İşe girmek için doldurulan o uzun formlar hepimizin önüne gelir. Ad, soyad, doğum tarihi, adres… Bunlar olağandır. Ama bazen sayfayı çevirirsiniz, orada başka sorularla karşılaşırsınız: “Etnik kökeniniz?”, “mezhebiniz?”, “hangi derneğe üyesiniz?”, “sendikaya kayıtlı mısınız?”, “hangi vakfa bağlısınız?” Son günlerde Emlak Konut’un EPP firmaları, işçilerden tam da bu bilgileri istemiş. Kâğıtta “personel formu” yazıyor ama satır aralarında başka bir dil konuşuluyor. O dil, “seni tanımak istiyorum” demez; “seni ayırmak istiyorum” der. Ve o ayrım, insanın onuruna dokunur.
Bu ülkede herkes bilir, devlet bu işin ustasıdır. Polis bazen doğrudan sormaz ama dolaylı yollardan hep yoklar; bir soru açar kapıyı, bir bakış tamamlar. Ama şimdi bir şirket, o cüreti bulmuş, devletin bile dolaylı yaptığı ayrımı açık açık yazıya dökmüş. Formun ortasında “mezhebin ne?”, “hangi sendikadasın?” diye sormuş. Bir inşaat şirketi kendini devletin yerine koymuş, işçinin kimliğini, inancını, düşüncesini sorgulamış. Oysa bir insan işe girmek için kimliğini gizlemek zorunda kalıyorsa, orada artık adalet yoktur. Korku vardır. Ve korkunun olduğu yerde ne eşitlik kalır, ne güven.
Biz işçiler bu soruların anlamını iyi biliriz. Kimi Kürt olduğu için işe alınmadı, kimi Alevi olduğu için dışlandı, kimi sendikalı olduğu için kara listeye alındı. Kimi konuştu diye susturuldu, kimi sustu diye görünmez kılındı. Ama her sabah o insanlar yine kalktı, yine işe gitti, yine direndi. Çünkü ekmek beklemez. O formlar çoğu zaman bir kapı değil, bir duvardır. O duvarın ardında “bizden biri misin?” diyen soğuk bakışlar vardır. Ama o duvarın önünde, omuz omuza duran biz varız. Aynı sofrada ekmeğini paylaşan, aynı madenin karanlığında birlikte ter döken insanlar… Kürt’üyle, Türk’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle, inançlısıyla inançsızıyla… Bizim ayrılığımız yoktur; alın teri birdir.
Hiçbir form bir insanı anlatamaz, hiçbir soru bir işçinin onurunu ölçemez. İnsan bir kutuya sığmaz. İnsan, sabahın köründe servise binen, akşam karanlığında hâlâ çalışan, evine ekmek götürmeye çalışan kişidir. Bugün “veri topluyoruz” diyorlar ama o verilerin içinde insanların hayatları var. Kimlikleriyle yargılananların, geçmişte fişlenenlerin, susturulanların hayatı… Bir toplumu ayrıştıran o eski alışkanlıklar şimdi şirketlerin bilgisayarlarında yeniden doğuyor. Artık susmanın sırası değil. Bu form yırtılıp çöpe gitmeli ama biz susmamalıyız. Her işçi, her emekçi bilsin ki yalnız değil. Onurumuzu, ekmeğimizi ve geleceğimizi korumanın yolu birlikte durmaktan, birlikte konuşmaktan, birlikte direnmekten geçiyor. Çünkü ancak bir araya geldiğimizde, o formları değil, bu düzeni değiştirebiliriz.