PKK lideri Sayın Abdullah Öcalan ile son avukat görüşmesi 27 Temmuz 2011 yılında yapılmıştı. Yani yaklaşık sekiz yıl boyunca tüm başvurularına rağmen avukatlar İmralı’ya gidememişti. Asrın Hukuk Bürosu avukatları 6 Mayıs’ta bir basın açıklaması yaparak, 2 Mayıs’ta İmralı’ya gittiklerini ve Sayın Abdullah Öcalan ile görüştüklerini duyurdular.
Sekiz yıldan beri İmralı’ya gidişi engelleyen mevcut siyasi iktidar, ölüm oruçları, açlık grevleri ve Kürt analarının büyük direnişi karşısında zorlandı ve bu görüşmeye izin vermek zorunda kaldı. Tıpkı Mehmet Öcalan’ın İmralı’ya gitmesi, Leyla Güven’in tahliye edilmesi gibi bu görüşme de Leyla Güven’in 7 Kasım 2018 tarihinden itibaren başlattığı açlık grevi ve 30 Nisan’dan itibaren ölüm oruçlarına dönüşen büyük direnişin sonucunda gerçekleşti.
Bu görüşmeyle AKP-MHP iktidarı kendilerini çok ciddi düzeyde zorlayan ölüm orucu, açlık grevi ve toplumsal direnişin sonlandırılmasını istiyor. Tıpkı Mehmet Öcalan’ın İmralı ziyareti, Leyla Güven’in tahliye edilmesi sürecinde olduğu gibi bir görüşmeyle süren büyük direnişin sonlanması beklentisini yaratmak istiyor.
Bu görüşmeyle karşıtlaştıran, düşmanlaştıran dilleri nedeniyle tümden kaybettikleri Kürtleri kandırmak istediklerini kestirmek zor değil. YSK eliyle yenileme kararı aldıkları İstanbul seçimlerinde Kürtleri kendilerine yakın tutmak, bu olmuyorsa da Kürtlerin İmamoğlu’na oy vermemesini sağlamaya çalışıyor olmalılar. Nitekim İmralı görüşmesinin kamuoyuyla paylaşılmasının hemen ardından gelen İstanbul seçimlerinin iptali kararı sonrası, bazı AKP’li yorumcuların, hukuki bir temeli olmamasına rağmen HDP’nin kendi adayıyla İstanbul seçimlerine katılacağını söylemeleri bunu doğrulamaktadır.
Öyle anlaşılıyor ki, AKP bu avukat görüşmesini çoktan kaybettiği Kürtlerle arasını tekrardan düzeltmek için istismar edecek. Sanki bir yumuşama varmış, bugüne kadar yaptıklarından farklı bir duruştaymış havasını vererek Kürtleri kandırmak isteyecek.
İlginç olan şu ki, Kürtlere karşı topyekûn savaşı geliştirirken, İmralı tecridini en üst perdeden sürdürürken, Kürdistan’ın tüm dağlarına tarihinin en büyük hava saldırılarını yaparken, demokratik siyaset alanındakileri kafile kafile zindana atarken, seçimlerde kazanılmış belediyeleri gasp etmişken, Kürt analarına büyük hakaretler ederken… ve MHP tarafından yönetilirken Kürtleri kandırma girişiminde bulunma yüzsüzlüğünü göstermesidir. Bu halde olmasına karşın Kürtleri yanına çekmeyi, bu olmuyorsa nötr hale getirmeyi düşünüyor olması bile tek başına Kürtlere en büyük hakaret anlamına geliyor.
Ancak Kürtlerin ne denli uyanık ve bilinçli olduklarını seçim sürecinde gördük, şimdi de görüşmeyi karşılama biçimlerinden anlaşılıyor.
Asrın Hukuk Bürosu avukatları İmralı’ya bir kez götürüldüklerini, bunun tecridin kalktığı anlamına gelmediğini, tam tersine tecridin olduğu gibi süreceğine ilişkin ciddi kaygılarının bulunduğunu belirttiler.
Zindandaki PKK ve PAJK’lı tutsaklar yaptıkları açıklama ile direnişe başlama ve direnişi sürdürme gerekçelerini daha önce çok net ifadelerle kamuoyuyla paylaştıklarını, mevcut durumda bu taleplerinin karşılanmadığını, bu nedenle de tecrit tümden kalkıncaya kadar direnişlerini tırmandırarak sürdüreceklerini belirttiler.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı da tecridin kalkmadığını, bu nedenle de direnişin süreceğini belirterek, herkese mücadeleyi daha da büyütme çağrısı yaptı.
Evet, Kürtler direniş halindedir ve yaşamlarını direnerek kazanıyorlar. Kürt olarak varlığını sürdürmek verili durumda büyük bedeller pahasına gerçekleşiyor. Nitekim temel bir insani hak olmasına karşın, sekiz yıl aradan sonra yapılan son İmralı görüşmesi bile “Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım!” hamlesi kapsamında fedai ruhla geliştirilen eylemsellikler sonucunda gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla AKP-MHP’nin boş hayallere kapılmasını gerektirecek bir durum yok ortada. AKP-MHP ittifakının tercihini Kürtleri yok etmek, Kürtler ve tüm demokratik kesimlerin ise tercihlerini direnerek faşizmi yenmek temelinde yaptıkları anlaşılmaktadır.