Kapitalist kriz büyük durgunluk şeklinde bir gelişim seyri gösteriyor. Emperyal özneler arasında yaşanan hegemonya krizi, emperyalist savaşın, olasılıktan gerçeğe dönüşmesinin nesnel zeminlerini yaratmış durumda. Yeni jeo-politik gelişmeler ve krizler sorunları derinleştiriyor ve militarist yönelimleri artırıyor. ABD’de Trump’ın yeniden seçilmesi, ekibi ve destekçisi olan finans kapital fraksiyonu savaş, militarist hamleler ve faşist politikalarla hegemonya savaşında son derece agresif olacaklarını ortaya koyuyor.
OECD’nin büyük ya da uzun durgunluğun 50 yıllık bir salınım göstereceği yönündeki açılımları, önümüzdeki çeyrek asrın yüksek bir konjonktür şeklinde biçimleneceğini ve büyük alt üst oluşlara gebe bir döneme girdiğimizi ortaya koyuyor. Hem 2008 sonrası yaşadığımız gelişmeler, hem de yeni savaş rejimleri diye tanımlayabileceğimiz yeni faşist, proto- faşist, geç faşist yapılanmaların metropollerde ve çevre ülkelerde iktidar atakları ve iktidara gelmeleri sınıf savaşlarının yeni ritmini işaretliyor.
Yeni gerçeklik, kök devlet
Kriz, savaş, sınıf mücadelelerin seyri ve emeğe yönelik yeni tahakküm biçimleri kapitalist devletin dönüşümünü koşulluyor. Başka bir ifadeyle kapitalist devlet yeniden yapılanıyor. Kapitalizm en temel çelişkisi olan üretimin kolektif karakteriyle, üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerinden kendi ontolojisini kuran devlet, plütokratik servet yoğunlaşmasının güvencesi olarak hareket ediyor.
Sistemin varoluşsal bir kriz içine girmesi ve çürüme ve asalaklaşmanın ulaştığı boyut kapitalist devletin yeniden şekillenme ihtiyacını yakıcılaştırıyor. Devlet alt sınıflarda oluşan öfkeye ve olası yıkıcı patlamalara karşı bir modern yok edici aygıt olarak ya da modern leviathan (Tevrat ve İncilde geçen kötülüğü temsil deniz canavarı) olarak kendini yeniden inşa ediyor.
Yeni devletin en önemli karakterinden biri sınıflar mücadelesinden “öğrenme”, esneme kabiliyeti ve tecrübe biriktirme yeteneği diyebiliriz.
Bu tanımlama devletin aynı zamanda T. Hobbes’un tanımlamasıyla “modern” Leviathan’a dönüşme sürecidir. Bir farkla T. Hobbes’un Leviathan’ı bir toplum sözleşmesinin ürünüdür. Yeni devlet bir toplum sözleşmesine gerek duymuyor hatta bir meşruluk kaygısı gütmüyor ve kompleks bir özellik taşıyor.
Yaşanan krizin kapitalizmin varoluşsal krizine dönüşmesi bu çok yönlü gelişmelerin ve modern Leviathanlaşma sürecinin önünü açmaktadır. Varoluşsal kriz devletin varoluşsal refleksler göstererek yeni bir biçime bürünmesine yol açıyor. Yeni faşizmin nesnel zeminlerinin de bu iki temel olgu üzerinde biçimlendiğini söyleyebiliriz.
Hobbes devlet kuramında devleti yöneten iradenin koşulsuz serbestliğinden, mutlak güce sahip devletten söz eder. Bu irade sınırlandırılamaz ve ona karşı gelinemez. Modern Leviathan benzer zeminlerden şekillenirken, yeni süreçte iktidarın kaynağı bir toplum sözleşmesi ya da ortak kabullerden değil, sınıfsal tahakkümün ve iktidarın yoğunlaşması, içselleşmesi ve kendini yeniden üretmesinden alıyor.
