Kapitalist kriz büyük durgunluk şeklinde bir gelişim seyri gösteriyor. Emperyal özneler arasında yaşanan hegemonya krizi, emperyalist savaşın, olasılıktan gerçeğe dönüşmesinin nesnel zeminlerini yaratmış durumda. Yeni jeo-politik gelişmeler ve krizler sorunları derinleştiriyor ve militarist yönelimleri artırıyor. ABD’de Trump’ın yeniden seçilmesi, ekibi ve destekçisi olan finans kapital fraksiyonu savaş, militarist hamleler ve faşist politikalarla hegemonya savaşında son derece agresif olacaklarını ortaya koyuyor.
OECD’nin büyük ya da uzun durgunluğun 50 yıllık bir salınım göstereceği yönündeki açılımları, önümüzdeki çeyrek asrın yüksek bir konjonktür şeklinde biçimleneceğini ve büyük alt üst oluşlara gebe bir döneme girdiğimizi ortaya koyuyor. Hem 2008 sonrası yaşadığımız gelişmeler, hem de yeni savaş rejimleri diye tanımlayabileceğimiz yeni faşist, proto- faşist, geç faşist yapılanmaların metropollerde ve çevre ülkelerde iktidar atakları ve iktidara gelmeleri sınıf savaşlarının yeni ritmini işaretliyor.
Yeni gerçeklilik, kök devlet
Kriz, savaş, sınıf mücadelelerin seyri ve emeğe yönelik yeni tahakküm biçimleri kapitalist devletin dönüşümünü koşulluyor. Başka bir ifadeyle kapitalist devlet yeniden yapılanıyor. Kapitalizm en temel çelişkisi olan üretimin kolektif karakteriyle, üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerinden kendi ontolojisini kuran devlet, plütokratik servet yoğunlaşmasının güvencesi olarak hareket ediyor.
Sınıf mücadelesinin seyri, sermayenin tahakkümünü yeniden inşa etme süreçleri ve alt sınıfların kontrolü ve denetimi, baskılandırılması kapitalist devlet biçimlerinin nesnel zeminlerini yaratır. Her devlet, iktidar ve tahakküm ilişkisini ifade eder. Rafine bir sınıf egemenliğidir.
Sistemin varoluşsal bir kriz içine girmesi, çürüme ve asalaklaşmanın ulaştığı boyut kapitalist devletin yeniden şekillenme ihtiyacını yakıcılaştırıyor. Devlet alt sınıflarda oluşan öfkeye ve olası yıkıcı patlamalara karşı bir modern yok edici aygıt olarak yada modern leviathan (Tevrat ve İncil’de geçen kötülüğü temsil deniz canavarı) olarak kendini yeniden inşa ediyor.
Yeni devletin en önemli karakterinden biri sınıflar mücadelesinden “öğrenme”, esneme kabiliyeti ve tecrübe biriktirme yeteneği diyebiliriz.
Kapitalist ekonominin üretimi ve yeniden üretiminde rol oynayan ve sınıf tahakkümünün temel aygıtı olan devlet, içine girdiğimiz süreçte en konsantre haline bürünüyor.
Yani finans kapitalin basit bir aracı/enstrümanı değil, tam tersine varlığını finans kapitalle ya da daha geniş bağlamda sistemle özdeşleştiren, iç içe geçiren, reflekslerini ona göre belirleyen bir yapıyla karşı karşıyayız.
Bu tanımlama devletin aynı zamanda T. Hobbes’un ifadesiyle “modern” Leviathan’a dönüşme sürecidir. Bir farkla T. Hobbes’un Leviathan’ı bir toplum sözleşmesinin ürünüdür. Yeni devlet bir toplum sözleşmesine gerek duymuyor hatta bir meşruluk kaygısı gütmüyor ve kompleks bir özellik taşıyor.
Bugün işçi sınıfı başta olmak üzere alt sınıfların fiilen yurttaşlık ve anayasal haklarını kaybetmesi ya da haklarının askıya alınması bu sürecin bir parçasıdır. Neo- liberal politikaların bir mana da aktüel tezahürüdür.
Yaşanan krizin kapitalizmin varoluşsal krizine dönüşmesi bu kompleks gelişmelerin ve modern Leviathanlaşma sürecinin önünü açmaktadır. Varoluşsal kriz devletin varoluşsal refleksler göstererek yeni bir biçime bürünmesine yol açıyor. Yeni faşizmin nesnel zeminlerinin de bu iki temel olgu üzerinde biçimlendiğini söyleyebiliriz.
Hobbes devlet kuramında devleti yöneten iradenin koşulsuz serbestliğinden, mutlak güce sahip devletten söz eder. Bu irade sınırlandırılamaz ve ona karşı gelinemez. Modern Leviathan benzer zeminlerden şekillenirken, yeni süreçte iktidarın kaynağı bir toplum sözleşmesi ya da ortak kabullerden değil, sınıfsal tahakkümün ve iktidarın yoğunlaşması, içselleşmesi ve kendini yeniden üretmesinden alıyor.
Devlet, Deleuze ve Guattari’nin ifadesiyle kapitalist makina gibi hareket ediyor. Makina aslında bir mecaz, bu makinanın bir nevi aklı var. Bahsedilen devlet aklı gündelik dilde kullanılan manada bir devlet aklı değil. Sözü edilen sınıflar mücadelesi içinde ve bu mücadeleye müdahalelerle şekillenmiş bir akıl ya da refleksler bütünselliğidir. Aynı şekilde bu makinanın bir ruhu ve pratiği var. Buradaki ruh kavramı kendi varlığını ifade etmesi yanında, yine Hobbes’un çalışmasının (Leviathan’ın) başlığındaki gibi din ve dünya devletinin içeriği, biçimi ve kudreti anlamındadır.
Aktüel olarak Trump, Putin, Modi, Orban, J. Milei ve diğerlerinin iktidarlarını ya da devleti din ve dünya devletinin temsili olarak görmeleri rastlantı değil, zamanın ruhunun bir ifadesidir. Veya zamanın ruhu devletin ruhuyla iç içe geçmektedir.
Kapitalist makinanın pratiği de sınıflar mücadelesi içinde şekilleniyor. Bu pratik kolektif bir deneyim olarak, tekrar sınıfsal tahakküm ve zorun ya da hegemonyanın inşasında devreye sokuluyor.
Kısacası devlet eylem ve pratiklerinden tecrübe biriktiriyor ve bu birikimi sınıf savaşları içinde etkin bir şekilde kullanıyor. Kendini yeniliyor, esniyor, kudretini pekiştiriyor. Diğer yandan makinanın soğukluğunda ve ritminde icralarda bulunuyor. Çünkü aslolan sistemin güvenliği ve işleyişi…
Kapitalist makina yani devlet, sistemin işleyişinin ayrılmaz parçası olarak var ve varlığını bu işleyiş üzerinden inşa ediyor. Ayrıca kapitalist tahakkümün inşasında zamanın ve mekanın üretimi/düzenlemesinde aktif rol oynuyor.
Aslında devlet, bütün bu yönleriyle organik ya da yaşayan bir şey. Burada yaşama vurgusu, sınıflar mücadelesi ve sınıf tahakkümünün içinde ortaya çıkan bir organikliği ifade ediyor; yani devletin bu pratiklerden öğrenmesi, deneyim kazanması ve bu birikimler ekseninde yeni strateji ve taktikler geliştirmesi manasına geliyor.
‘Asalak devlet’, bütünsel iktidar
Bahsedilen yeni devlet, Marx’ın ifadesiyle “modern devletin modern özel mülkiyete tekabül etmesi” gibi bugün yaşanan ultra kapitalist asalaklaşma ve parazitleşme sürecinin bir parçası olan ve bu olgunun güvenliğini alan bir aygıttır. Yani Marx’ın devlet üzerine erken çalışmalarında belirttiği ve bağlamını farklı kurduğu asalak devletin aktüel biçimiyle karşı karşıyayız. Özel mülkiyetin (her özel mülkiyet kökeninde bir asalaklaşmayı ifade eder) yeni biçimlenişi sermayenin aktüel konsantrasyonu ve merkezileşmesinin bir yansıması olarak, asalaklaşmanın en ekstrem noktasına ulaştı.
26 dolar milyarderinin dünyadaki 3.8 milyar insanın varlığından daha fazla servet sahibi olması, söylediğimiz olguyu bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Bu örnek bir vaka ve bir sapma değil, kapitalizmin doğası ve ruhunun tezahürüdür. Ve artık kapitalist sistemin varlığı ve işleyişi küresel nüfusun çok az kesiminin hayatını idame etmesinin dışında başta doğa, tüm canlı ve cansız varlıklar, insanlık ve dünya için yıkım, ölüm ve yok oluş anlamına geliyor.
Ve bu durum artık alenileşti. Yeni devlet bu yok etme sürecinin agresif aparatı olarak devreye giriyor. Ve giderek kök devlet haline dönüşüyor.
Artık devlet hiçbir meşruiyet gözetmeden ve sistemin aktüel doğasına uygun, kapitalizmin bir yıkım makinası olarak hareket ediyor. Sistemin işleyişini, dizginsiz kar arzusunu, doğaya, kadına ve insanlığa karşı yok edici pratiklerini engelleyecek her şeyi tehdit olarak değerlendiriyor ve harekete geçiyor.
Yeni devletin kök devletleşme süreci ya da dönüşüm süreci çıplak ve acımasız sınıf egemenliğini koşulluyor. Devletin tüm mekanizmaları ve iç organizasyonu bu yönde yeniden yapılanıyor. Yani karşımızda sadece yürütme erkinin belirleyiciliğinin artması yasama ve yargının yürütmeye bütünüyle tabi olma süreci yok, çok daha kapsamlı sistemin varlığıyla bütünleşmiş bir olguyla karşı karşıyayız. Kısacası Gramsci’nin özgün tanımlaması olan integral devlet konsepti vurgularımıza uygun bir tanımlamadır. Buradaki işleyiş ve mekanizmalar, yeni kapitalizme göre biçimlenen bir tarzı koşulluyor ve kapitalist iktidarın toplumsal ilişkiler içinde inşasını ve devamlılığı içeriyor. Bu adımlar bir başka manada burjuva sınıf iktidarının derinleşmesi anlamına geliyor.
Sermayenin egemenliğinin sürekliliğini ve güvenliğini sağlamak (ve bunun için özgül koşullara uygun olarak şekillenmek) yeni integral devletin asli işlevi olarak belirleniyor. Çünkü kapitalist devletin maddi temeli, doğrudan sermaye birikimine bağlıdır ve bu ilişki yani sermaye devlet ilişkisi ontolojik karakterdedir. Ayrıca devlet aygıtında yoğunlaşan iktidar, burjuva sınıf iktidarını ifade eder.
Yeni devlet esnek, sürekli hareket etme kabiliyetine sahip, manevra alanı yüksek, bürokratik sınırlamaları asgariye düzeye çekmiş, sermayenin aklı ve ruhuyla bütünleşmiş, refleksleri ona göre belirlenmiş, sınıflar mücadelesinin momentlerine uyum sağlama özelliği kazanmış bir niteliğe sahip. Ayrıca hayatın her alanına sızan ve müdahale eden, kısaca bir çok parçanın bir araya gelmesiyle oluşmuş ve bu birçok parçanın özerk çalışabildiği bir ağ sistemini, bir “bütünü/totaliteyi” ifade ediyor.
Devletin zor ve ideolojik aygıtlarının bir network gibi çalışarak daha konsantre, rafine ve seçici devreye girmesi, yüksek bir denetim toplumu kurulmasına yol açıyor.
Baudrillard gerçeklik kavramını sorgulayarak modernizm sonrası dönem için simülasyon ya da hiper gerçeklik kavramını geliştirir. Simülasyonu bir köken ya da gerçeklikten yoksun, gerçeğin modeller aracılığıyla türetilmesi olarak tanımlar. Baudrillard, simülasyon için gerçekliğin tüm verilerine sahip olan ama gerçek olmayan şeydir der. Artık gerçeklik yoktur ya da gerçeğe ihtiyaç yoktur onun yerine simülakrlar vardır. Simülakrlar bir taklit ya da görünüş değildir. Başka bir tanımla artık gerçekle taklit, gerçekle gerçek olmayan arasında fark kalmamıştır. Ya da gerçekliğin bir gerçeklik değeri artık yoktur. Baudrillard kapitalizmin işleyişi, gerçeklik, iktidar ve ideoloji üzerine yoğunlaşarak kapitalizmin kompleks karakterine ilişkin önemli vurgular yapar. Baudrillard’ın simülasyon kavramını dar anlamda kullanırsak yeni devlet yüksek derece de simülasyonlar üreterek kitleler üzerinde nüfuz kuruyor, gereğinde görünmezleşiyor, gerçeği büküyor ve gücün konsantrasyonu oluyor. Bu manada bazen devlet hiçbir yerde olabiliyor, gerektiğinde her yerde görünebiliyor.
