmadan Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ile ilgili somut bir gelişmenin yaşanmayacağı göz önündedir.
Peki, Önder Apo fiziken özgür olmadan bu sürecin başarıya ulaşması, nihayete ermesi mümkün müdür? Açık ki, hayır. İşte! Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin yönetiminden yapılan açıklamalar ortadadır. Sadece son bir haftada yapılan değerlendirmeler dahi Önder Apo’nun özgür olmadığı bir sürecin ilerlemeyeceğini yeterince göstermektedir. Ki, hakikat de bu yönlüdür. Düşünün ki, yüzyıllık sorunu çözüyorum diye meydana çıkmışsınız, her gün bununla ilgili halka vaatlerde bulunuyorsunuz fakat Kürt tarafının Baş Müzakereci olarak belirlediği Önderliğini İmralı koşularında tutmaya devam ediyorsunuz. Adalet bakanının iznine bağlı görüşmeler ile bu süreci ilerleteceğinizi sanıyorsunuz.
Hiç kuşku yok ki, gelinen aşamada Önder Apo’nun İmralı’dan bu süreci yürütmesinin imkanı kalmamıştır. Eğer köklü bir çözüm isteniyorsa, bunun yolu Önder Apo’ya tam hareket imkanı veren bir zemini yaratmaktan geçmektedir. Dolayısıyla, çözüm, bugünkü gibi İmralı’ya heyetlerin gidip gelmesi, bunların sayısının artması ya da yeni heyetlerin eklenmesi değildir. Asıl çözüm, Önder Apo’nun İmralı’dan çıkması, çözüm için kiminle görüşmek istiyorsa onunla görüşmesidir. Şüphesiz, bunlar olmayacak şeyler, gerçekleşmesi mümkün olmayan durumlar değildir. Sürecin doğası bunu gerektirmektedir. Mesela, Kürt tarafının çokça vurguladığı gibi, doğru olan Önder Apo’nun Meclis’e gelmesi, orada görüşlerini paylaşmasıdır, yoksa komisyonun Ada’ya gitmesi değildir. Dikkat edilirse, özellikle AKP basını Kürt tarafının süreçle ilgili gereklilik biçiminde ortaya koyduklarını, hep minimalize etme gayretindedir. Onlara göre Önder Apo’nun Meclis’e gelmesi de, fiziki özgürlüğü de olmayacak şeylerdir. Fakat gerçeklik hiç de onların lanse ettiği, manipüle etmeye çalıştığı gibi değildir. Köklü çözüm Önder Apo’nun artık İmralı’dan çıkıp özgürce çalışması, yaşamasındadır. Sürecin de halklarımızın ortak geleceğinin de ihtiyacı bu yönlüdür.