Devlet, Deleuze ve Guattari’nin ifadesiyle kapitalist makina gibi hareket ediyor. Makina aslında bir mecaz, bu makinanın bir nevi aklı var. Bahsedilen devlet aklı gündelik dilde kullanılan manada bir devlet aklı değil. Sözü edilen sınıflar mücadelesi içinde ve bu mücadeleye müdahalelerle şekillenmiş bir akıl ya da refleksler bütünselliğidir. Aynı şekilde bu makinanın bir ruhu ve pratiği var. Buradaki ruh kavramı kendi varlığını ifade etmesi yanında, yine Hobbes’un çalışmasının (Leviathan’ın) başlığındaki gibi din ve dünya devletinin içeriği, biçimi ve kudreti anlamındadır.
Aktüel olarak Trump, Putin, Modi, Orban, J. Milei ve diğerlerinin iktidarlarını ya da devleti din ve dünya devletinin temsili olarak görmeleri rastlantı değil, zamanın ruhunun bir ifadesidir. Veya zamanın ruhu devletin ruhuyla iç içe geçmektedir.
Kapitalist makinanın pratiği de sınıflar mücadelesi içinde şekilleniyor. Bu pratik kolektif bir deneyim olarak, tekrar sınıfsal tahakküm ve zorun ya da hegemonyanın inşasında devreye sokuluyor.
Kısacası devlet eylem ve pratiklerinden tecrübe biriktiriyor ve bu birikimi sınıf savaşları içinde etkin bir şekilde kullanıyor. Kendini yeniliyor, esniyor, kudretini pekiştiriyor. Diğer yandan makinanın soğukluğunda ve ritminde icralarda bulunuyor. Çünkü aslolan sistemin güvenliği ve işleyişi…
Yeni faşizm/Geç faşizm: Faşizmin muteberleşmesi
Faşizm üzerine çalışan Ernst Nolte’nın tanımlamasıyla bir anlamda “bütünsel iktidarla” karşı karşıyayız. Finans kapitalin ve varlıklı sınıfların (tarihsel tecrübelerine dayanarak) faşizmi “çağırmaları” bu manada ve hiçbir zaman irrasyonel bir sınıf tavrı değil, ontolojik bir yaklaşımdır. Çünkü burjuvazi devletsiz yapamaz, varolamaz. Devlet burjuvazinin ana rahmi gibidir. Faşizm bu manada bir istisna hali değil, kapitalist toplumsal formasyona mündemiçtir. Buradaki çağırma ise içinde varolan, saklı bulunan şeyi çağırmaktır.
Somutta bir tanımlama yapmak gerekirse Poulantzas’ın faşistleşme süreci kavramını sınırlı bir içerikte kullanma kaydıyla, Horkheimer’ın otoriter devlet tezleri yaşadığımız dönemi analiz etmekte bize zengin olanaklar veriyor. Horkheimer’ın otoriter devlet anlayışı çok konsantre olarak anayasal çerçevede ya da anayasa devre dışı bırakılarak hızla faşist devlete dönüşebilen/geçebilen devlet biçimini ifade eder.
Küresel düzeyde yeni faşizmin iktidar ataklarını bu perspektifle değerlendirebiliriz. ABD dahil metropollerde ve çevre ülkelerde otoriter devletleşme ya da faşist devlete geçiş konjonktürü yaşanıyor. Bütün bu süreci faşistleşme süreci/dalgası diye tanımlama imkanımız var.
Bir başka ifadeyle artık kesintisiz olağanüstü hal uygulamalarıyla karşı karşıyayız ve bu uygulamalar normalleşiyor. Farklı şok doktrini ve yeni nesil korkular finans kapitalin, siyasi iktidarların ve kapitalist devletin hem yeni kâr stratejilerine, hem de yeni kontrol ve denetleme teknolojilerine hizmet edecektir. İçinden geçtiğimiz süreç hayatın her alanının hızla otoriterleşebileceğini ortaya koyuyor.
Küresel düzeyde faşist hareketlerin kendi özgünlüğü ve renklerinde gelişimi ve kitleselleşmesi dikkat çekicidir. Bu gelişme Avrupa’da, yani kapitalist kültür ve yaşam tarzının merkezi kabul edilen kıta dahil ABD, Latin Amerika, Asya ve Uzak Asya için de geçerlidir.
Yapısal krizlerin aynı zamanda uygarlık krizlerini de açığa çıkardığı unutulmamalıdır. Hem tektonik kırılmalar, hem ultra neo-liberal politikalar, kamusal alanın hızla özelleştirilmesi ve metalaştırılması ve sistemin bir korku dinamosu gibi çalışması kitlelerin faşizmi arzulamasına yol açıyor.
