Telefondaki arkadaşım kaygılı bir sesle konuşmaya başladı:
“Meraktan ölüyorum”.
Onunla takımdaşız. Bugün oynanacak maçı ben de merak ediyorum ama ölecek kadar değil.
“Aman ölme, dedim, en az üç gölümüz var”.
“Ne gölü kardeşim, maçın sonucunu merak edecek zaman mı?” diye bağırdı.
“Hoppala, neyi merak ediyorsun birader?” diye sordum.
“İmralı görüşmelerinin sonucunu merak ediyorum, gözüme uyku girmiyor, yemeden içmeden kesildim, bir elimde telefon, karşımda televizyon, ölüp ölüp diriliyorum” dedi.
Haline hem üzüldüm hem de fena halde kızdım. Yine de sesimi iyice yumuşatarak “bu kadar meraklanma dedim, henüz işin başındayız”.
“Sonu ne olacak, sonu” diye bağırdı.
“İyi olacak” dedim.
“Başlarım senin iyine” demez mi? Bu defa ben de sesimi yükselttim.
“Bana bak dedim, ben asıl senin ne yapacağını merak ediyorum.”
“Ne mi yapacağım, ne yapabilirim ki, ben mi İmralı’ya gidiyorum, merak ettiğin şeye bak” deyip, telefonu “çat” diye yüzüme kapattı.
Ben takımdaşımla konuyu yeniden ele almak için düşünmeye başladım. Şunları kağıda not etim.
Eylemsiz insan merak eder. Televizyon başında oradan oraya zıplaya, zıplaya “ne olacak acaba?” deyip durur. Medyanın da amacı zaten merak uyandırmaktır. Merak olmazsa reyting de olmaz çünkü,
“Ne olacak acaba?” diye merakla sormak yerine, “ne olması gerekir acaba” diye kendi kendine soru sormak meraktan ölmeye karşı en iyi ilaçtır. Meraktan ölmek üzere olan kişi bu ilacı aldıktan hemen sonra merakın yerine “olması gereken” ne ise, onun olması için kendi kendisine soru sormaya başlar: “Olması gereken ne ise ben o olması gereken için ne yapabilirim?”
İşte bu soru sosyal karakter kazandığı zaman, yani önce tek başına birey, sonra varsa tüm aile efradı, mahalle, ilçe, şehir ve ülke “bu durumda ne yapabiliriz?” diye düşünmeğe başladığı zaman, müthiş bir şey olur.
Bu defa devlet meraktan ölür. “Acaba bu ahali ne yapacak?” demeye başladığı zaman aklı karışır.
Çünkü asıl muamma buradadır. Gerçekten, mesela Erdoğan’a muhalif Türklerin ne yapacağı merak konusudur. Devlet de, ben de bu konuda merak içindeyiz. CHP’yi, Yeniden Refah’ı, Saadet’i, Cumhuriyet, Sözcü, Nefes, Karar gazetelerini merakla izliyoruz: Ne yapacaklar acaba?
Öcalan’ın ne yapacağı bellidir. Merak konusu değildir. “Acaba şöyle mi yapacak, böyle mi yapacak?” diye meraka kapılanlar kendi kendilerini yorar. Bugüne kadar ne yapmışsa onu yapacaktır çünkü. Barış ve çözüm için mümkün olan bütün imkanları kullanacaktır.
İmkan nedir?
Meraklı yurttaşın “barış ve çözüm olacak mı olmayacak mı?” demek yerine “barış ve çözüm olsun” demeye başlaması, Öcalan’ın kullanacağı barış ve çözüm için gereken imkanın doğmasıdır. İmralı ile devlet arasındaki fiili görüşmelerden barış ve demokrasi çıkmalıdır diyen kişi barış ve çözüm için kapısının önünden sokağa adımını attığı anda “barış ve çözüm isterim” diye bağırmaya başlayınca Öcalan barış ve çözüm için bir kişilik imkan kazanmış olur. Bu binleri, yüzbinleri ve milyonları bulduğu zaman da İmralı bu sosyal imkana dayanarak devlete barış çözüm yolunda adımlar attırır.
Şu anda olan biten de ülkede, bölgede ve dünyada milyonların barış ve çözüm için ayağa kalkmış olmasının doğrudan sonucudur. Şu ana kadar yaşadığımız kadarını başarmıştır. Daha ötesini daha güçlü bir müdahale gerçekleştirebilir.
Merak edilmesi gereken İmralı’nın, Kandil’in ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin ne yapacağı değildir. Bu sayılanların ne yapacakları bellidir. Belli olmayan sayılanların arasındaki ilişkiye insan kitlelerinin ne ölçüde müdahale edeceğidir. Bu müdahale ne ölçüdeyse şu anda var olan ilişkilerin müzakereye, müzakerenin barışa, barışın demokrasiye, demokrasinin de Kürt sorununda çözüme dönüşmesi o ölçüde olacaktır. Kitlelerin zayıf müdahalesi zayıf sonuç doğurur.
Öcalan çeyrek asrı aşkın bir zamandan beri “olması gerekeni oldurmak için” insanüstü bir direniş gösteriyor. Kandil’in bu konuda ne yaptığını gazetemizin sayfalarında yazamam. Siz yazdığımı farz edin. Devlet’e gelince onun da “olması gereken olmasın diye” neler yaptığını okurlarımız ezbere ve ezici çoğunluğu kendi başlarına gelenlerden ezbere biliyor. Bilinmeyen ve merak edilen şu anda “ne olacak diye merak edenlerin” harekete geçip geçemeyeceği.
Harekete geçmiş olanların müdahalesi henüz barış ve çözüm için yeterli olmamıştır. Devleti İmralı’ya müracaata zorlamışsa da amaca ulaşmaktan uzaktır.
Notlarımı burada bitirdim. Takımdaşımın telefon numarasını “tıkladım.” Açtı. