Türkiye 9 Ekim’de Rojava’ya yönelik bir işgal hareketini başlattı. İşgal hareketinin amacı Rojava’da ortaya çıkan özgün ve özgür konumu ortadan kaldırmak.
Rojava Ortadoğu gerçeğinde özgün konumuyla öne çıkan bir bölge. Suriye’deki savaşta en ağır ve en yıkıcı saldırılara maruz kalan alanların başında geliyor. Rojava maruz kaldığı savaşta ağır bedeller ödeyerek ayakta kaldı, savaş koşulları içinde özgürlükçü, demokratik, çoğulcu bir niteliği ile öne çıktı. Kuzey Doğu Suriye’de Kürt, Arap, Süryani, Ermeni, Türkmen halkları bir arada kendi özgünlükleri, kendi kimlikleriyle birlikte bir yaşam ve birlikte bir sistem ortaya çıkardılar. İşgalin temel hedefi Rojava’nın bu özgünlüğünü ve özgürlüğünü ortada kaldırmak, en azından budamak, marjinal duruma sokup etkisini kırmak, insanlığa, halklara bir örnek, bir ilham kaynağı olmaktan çıkarıp ötelemek
AKP iktidarı, Kürt sorununun çözümünde iç ve dış dinamiklerden ortaya çıkan her imkanın, her pozitif yaklaşımın bertaraf edilmesine odaklı bir politika yürütüyor. Rojava’nın işgaline götüren esas dürtünün bu olduğu söylenebilir. AKP, Kürt sorununun çözümünde negatif tarzda hem bölgedeki ortamı, hem de uluslararası ortamı domine etmeye çalışarak çözümsüzlüğü derinleştirme uğrasında, aynı zamanda ne kadar yıkıcı, katliamcı güç oluşum ve yapı varsa Rojava üzerine, Kuzey Doğu Suriye üzerine salarak bu alanların imhasına yönelik bir politika yürüttü, yürütüyor. Türkiye, Suriye savaşından bu yana çeşitli çete gruplarını, El Nusra’yı, DAİŞ’i Kürtlere karşı bir savaş gücü olarak değerlendirdi. Rojava’daki halklara yönelik bu güçlerin sahaya girmeleriyle hem bölge halkları açısından hem insanlık açısından son derece yıkıcı bir sürecin yaşanmasına sebep oldu. Bu çeteler tekçi, mezhepçi ve faşist bir zihniyet temelinde motive olup halkların ve insanlığın başına musallat oldular ve olmaya devam ediyorlar.
Tekçi, milliyetçi bir zihniyete sahip AKP iktidarı motivasyonunu Kürt sorununun çözümsüzlüğü üzerinde elde ediyor. İktidar iç ve dış politikayı toplumsal, siyasal ve kurumsal dizaynı en baskıcı, en antidemokratik temelde sürekli yeniden ve yeniden çözümsüzlük üzerinden yapılandırıyor, bu da kendisine iktidarda kalma olanağını sağlıyor. AKP, 2015 Haziran seçimlerini kaybetmesinin ardından kendini tümden savaş politikaları üzerinde dizayn etti, kendini ve devlet kurumlarını bu çerçevede yeniden yapılandırdı. 2019 seçimlerini kaybetmesi ardından yeni bir savaş konseptiyle Rojava’ya yöneldi. AKP iktidarı Rojava’nın yakaladığı konumu, Güney Kürdistan’daki statüyü hedefine koymuş bulunuyor. AKP iktidarı Kürtlere verdiği acılar üzerine, yaktığı yıktığı Kürt mekanları ve değerleri üzerinde deyim yerindeyse adeta sörf yapıyor, kendinden geçiyor. Herkes bunu görüyor, Kürt halkı da, dünya da bunu görüyor.
AKP’nin Rojava işgalinin ortaya çıkardığı başka bir gerçek vardır, o da kendisinin dünyadan daha fazla teşhir olmasını getirdi ve Kürt sorununun uluslararası boyutunu güçlendirdi. Saldırıdan sonra bölgede ve uluslararası alanda zemin kaybeden iktidar ve devlet oldu, bu genişleyerek devam edecektir. Dünyanın dört tarafında Rojava’ya yönelik, Kürt sorununa yönelik ve Türkiye’nin Kürt politikasına yönelik önemli bir bilinç, bir duyarlılık oluştu. Kürt halkı için kıymetli bir dayanışma potansiyeli ve dayanışma platformları oluştu.
İşgale karşı Rojava ile pratik bir dayanışma göstermenin yanında yine Rojava eksenli önemli alanlarda ve kesimlerde kendilerine içinde hareket ettikleri çevrelere ve farklı güç odaklarına yönelik bir sorgulama, bir eleştiri durumu da bu süreçte daha görünür biçimde ortaya çıktı.