Yeni faşizm\ geç faşizm: Faşizmin muteberleşmesi
Faşizm üzerine çalışan Ernst Nolte’nın tanımlamasıyla bir anlamda “bütünsel iktidarla” karşı karşıyayız. Finans kapitalin ve varlıklı sınıfların (tarihsel tecrübelerine dayanarak) faşizmi “çağırmaları” bu manada ve hiçbir zaman irrasyonel bir sınıf tavrı değil, ontolojik bir yaklaşımdır. Çünkü burjuvazi devletsiz yapamaz, var olamaz. Devlet burjuvazinin ana rahmi gibidir. Faşizm bu manada bir istisna hali değil, kapitalist toplumsal formasyona mündemiçtir. Buradaki çağırma vurgumuz ise içinde var olan, saklı bulunan şeyi çağırmaktır.
Somutta bir tanımlama yapmak gerekirse Poulantzas’ın faşistleşme süreci kavramını sınırlı bir içerikte kullanma kaydıyla, Horkheimer’ın otoriter devlet tezleri yaşadığımız dönemi analiz etmekte bize zengin olanaklar veriyor. Horkheimer’ın otoriter devlet anlayışı çok konsantre olarak anayasal çerçevede ya da anayasa devre dışı bırakılarak hızla faşist devlete dönüşebilen/geçebilen devlet biçimi ifade eder.
Küresel düzeyde yeni faşizmin iktidar ataklarını bu perspektifle değerlendirebiliriz. ABD dahil metropollerde ve çevre ülkelerde otoriter devletleşme ya da faşist devlete geçiş konjonktürü yaşanıyor. Bütün bu süreci faşistleşme süreci/dalgası diye tanımlama imkanımız var.
Bir başka ifadeyle artık kesintisiz olağanüstü hal uygulamalarıyla karşı karşıyayız ve bu uygulamalar normalleşiyor. Farklı şok doktrini ve yeni nesil korkular finans kapitalin, siyasi iktidarların ve kapitalist devletin hem yeni kâr stratejilerine, hem de yeni kontrol ve denetleme teknolojilerine hizmet edecektir. İçinden geçtiğimiz süreç hayatın her alanının hızla otoriterleşebileceğini ortaya koyuyor. Faşizmin karakteristik özelliği olan bu durumu Hannah Arent, total tahakküm rejimlerinin temeli olarak görür. Faşizmin kitlelerde yarattığı psikolojik hal bu nesnellik üzerinden şekillenir. Tam bu noktada faşizmin salt bir politik iktidar biçimi olmadığını aynı zamanda bir toplumsal ilişki, kültür ve hayat tarzı olduğunu belirtmekte yarar var.
Küresel düzeyde faşist hareketlerin kendi özgünlüğünde ve renklerinde gelişimi ve kitleselleşmesi dikkat çekicidir. Bu durum Avrupa’da, yani kapitalist kültür ve yaşam tarzının merkezi kabul edilen kıta dahil ABD, Latin Amerika, Asya ve Uzak Asya içinde geçerlidir. Gelişmeler bir yanıyla dekadans ve çürüme sürecini ifade ediyor.
Yapısal krizlerin aynı zamanda uygarlık krizlerini de açığa çıkardığı unutulmamalıdır. Hem tektonik kırılmalar, hem de ultra neo-liberal politikalar, kamusal alanın hızla özelleştirilmesi ve metalaştırılması ve sistemin bir korku dinamosu gibi çalışması kitlelerin faşizmi arzulamasına yol açıyor.
Faşizmin yarattığı heyecan ve mikro faşizmin cazibesi ve anaforu kitleleri kavrıyor. Bu durum bir nevi estetik çekicilik/anafor olarak yorumlanabilir. Faşist estetik “küçük insanın” bilinç altına seslenme becerisine sahiptir. Bugün açısından yeni faşizmi küresel düzeyde gelişen, kitleler üzerinde nüfuzunu yayan ve kök salan bir hareket olarak değerlendirebiliriz. Deleuze ve Guattari faşizmi tehlikeli kılan yönün bu özellikleri olduğunu söyler: “Faşizmi tehlikeli kılan, moleküler ya da mikropolitik iktidarıdır, çünkü faşizm bir kitle hareketidir: totaliter bir organizmadansa kanserli bir bedendir”.
Michael Mann Faşistler adlı çalışmasında I. Kuşak faşizmin (Almanya, İtalya, Avusturya, Romanya, Macaristan, İspanya’da) iktidar örgütlenmelerini, temel değerlerini, faşist hareketin yükselişi ve eylemselliğini analiz ederek, bazı çözümlemelerde bulunur. Ve faşistlerin çok azının marjinal olduğunu, ağırlıkta tüm sınıflardan destek gördüğünü belirtir. Bu niteliğini kitleleri ikna etme kabiliyetinden aldığını ve “Büyük İdealler” hareketi olmasından kaynaklandığını ileri sürer. Aktüel olarak neo- liberal kapitalizmin yıkıcı politikaları kitlelerde çok boyutlu korku, kaygı ve çıkışsızlık hissi yaratmış, öfke ve arayış faşizmin cazibesini artıran faktör olmuştur. Farklı sınıf ve tabakaların içinde kapitalizmin sonuçlarına karşı öfkeyi de örgütleyen yeni faşist hareketler diskrimine edici, öjenik, seksist, mizojini, zenofobi, terörü stilize eden, yeni jargon ve dil oluşturan, farklı kutsal anlamlar dünyası yaratan, stereotip ön yargılar üreten politikalarla inisiyatif geliştiriyor ve politik etkisini hızla yayıyor.
Deleuze ve Guattari “Anti- Ödipus: Kapitalizm ve Şizofreni” adlı ortak çalışmalarında arzuyu bir devrimci duygu olarak tanımlar ve yaratıcı dinamiğine vurgu yaparlar, öte yandan (kapitalist gerçekliğin) arzuyu bastırması baskının, sömürünün, rıza göstermenin, biat etmenin, kulluğun “çoşkuyla” arzulanmasına neden olduğunu söylerler. Pierre Bourdieu da tahakküm ve rızanın (bilinçli bir yönelim dışında) şeylerin ve bedenlerin içine kazınmışlığı üzerine durarak tamamlayıcı bir vurgu yapar: Faşizmin gücünü buralarda aramak gerekir.
Kitleler tarafından arzulanan gerçekliği ve yok edici büyüsü faşizme kudret kazandırır. Walter Benjamin, Nazilerin ideolojik ve politik kazanımlarını politikanın estetize edilmesine borçlu olduğunu yazar. Yeni faşizmin en büyük başarısı bu politik “büyüyü” oluşturabilmesindedir. Evet izlenen – ajite edici, kimlik inşa eden, dil ve ruh kazandıran, ataerkil, şiddeti kutsayan, kolektif panik ve korkuyu besleyen, heyecan ve coşku aşılayan, hızla algılanan ve refleks uyandıran- ama bir gerçekliği ve durumu son derece yalın anlatan “estetize” politikalar yeni faşizmin çok farklı sınıf ve kesimler tarafından aktif destek görmesinin önünü açıyor. Çünkü faşizm kitlelerin mana dünyalarına hitap ediyor ya da yeni mana dünyaları kurmalarına yol açıyor. Faşizm bu noktada hem bir devlet biçimi, hem toplumsal bir ilişki tarzı ve yaşam biçimine dönüşüyor.
Ve A. Toscana, Geç Faşizm çalışmasında faşizmin bugünkü tezahürlerini sömürgecilik pratiklerine, erken faşizm uygulamalarına göndermeler yaparak analiz eder. Bu pratikleri anlamanın yollarını arar. Tarih bir manada bugündeki geçmiş olarak yaşanıyor.
Sınıfın atomizasyonu, yıkımı ve atık nüfusa dönüşmesi
Yeni faşizm üzerine yapılan analizlerde en sık karşılaşılan soru işçi sınıfının devrimci bir ayağa kalkışının ve etkili devrimci komünist bir hareketin olmadığı koşullarda finans kapital neye böyle bir tercihte bulunsun sorudur. Bu soru manalıdır ama anakroniktir. Birinci kuşak yada tarihsel faşizm deneyimleri üzerinden bir analizin veya faşizme bakışın sonucudur.
Aslında belki de yeni faşizm en karakteristik özelliğinin bu nokta ve paramiliter bir oluşum üzerinden şekillenmemesi olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca aynı neden parlamentonun yüksek bir meşruiyet alanı ve plesibiter bir diktatörlük olarak kullanılması olanağını vermektedir.
