Suriye’ye yönelik operasyona ironik bir isim koydular. Savaş uçakları, tanklar, bombalar eşliğinde süren ‘operasyonun’ adı ‘Barış Pınarı’! İronik bir sözcüğe bir örnek gösterin denilse herhalde Barış Pınarı sözcüğü bu tanıma cuk oturur. Düpedüz savaş gerçekleşiyor ve adına barış denebiliyor. Pınardan kasıt ise herhalde akacak kanların derelerin rengini değiştirme potansiyelinden kaynaklı olmalı. ‘Barış Pınarı’ ancak ‘Savaşta Akacak Kanlar’ olarak düzeltilebilir.
Devlet aygıtı ironi yapmayı herhalde çok seviyor olmalı. Peki bu devlet niçin ironi yapar? Halkla dalga geçmek onları mutlu ediyor olabilir mi? Sanatta ironi gülünç bir durumla alay etmek demektir. Elbette yapılan ironi de halkla ilgili olmalıdır ki komik olabilsin. Zeka göstergesi olan alay yani ironi zeki birçok insanın kullandığı yöntemlerden biridir. Ancak devlet aklının zekâsından söz etmek hele bizde pek olanaklı değil.
Çünkü onun değerleri çok basittir ve bir zekâ gerektirmez. Zekâ yerine zoru kullanmak onların zekâ seviyesine denk düşmektedir. Seçilen Barış Pınarı sözcüğü zekâ ürünü bir ironi değildir. Suriye’de girişilen operasyona ‘Savaşta Akacak Kanlar’ dersek uygun olmaz deyip, ‘bunun tersini söyleyelim halk belki barış için orada olduğumuza inanır’ diye düşünüp, Barış Pınarı sözcüğünü zekâ seviyelerine uygun seçmiş olmalılar. Ancak operasyona koydukları alaylı başlık onların dışında hiç kimseyi güldürmemektedir. İnsanların kanı dökülürken yapılan komikliğe gülmek şöyle dursun ancak nefret ederler.
Çokta emin olamıyorum bazen, acaba fazla mı zekiler diye düşünüyorum. Çünkü peşlerine milyonlarca insanı takma başarısını gösterebiliyorlar. Bırakın insanı, insan, emek ve doğa haklarından dem vuran CHP gibi partileri de peşlerine takabiliyorlarsa zeki olmalılar diye düşünüyorum. Ama sonra hemen vazgeçiyorum. Onların zekasının CHP’nin geri zekalılığından biraz daha fazla olabileceğini görüyorum. Bu operasyonun adına bakıpta garipsemeyenlerin de CHP’yle aynı zeka seviyesinde olduklarını düşünmek herhalde fazla kaçmaz.
Pavlov’un köpeklerini bilirsiniz. İvan Petroviç Pavlov, o çok bilinen deneyinde bir köpeğe önce aralıklarla zil çalarak tepkisini ölçmüş, önce hiçbir tepki almamış. Ardından köpeğe her yemek verilişinde zil çalmaya başlamış. Sonra yemek getirmeden zil çaldığında da köpeğin yemek öncesi oluşan ağız salyalarının yine ortaya çıktığını görmüş. Şartlı refleks adı verilen ve deneysel pisikolojinin temeli olan bu sonuç sonrası Pavlov Fizyoloji Tıp dalında Nobel Bilim Ödülü kazanmış. Pavlov, ödül kabul konuşmasında insanın en temel ve en güçlü içgüdüsünün “yiyecek bulmak” olduğunu söylemesiyle birlikte ilgi odağı olmuş. Çünkü zili çalmak için ne de olsa zekâ gerekmiyor ve bu gerçeği kapitalist devletler halklar üzerinde her zaman uyguladığı ise biliniyor.
Barış Pınarları operasyonu öncesi şartlı refleksler için devlet aklı çalışmalar yürütmüş olmalı. Suriyelilere ‘güvenli bölge’ içinde 300’er metrekare evler inşa edelim sözleri inşaat sermayesinde aynen Pavlov’un köpekleri gibi ağızlarının sulanmasına yol açmış olabilir. Bölge petrol bölgesi olması bakımından petrolcülerin ağızları zili daha duymadan salyaları hızla artmış olmalı. Şartlı refleks deneyi elbette sadece yemek üzerinden bir sonuç ortaya koymamıştı.
Milliyetçilik gibi dürtüleri toplumda oluşturmak için devlet çok masraf yaptı. Okullarda, camilerde, kışlalarda yıllarca insanlar şartlandırıldı. Yağmacılık, ırza geçmek, bedavadan edinim sağlamak vb. şartlanmalarda bu deneylerin bir parçası olmalı. Bu duygularla şartlanan insanların zil sesini duyduklarında şaha kalktıkları bu ülkede çokça görüldü. Rumlara, Kürtlere ve Alevilere yönelik pogromlar bu şartlanmalar sonucu ortaya çıktı diyebiliriz. Her gün selamlaştığı komşusunun malına, karısına, kızına çökme dürtüsü zil sesini duymalarıyla birlikte harekete geçiyor olmaları başka türlü düşünmemizi engelliyor.
Bertolt Brecht, Çağrı şiirinde sanki zili elinde tutanları aktarmış olmalı, “Onlar demir çeliği elinde tutan birkaç kişidir… Dünyaya bakıp ‘ne küçük’ derler. Bir şeylerle yetinmezler ucunda, para hesap eder gibi hesaplıyorlar bizi, savaş da bu hesabın ucunda.” Şiirden alıntıladığımız bölüm bugün yaşadıklarımızın sanki bir özeti gibi. Ortadoğu’ya ne kadar küçük bir yer diye bakarak savaş tezgâhları kuranların hesabı para hesabından başkaca bir şey değil. Brecht şiirin sonuna doğru bize birde soru soruyor, “Biz milyonlarca kişi. Savaşı yener miyiz? Bunu sen bileceksin. Bunu biz bilecek, biz seçeceğiz. Bir de düşün ‘Yok!’ dediğini”…