Türkiye’nin Kuzey Doğu Suriye’ye saldırısına en çok eleştiri yönelten alanların başında Amerika geliyor. ABD’de yürüyen tartışmanın, geliştirilen eleştirilerin içeriğinde; “Bizim esas aldığımız değerler nedir ?”, “Bizim insanlık referanslarımız nedir?”, “Bizim vefalık ölçülerimiz nedir”, “Trump’ın yaptığı sırf Kürtlere yönelik bir ihanet değil aynı zamanda kendimize, kendi askerlerimize, kendi değerlerimize yönelik de bir ihanettir” yönlü bir sorgulama, bir eleştiri olarak devam ediyor. Eleştiriye Amerika’nın akademi camiası, sivil toplum örgütleri, aydınlar ve demokrat kesimler yoğun düzeyde katıldı. İçinde Noam Chomsky’nin olduğu çok sayıda akademisyen, yazar, aydın ve sanat dünyasından insan, Trump’ın Rojava politikasına ve Türkiye’nin Rojava’ya yönelik saldırısına yoğun eleştirilerde bulundu, bu eleştirilerin süreceğini tahmin etmek zor değil. Tarihte ilk defa Amerika kamuoyunda bu düzeyde Kürt sorunu gündemleşti. Amerika kamuoyu Kürtler lehine bir tavrın içine girdi. Türkiye’nin saldırısı Amerika kongresinin, senatosunun, basının,senatörlerin, cumhuriyetçi ve demokrat kanadının gündeminde olmayı sürdürüyor.
Yine Avrupa’da da Rojava’yla yoğun bir dayanışma ortaya çıktı. Türkiye’nin Rojava’ya saldırısına yönelik binin üzerinde protesto eylemleri gelişti. Bir milyona yakın insan bu eylemlerde bir araya geldi, birçok eylemi Avrupalılar kendileri organize etti. Avrupa halklarından on binlerle ifade edilen bir katılım gerçekleşti. Bir Avrupai hareket diyebileceğimiz bir potansiyel ortaya çıktı. Bu çevrelerde “biz artık dayanışmacı değiliz, sahibiyiz Rojava’da ortaya çıkan sistemin, özümsediğimiz, sahiplendiğimiz, mücadelesine katıldığımız ve katılacağımız bir sistemin mücadelesidir” eksenli bir bakış ortaya çıkmış bulunuyor.
Milano’daki gösteriye 25 bin civarında insanın katılım gösterdiği belirtiliyor, bunun 300 kadarı Kürt diğer göstericiler İtalyanlar. Yine Berlin’de 25 bin katılımlı gösterinin 10 bine yakınının Alman olduğu söyleniyor. İspanya’da hakeza gösterilere yüksek düzeyde İspanyalıların katılım gösterdiği belirtilmekte, birçok Avrupa kentinde Avrupalılar yoğun katılım gerçekleştirmiş.
Avrupalı aydınlar, sendikalar çeşitli meslek örgütleri, basın, kadın hareketleri, muhafazakar, demokrat, liberal, yeşil sosyalist kesimler ve sanatçılar da duruma kayıtsız kalmadı.
Slovenyalı Marksist düşünür Slavoj Zizek, Avrupa’nın ve Avrupa solunun tavrını sorgulayan eleştirilerde bulundu. Zizek, “yeni bir barbarlık türü içinde Kürtlerin mücadelesi bir umut ışığı”dır diyor. Kürtlerin yanında mücadelenin verilmesi sadece Kürtlerle ilgili değil diyor; “bizim kendimizle, nasıl bir yeni küresel düzenin ortaya çıkaracağıyla ilgili” diyor Zizek, “Eğer Kürtler terk edilirse Avrupanın özgürlük mirasının en kıymetli bölümüne yer olmayan bir yeni düzen olacak bu, Avrupa yüzünü Kürtlerden çevirirse kendi kendisine ihanet edecek” noktasında eleştiri de bulunuyor. Doğrusu kendi kabuğundan çıkıp Rojavalaşmayan bir sol evrensel bir sol olabilir mi? Solun evrensel mirasına bağlı kaldığı iddiasında bulunabilir mi? Tartışma konusu ve tartışma yapmaktan fayda var.
Yine Rojava’ya yönelik saldırıda Arap Birliği saldırının kabul edilmezliğine yönelik net bir tavır ortaya koydu.
Arap aydınları, basını ve sivil toplum örgütleri de Türkiye’nin Kürt politikasını ve Rojava’ya saldırısını yoğun biçimde eleştiriye tabi tutular. Türk mallarına yönelik peş peşe boykot çağrılarını geliştirdiler. Saldırıdan sonra Arap halklarından, devrimcilerinden, demokratlarından ve aydınlarından ortaya çıkan öneri görüş ve değerlendirmelerin içeriğine bakıldığında, Kürt ve Arap halkları arasındaki dostluğu pekiştiren, yine bölge üzerinde bölgedeki halkların kaderi ve geleceği üzerinde kirli plan ve saldırıları boşa çıkarmada önemli veriler sunuyor.
Rojava’ya yönelik işgal saldırısında Kürdistan halkı tek yürek oldu diyebiliriz. Güney Kürdistan’da, Doğu Kürdistan’da yüzbinler ayağa kalkarak saldırıyı protesto etti, aydınlar, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, liderler tepkilerini ortaya koydu, oluşan ortam ulusal birliğe yönelik çabalara güç ve güven kattı.
Rojava üzerinde kapalı kapılar arkasında yapılan kirli pazarlıklar giderek daha çok kamuoyuna yansımaya başladı. Rojava’nın işgali üzerinde yapılan ittifakların kapsamı, dahil olan güçlerin sayısı ve bu güçlerin açık ve gizli konseptleri ve kullandıkları açık ve kapalı dil ne olursa olsun insanlık nazarındaki cevabı “bu ahlaksızlıktır, vicdansızlıktır, bir halkın varlığına yönelik bir uygulama” olarak görülüyor.