Suzan Demir/ İstanbul
Yönetmen Kıvanç Sezer, ‘Babamın Kanatları’yla başladığı üçlemenin ikinci filmi olan ‘Küçük Şeyler’de, 20 yılda inşaatla yükselmiş bir ‘mini cumhuriyetin’ orta sınıfına, absürt ve iğnelemeli bir bakış atıyor
Kıvanç Sezer’in 2016’da çektiği ilk uzun metraj filmi Babamın Kanatları’nın açılışında kamera ana yolda ilerledikçe yükselen AVM, rezidans ve daha yapımı süren onlarca konut inşaatı boyunca ilerliyordu… Yönetmen ikinci filminin açılışında ise seyirciyi bir orta sınıf etkinliğinin içine, ormana atıyor. Gözleri uyku bantlarıyla kapalı, sıraya dizilmiş bir grup insan, önlerinde ise doğaya nasıl dönüleceğini anlatan bir yaşam koçu. Sırayla ağaçları bulan katılımcılar ve onlara ağaçlara sarılmalarını söyleyen yine aynı ses… Sezer, ilk filminde işçi ölümlerini ve güvencesiz çalışma koşullarının başrol olduğu bir hikâye anlatıyordu. Babamın Kanatları’nın da dâhil olduğu bir üçleme yapan Kıvanç Sezer, yeni filmi Küçük Şeyler’de bu defa yapılan o sitelerde oturan, orta sınıf bir çiftin yaşamına odaklanıyor. Hatta Sezer’in dediğine göre filmin üçüncü ayağında da o inşaatı yapan müteahhitin hayatı odağa alınacak. Yani bu şekilde yönetmen, ülkenin son 20 yıldaki ekonomik altyapısının ürünü olan toplumsal sınıfların hayatlarına bakmış olacak. Bir nevi inşaatla yükselmiş bir ‘mini cumhuriyetin’ toplumsal kodlarına…
Burjuva taklitçisi
Gazete Duvar yazarı Bahadır Özgür “Yüzde 5 mutlu azınlık ve panikleyen orta sınıf” başlıklı yazısında yeni orta sınıfı şöyle tarif ediyordu: “2000’lerden sonra neoliberal dönüşümün olanaklarını, eğitimlerinin kazandırdığı yetilerle birleştirerek yükselen kesime, ‘yeni orta sınıf’ denilmişti. Sermayeye malik olamadıkları için burjuvalaşması imkânsız olan, ama iyi kazançları sayesinde burjuva yaşamını taklit edebilen bu kesim, küresel sermayeyi de heyecanlandırmıştı.” Sezer de filmde isabettir ki tam da bunu anlatıyor. Sermayeye malik olamadıkları için burjuvalaşması imkânsız ama iyi kazançları sayesinde burjuva yaşamını taklit edebilen kesim… Onur (Alican Yücesoy) ve Bahar (Başak Özcan), Babamın Kanatları’nda inşa edilen ve elbette işçilerinin oturmayı hayal dahi edemeyeceği, o havuzlu sitede oturan genç bir çift. Onur, bir ilaç firmasında bölge müdürü. Yeni gelen yönetici ile anlaşamadığı için işten çıkarılıyor. Eşine işten çıkarıldığını bir yemekte anlatıyor. Onur’a göre o şirkette ilerleme şansı yok, ona iyilik bile yapıldı. Artık ilerlemesi için yeni fırsatlar kovalayacak. Bahar bu pembe tabloya biraz şüpheli baksa da Onur’un bu heyecanına çok da ses etmiyor. Ta ki ‘yeni fırsatların’ ufukta görünmemesine kadar…
Farklı bir anlatım ve atmosfer
Kıvanç Sezer, Babamın Kanatları’ndan farklı bir ortam kuruyor Küçük Şeyler’de. Her ne kadar bir üçlemenin ikinci ayağı olsa da kendi ayak izlerini takip etmiyor yönetmen. Daha absürt ve karikatür karakterler var Küçük Şeyler’de. Yer yer flashback’ler, fantastik geçişlerle lineer akışı bozarak ilerleyen ve bozmayı bilinçli bir şekilde ortaya koyan yeni bir üslup. Henüz ikinci filmini çeken bir yönetmen için riskli olduğu kadar yenilikçi bir damar da taşıyan bir yöntem bu. Birçok festivalde ödülle dönen Küçük Şeyler için filmin yapımcısı Tolga Karaçelik’in “etkisi hissediliyor” yorumları yapılsa da Sezer, yönetmenin henüz senaryoyu dahi okumadan filme dâhil olduğunu bir söyleşisinde belirtiyor (Altyazı Sinema Dergisi, Kıvanç Sezer röportajı, Kasım- Aralık sayısı). Sonuç olarak absürtlüğün patenti yok. Bunun başka birçok kişiye benzetilmesi de mümkün. Film anlatım bakımından ikiye ayrılabilir. İlk yarıda bu absürtlük daha karikatür bir şekilde ilerliyor. Onur şimdiye kadar öğrendiği “plaza retoriğine” hâkim, kendine güvenen, süslü laflar sarf eden biri. Filmde Onur’un iş arkadaşları da bu özellikleri taşıyan ‘karikatür’ tanımına en uyan prototip olarak karşımıza çıkıyor. Ama “burjuva taklidinin” perdede ya da gerçekte bir karikatüre dönüşmesi imkânsız değil bilakis bir gerçek. O yüzden bu karakterleri çok da yadırgamadığımı söylemeden geçmeyeceğim.
Sermayenin makul taşıyıcısı
Film ilerledikçe karamsarlık dozu artıyor. Onur iş bulamıyor orta sınıfın ‘kredi’ ile aldığı ev yani direği çatırdamaya başlıyor. Zengin yaşam tarzları, tatilleri, arkadaşları ve havalı yaşamaları mutfak tezgâhında yıkanmayan bulaşık yığınlarına dönüyor. İşler sarpa sardıkça plaza çalışanı, modern Onur da geride kalıyor ve eşinden yemek getirmesini bekleyen, onunla cinsel birlikteliğe girmediği için şiddet uygulayan bir karaktere dönüşüyor. Yani toplumsal kodların taşıyıcılığını üstleniyor. Tıpkı Bahadır Özgür’ün aynı yazısında bahsettiği gibi: “Ekonomik kriz bu ‘umudu’ kalbinden vuruyor şimdi. Tarih dersinden öğrendiğimiz şey; krizlerin demokratikleşmeden ziyade, otoriterleşmeyle aşılmaya çalışıldığıdır. Nasıl ki ekonomik büyüme döneminde ‘makbul değerler’ sermaye adına orta sınıfça taşınırsa; otoriterliğin ihtiyaç duyduğu ideolojik harç da, vekâleten en fazla panikleyenin sırtına yüklenir.”