Türk kimliğinin açıkça telaffuz edilmeyen bir etno-dinsel temeli olduğu bilinir. Ulus-devlet formatında yeniden şekillenme sürecinde toplumun etnik kökeni çok araştırılmış fakat anadilleri yasaklayarak Türkçeyi zorunlu kılmak dışında bir çare bulunamamıştır. Etnik köken ve soy boşluğunun üzeri, “Türk Tarih Tezi” ve Mongol/Asyatik kökenleri yücelten mitolojilerle sıvanarak yamanmış olmakla birlikte toplum nezdinde ikna edici olamamıştır. O çabalardan bugüne yaşayabilen kalıntıların aşırı sağcı parti sembolleri ve soyadı kanunu döneminin işgüzar nüfus memurlarının yadigârı olarak “Öztürk” ve “Soylu” gibi ikinci isimlerden ibaret olduğu gözlemi yanlış olmayacaktır. Bir de son kullanıcıları olan kuşaklarla birlikte ölmekte olan bu coğrafyanın sayıları onlarla ifade edilen anadilleri…
Din temeli ise, cumhuriyeti ziyadesiyle önceleyen köklere sahiptir. Osmanlı’nın çözülüşü içinde Sünni-İslam unsurların kendilerine “vatan” belledikleri coğrafyayı sistematik şiddet yordamıyla gayrı Müslim unsurlardan arındırması, ulus-devlete geçişin asıl temelidir. Cumhuriyet rejimi, uluslaşma ve modernleşme projelerinin önceliği gereği, üzerine oturduğu dini temeli telaffuz etmemeyi tercih etmiştir. Buna rağmen, devletin derin kimlik algısında modern Türklük maddesi, aslında bu Sünni harç ile yoğrulmaktadır.
Cumhuriyet rejimi altında İslamcılık, bu Sünni hammaddeyi öne çıkararak seküler kamusal alanı dini ilkeler uyarınca yeniden düzenleme ve Osmanlı geçmiş ile kopuş yerine sürekliliği hayata geçirme talepleri üzerinde biçimlenen bir söylemsel formasyon niteliği kazanmıştır. Bu yönelim, 1950’li yıllardan itibaren orta-sağ siyasal iktidarların programı ve pratiğinde değişen dozlarda yer bulmuştur. 2000’li yıllarla birlikte kurulmakta olan İslamcı siyasi iktidar, Sünni toplumsal temelin devlet ve hukuk gibi üstyapılarda belirleyici konum kazanması sürecini hayata geçirmektedir.
Bu süreç içinde çalkantılı bir yakın tarihi geride bırakmış bulunuyoruz. Ekonomik çöküş ve artan toplumsal rahatsızlık verileri ışığında yakın gelecekten bir durulma ya da istikrar beklemek hayalcilik olacaktır. Ülke içindeki sancılı dönüşüm, dış siyasete Avrupa ile entegrasyon hedefinin yerini Suriye ve Libya gibi sınır ötesi ve deniz aşırı müdahalelerin alması olarak yansımaktadır.
İç ve dış siyaset arasında etkileşim, örtüşme ve karşılıklı belirleyicilik olduğu tespiti, Türkiye devletinin Sünnileşme süreci ile Suriye ve Libya operasyonları birlikte okunduğunda anlam kazanacaktır. Türkiye devleti Sünnileştikçe sınırları ötesine yayılmakta, Arap yarımadası ve güney Akdeniz sahili üzerinde (sert ya da yumuşak güç olarak) yayılmayı sürdürdükçe de ülkenin Sünnileşme süreci yaygınlık ve derinlik kazanmaktadır.
Bu çerçeveden bakıldığında, Suriye ve kısmen Libya’da sürdürülmekte olan dış çatışma halinin devletin dönüşümü sürecinde başvurulan ideolojik aygıtları da beslemekte olduğu gözlemlenebilir. Bu çatışmaları meşrulaştırmakta kullanılan ideolojik argümanlar, İslamcılığın iki temel programatik talebinin – Osmanlı geçmiş ile kopuş yerine süreklilik esasına dayanma ve Sünni hammaddeyi öne çıkararak seküler kamusal alanı dini ilkeler uyarınca yeniden düzenleme-ülkenin iç siyaseti üzerinde hegemonik konum kazanmasına hizmet etmektedir.
İç ve dış siyasetin bu karşılıklı belirleyici niteliklerinden hareketle sınır ötesi ve denizaşırı müdahalelere eşlik eden söylemsel pratikleri incelemek, içinde yaşanılan durumun geçici değil, kalıcı bir hegemonik halet-i ruhiye olarak en azından 21. Yüzyıl’ın kalan tarihi boyunca bu coğrafyada yaşanacak olanları belirleyeceği öngörüsü temelinde önem kazanıyor.
Bu soruşturma kapsamında, hepsi birbiriyle iç içe olmakla birlikte önemli nüansları da olan Misak-ı Milli sınırları argümanı, ümmet esasına dayalı Hilafetçi bakış, Osmanlı ülkesi ve milleti argümanı ve özellikle Suriye müdahalesinde mezhep farkını öne çıkaran Sünnici bakış ayrı ayrı ve birlikte ele alınacak. Bu söylemlerin çatışmacı dış siyaseti meşrulaştırırken ülkenin siyasal ve toplumsal organizmaları üzerinde icra edilmekte olan kapsamlı ameliyatta oynadıkları belirleyici rol ortaya konulacak. Hukuki ve kamusal üstyapının Sünnileşmesi olarak özetlenebilecek bu dönüşümün toplumda halen yaratmakta olduğu ve bundan sonra da yol açması kaçınılmaz rahatsızlıkların eksenini belirleyecek olan toplumsal fay hatlarının koordinatları araştırılacak.
(Haftaya Devam edecek)