Fakat bu vurgularımız faşizmin bir karşı devrim olduğunu ve asıl olarak yeni faşizmin sınıfın stratejik yıkımı ve atomizasyonu üzerinden inşa olduğunu yadsımaz.
İçine girilen konjonktür sınıfa küresel düzeyde stratejik saldırıların yoğunlaştığı, emeğin çok boyutlu denetlenip, boyunduruk altına sokulmak istendiği bir dönemin kapılarını aralıyor. Finans kapital koşulsuz iktidarını yaratmak için stratejik hamleler yapıyor.
Küresel finans kapital dünyanın Bangladeşleşmesi yönünde düzenlemelere girişiyor. Küresel Güney zaten bu süreci en acımasız şekilde yaşıyor. Artık dünyanın diğer coğrafyaları ve metropoller dahil bu dalganın içine giriyor.
Metropollerin kendi güneyleri de yoksulluğun, işsizliğin ve sosyal atıklaşma halinin merkezlerine dönüşüyor. Bir yanda yapay zeka ve robotik teknolojilerin kullanıldığı, üretimde tam otomasyonun tartışıldığı ve bu yönde pratik adımların atıldığı gelişmeler varken, diğer yanda tam da kapitalizmin doğasına uygun, vahşi ve yıkıcı sömürünün yaşandığı, son derece kötü koşullarda hayatların sürdürüldüğü dünyanın atölyeleri üretmeye devam ediyor ve devam edecek.
Bu durum bir paradoks değil, sistemin işleyişinin ve ruhunun bir yansımasıdır.
Bugün olduğu gibi Afrika’nın çitlerle çevrilmiş ve özel güvenlik elemanlarıyla korunan en verimli topraklarında Afrikalı tarım işçileri ölümüne ve çok cüzi bir ücretle çalışıp, açlıkla boğuşurken, ürettikleri ürünler, metropollerde egzotik ve organik tatlar olarak piyasaya sunuluyor. Ya da Endonezya’da marka bir spor ayakkabı üreten bir işçinin aylık kazancı satılan bir ayakkabının ederinden daha az olmaya devam edecek. Küresel atölyelerin çarkları insan kanı, teri ve gözyaşıyla dönmeyi sürdürecek.
İçine girdiğimiz konjonktürde finans kapital emek üzerinde mutlak ve sürekli egemenlik kurmayı arzuluyor. Sınıfın küresel düzeyde itaatkarlaşmasını ve rıza göstermesini hedefleniyor.
Despotik emek rejimleriyle finans kapital sınıfı abluka altına almak istiyor. Yeni ve kompleks emek kontrol sistemlerini devreye sokuyor. Ve son derece soğukkanlı bir biçimde hareket ederek sınıfı her düzeyde örgütsüzleştiriyor.
Kapitalist devlet ve siyasal iktidarlar bu kuşatmanın hukuki, fiili düzenlemelerini hayata geçiriyor ve açık zor daha konsantre biçimde uygulanıyor.
1.Burawoy, fabrika rejimlerinin despotik karaktere bürünmesini fabrikayla ya da çalışma alanıyla sınırlı tutmaz, kapsamına vurgu yapar devlet ve siyasal rejimle bağını kurar. Evet sınıfın kronik örgütsüzlüğü ve rıza göstermesi üzerinden inşa olan despotik emek rejimleri aynı zamanda devletin despotikleşmesi ya da olağanüstü bir devlet tipine dönüşmesi ve paralel olarak siyasal rejimin despotikleşmesi ya da olağanüstü rejimlere dönüşmesi anlamına gelir. Bu süreç birbirini etkiler, şekillendirir ve besler.
Yeni devlet tartışmalarının bu eksende yürütmek manalı olacaktır.
Modern Leviathan ancak sınıfı stratejik yenilgiye uğrattığı aşamada varlığını inşa eder ya da varlığını sürdürebilir. Bu aynı zamanda yeni faşizmin nesnel zeminleri ve iktidar ataklarının ifadesidir. Finans kapital alt sınıfları da bünyesine alan faşist hareketlerle ya da rejimlerle işçi sınıfının atomizasyonunu ve yıkımını hesaplıyor. Leviathan hükmünü ancak böyle sürdürebilir.