Türk Dil Kurumu’nda ‘infaz’ın anlamı “yargı kararını yerine getirmek, uygulamak” olarak geçer. Bir de ‘infaz memuru’ diye bir şey var. Onun anlamını da belirlemiş Türk Dil Kurumu. ‘İnfaz memurunun tanımı şu: Yargı tarafından suçu sabit olan kişilerin yakalanarak haklarında verilmiş olan kararın yerine getirilmesini sağlayan güvenlik memuru.
Normalde kurşuna dizme, elektrikli sandalye veya asılarak idam edilme kararlarının yerine getirilmesi olarak tasvir edilir infaz. Filmlerden, kitaplardan böyle biliriz biz. Öyle uygulamıştır. ABD’nin bazı eyaletlerinde elektrikli sandalye ile infaz edilme hukuku var. İran’da vinçlerden sarkan urganlarla idam cezası var. Biri uzak kıta Amerika’da titreyerek, diğeri sallanarak İran’da ölür. Başka ülkelerde ve henüz ülke olamamış yerlerde de farklı işleyişler var. İnsanlar öldürülür ve infaz edilir.
ABD’de infazın yerine getirilmesi için eyaletlere bağlı mahkemelerde sanıklar kendini müdafaa eder, deliller, tanıklar artık ne varsa bir adalet divanında ortaya koyar. Sonra haklı haksız hüküm verilir ve günü ile saati gelince suçluysa cezası yerine getirilir. İran’da da molla rejimine göre siyaset yapan Allah’a karşı gelmiştir ve cezası ölümdür. İran idam rejimi kendi siyasetini Allah’ın üstünde görür ve bir başkasına siyaset hakkı tanımaz. Kürtlere hele hiç tanımaz. Orada kadınlar örtülür, erkekler gardiyan edilir. Genelde vinçlerde sallanan da Kürt olur.
Amerika’da biri eyaletin yasalarına karşı ağır suçlar işlemiştir ve son isteği yerine getirildikten sonra öldürülür. Yasa gereği teknik hazırlıklar da yerine getirilir. Yani en azından mahkeme kurulur, biraz kırtasiye malzemesi çıkarılır, dini vecibelere de izin var Amerika’da da İran’da da. Sonra öldürürler insanları. Yasal infazlar tarihin bir sayfasında not edilir. Çünkü oralar keşfedilmiş Amerika ve başkaldıranların katledildiği İran.
Evet, oralar İran ile Amerika’dır ve başka ülkelerde de illaki ölüm cezaları, daha fenaları vardır. Türkiye’de de hayat kısa, ölümün yasaları çok uzundur.
Geçen gün Ağrı Tutak’ın bir köyünde bir çatışma çıktı. Evinde oturan Murat Kaya isimli bir Kürt çıkıp bakıyor, ne oluyor diye. O esnada köye baskına gelmiş askerlerce bir yere götürülüp infaz ediliyor aniden. Hak, hukuk, yasa, mahkeme, en azından son söz, hiçbiri yok. İnfaz var sadece. Asker köye girdiğinde çünkü herkes düşmandır. Herkes infaz edilmeye adaydır. Peki ya geride kalanlar?
Murat Kaya’nın eşi Zozan, tanık olduğu cinayeti gördüğü için gözaltına alınır. Gözaltındayken tehditler edilir, korkutulur, aç bırakılır ve çocuklarını emzirmesine dahi izin verilmez. Gözaltında ikinci günde kocasının infaz edildiğini öğrenir ve şoku atlamadan iki askerin arasında kocasının cenaze törenine katılır. Bu başka bir infaz!
Zozan, 3 çocuklu bir anne olarak gözaltına alındığında kocasının infaz edildiğine inanmak istemiyor. Çünkü Zozan katil ve tecavüzcülerin işgal etmek istediği bir yerden kaçıp geldiği için bunca aleni cinayete inanmak istemiyor. Zozan IŞİD saldırısından sonra Kobanê’den kaçmış gelmiştir. Kıyaslamış buraya gelmeyi sonuçta ama yetmemiş. Burada askerler legal, Kobanê’de katil IŞİD. İnfaz her ülkede ayrı bir anlam, farklı bir şekilde meşru. Ve tabi nihayetinde burası Türkiye Cumhuriyeti ve burada idam yok.
Zozan Türkiye devletinin yasalarını bilmediği için infazın yasallığını da bilmez. Her şey yasal kılıfa uydurulmaya müsait ama Zozan bunlara inanmıyor artık. Hayatı çünkü şöyle bir itiraz: “IŞİD Kobanê’de suçsuz, günahsız babamı öldürdü. Cenazesini bile göremedik. Türk devleti eşimi öldürdü.”
Sokaklar, patikalar, caddeler en hızlı karar veren mahkemeler oldu yıllardır. Bir askerin ya da polisin nedensiz yere öldürdüğü kişi suçlu veya kusurlu ilan edilebiliyor nasıl olsa. Kıyak haklar, keyfi infazlar da gırla. Çünkü “cezasızlık” suç mahalli addedilen her yerde hüküm sahibi artık ve son yıllarda da sık sık karşımıza çıkan lanet bir mümkün.
Şundan eminiz nihayet. Kürtler için artık sınır yok. Kürtler her yerde öldürülür. Sınırları ölerek etkisizleştiriyor Kürtler. Trajik bir sevinç, histerik bir kahkaha…
“Yapay sınırlar, gerçek cinayetler” derken, “sınırlar yapay, cinayetler gerçek” oluyor. İki hali de acı ve ölüm. Ama yapay denildiyse de yapaydır. Çünkü gerçek sadece bir umut değil bir mücadeledir.