Faşizmin yarattığı heyecan ve mikro faşizmin cazibesi ve anaforu kitleleri kavrıyor. Bu durum bir nevi estetik çekicilik olarak yorumlanabilir. Bugün açısından yeni faşizmi küresel düzeyde gelişen, kitleler üzerinde nüfuzunu yayan bir hareket olarak değerlendirebiliriz. Deleuze ve Guattari faşizmi tehlikeli kılan yönün bu özellikleri olduğunu söyler: “Faşizmi tehlikeli kılan, moleküler ya da mikropolitik iktidarıdır, çünkü faşizm bir kitle hareketidir: totaliter bir organizmadansa kanserli bir bedendir”.
Michael Mann Faşistler adlı çalışmasında I. Kuşak faşizmin (Almanya, İtalya, Avusturya, Romanya, Macaristan, İspanya’da) iktidar örgütlenmelerini, temel değerlerini, faşist hareketin yükselişi ve eylemselliğini analiz ederek, bazı çözümlemelerde bulunur. Ve faşistlerin çok azının marjinal olduğunu, ağırlıkta tüm sınıflardan destek gördüğünü belirtir. Bu niteliğini kitleleri ikna etme kabiliyetinden aldığını ve “Büyük idealler” hareketi olmasından kaynaklandığını ileri sürer. Aktüel olarak neo-liberal kapitalizmin yıkıcı politikaları kitlelerde çok boyutlu korku, kaygı ve çıkışsızlık hissi yaratmış, öfke ve arayış bu noktada faşizm cazibesini artıran faktör olmuştur. Farklı sınıf ve tabakaların içinde kapitalizmin sonuçlarına karşı öfkeyi de örgütleyen yeni faşist hareketler; diskrimine edici, öjenik, seksist, mizojini, zenofobi, terörü stilize eden, yeni jargon ve dil oluşturan, farklı kutsal anlamlar dünyası yaratan, stereotip ön yargılar üreten politikalarla inisiyatif geliştiriyor ve politik etkisini hızla yayıyor.
Deleuze ve Guattari “Anti- Ödipus: Kapitalizm ve Şizofreni” adlı ortak çalışmalarında arzuyu bir devrimci duygu olarak tanımlar ve yaratıcı dinamiğine vurgu yaparlar, öte yandan (kapitalist gerçekliğin) arzuyu bastırması baskının, sömürünün, rıza göstermenin, biat etmenin, kulluğun “coşkuyla” arzulanmasına neden olduğunu söylerler.
Sınıfın atomizasyonu, yıkımı ve atık nüfusa dönüşmesi
Yeni faşizm üzerine yapılan analizlerde en sık karşılaşılan soru işçi sınıfının devrimci bir ayağa kalkışının ve etkili devrimci komünist bir hareketin olmadığı koşullarda finans kapital neye böyle bir tercihte bulunsun sorusudur. Bu soru manalıdır ama anakroniktir. Birinci kuşak ya da tarihsel faşizm deneyimleri üzerinden bir analizin veya faşizm bakışın sonucudur.
Aslında belki de yeni faşizmin en karakteristik özelliğinin bu nokta ve paramiliter bir oluşum üzerinden şekillenmemesi olduğunu söyleyebiliriz.
Fakat bu vurgumuz faşizmin bir karşı devrim olduğunu yadsımaz ve asıl olarak yeni faşizmin sınıfın stratejik yıkımı ve atomizasyonu üzerinden inşa olduğunu vurgular.
Yeni devlet tartışmalarını bu eksende yürütmek manalı olacaktır.
Modern Leviathan ancak sınıfı stratejik yenilgiye uğrattığı aşamada varlığını inşa eder ya da varlığını sürdürebilir. Bu aynı zamanda yeni faşizmin nesnel zeminleri ve iktidar ataklarının ifadesidir. Finans kapital alt sınıfları da bünyesine alan faşist hareketlerle ya da rejimlerle işçi sınıfının atomizasyonunu ve yıkımını hesaplıyor. Leviathan hükmünü ancak böyle sürdürebilir.