Krizlerin ve belirsizliklerin ortasında Türkiye kendi barışını konuşmaya devam ediyor. DEM Parti’nin 6-7 Aralık’ta İstanbul’da yaptığı Barış ve Demokratik Toplum Konferansı Kürt meselesini sadece silah bırakmaya sıkıştırmayan makul, kapsamlı, gerçekçi, eşitlikçi barış perspektifini tartışarak sürece güçlü bir katkıda bulundu. Konferans, bir taraftan bize Kürt varlığının tarihsel meşruiyetinin kurucu bir yasallıkla güvence altına alınabileceğini önerirken, diğer taraftan zamanında çözülmemiş zorlukların ancak sabır, kararlılık, esneklik, liderlik potansiyeli taşıyan güçlü bir vizyonla aşılabileceğini öğretti.
Tarafların birbirini anlamaya çalıştığı anlarda güçlenen birlikte yaşama arzusu, yeni bir gerçekliğin mimarisini zorunlu kılıyor. Bu mimarinin kolonları şu an Kürt barışıyla şekilleniyor. Kürt- Türk ilişkileri stratejik ve sosyolojik bir kader olmayı sürdürürken bu kader, eşitsizliği onurlu bir barış ile ortadan kaldırarak ayakta kalabilir.
Konferansta barışın zorluklarına yönelik tartışmalar dikkatle not alınmaya ve tartışılmaya değerdi. Barış süreçlerinde stratejiler yeniden kurulurken homojen olmayan süreç karşıtlığı, barışı en çok zorlayan olgu olarak ifade edildi. “Barış karşıtları” çok farklı yerlerden sürece müdahale edebilir; politik durumu karmaşık hale getirmek için her türlü yola başvurabilirler. Bu durum kimseyi şaşırtmamalı.
Bu durumda mücadele ve müzakere durmadan devam etmeli. Süreç karşıtı hamleleri ustalıkla ters çevirebilecek mekanizmalar çalışılabilmeli. Zorluklarla uğraşmaktan bıkmadan yeniden güçlü müzakere- mücadele deneyimlerinden dersler çıkarılarak yolculuk sürmeli. Ölümlerin olmadığı siyasette ısrar edilmeli, küçümsenmemeli. Uluslararası destekler çalışılmalı.
Deneyim sahibi katılımcılar bir taraftan hiç beklemediğimiz anlarda barışın gelebileceğini söylerken diğer taraftan hiçbir sorunun bugüne kadar kendi kendine çözülmediği konusunda da uyarıcı oldular. O halde iyimserlik yoğun görev ve sorumluklarla güçlendirilmeli. Tüm zamanların en politik kavramı olan umut tüm ilkeleriyle sürecin en sağlam yapıştırıcısı olmalı.
Öyle anlıyoruz ki birçok barış mutabakatı bitmemiş, hareket halinde olan anlaşmalar olarak tarihe geçmiş. Stratejik esneklik, sabır, zamanlama ve birlik ruhu burada son derece önemli. Kalıcı veya sürekli barışlar için “zaman” en büyük taahhüt olarak not edilmeli. Belirsizliğe neşter atabilecek fikirler, deneyimler canlı tutulmalı.
Halka gitmek, beklentileri örgütlemek sürecin kesintisiz görevi olsa gerek. Müzakere sürecinde ilerlerken halkın mağduriyetini çözmeyi dert edinen, müzakere etmekten vazgeçmeyen, müzakere ederken kasılmayan, kendine güvenen aktörlerin varlığına vurgu yapan dersler dikkate alınmalı. Doğrusal olmayan süreçler karşısında iki adım ileri bir geri giderken güçlü barış anlatısı için yeni söylemlerle doğru dili aramaktan yorulmayan, müzakere süreciyle eş zamanlı değişmekten, dönüşmekten korkmayan inatçı barış özneleri her türlü oyunu bozabilir.
Yine öyle anlıyoruz ki fetişize edilen güvenlik sorunları daha çok demokrasi ile aşılabilir. Belirsizlik zamanlarında demokrasi kuşatıcı, kapsayıcı, yol gösterici, birlik kurucu, toplumsallaştırıcıdır. O zaman demokrasinin geriye dönüşünü dert eden barış savunulmalı. Çünkü demokrasi tarihten bize kalan en büyük politik değerdir. Bu politik değer barış ile birlikte korunabilir.
Barışı bir yolculuk olarak düşünürsek yol boyunca ikna edilmesi gereken insanlar, aşılması gereken yollar, bertaraf edilmesi gereken riskler olacaktır. Yola inanç yoksa mesafe alınamaz. Sürekli başka kelimeler, başka yollar bularak yolda olmanın koşulları güçlendirilmeli. Barış her yerde ve her zeminde daha çok konuşulmalı. Kimseyi ihmal etmeyen kapsayıcı barış perspektifi günün sonunda mutlaka kazanacaktır.
Kadim Mezopotamya’nın karanlığında parlayan bir ışığın aydınlığına kapılarak 11 bin km yol kat edip konferansa katıldığını söyleyen genç Marksist J.Holloway gibi bu zalim dünyanın karanlığının ortasında parlayan ışıkları dikkate almalı, önemsemeliyiz. Çünkü bu zayıf gibi görünen ışıklar başka zamanlardan, başka mekanlardan, başka karmaşalardan, başka karanlıkların ortasında yanan büyük ateşlerden dünyaya saçılmış küçük ateş parçacıklarıdır. Hepimiz bu küçük, ama asla sönmeyen yaygın ışıkların etrafında kenetlenerek Holloway’ın nefret ettiği zalim para düzeninden dünyamızı geri alabiliriz. Karanlık bir dünyanın ortasında ancak ve ancak anti kapitalist, sistem karşıtı, anti-patriarkal, milliyetçilik karşıtı ekolojik ışıklar insanlık onurunu koruyabilir, felaketlere karşı güçlü savunma duvarları örebilir. Dünya halklarının umudu, parlak ışıkların yalancı aydınlığında değil, zayıf olmasına rağmen asla sönmeyen direngen, dayanıklı ışıklardadır. Bu ışıklara doğru giden yolları tutmalı, buralarda toplanmaktan vazgeçmemeliyiz.









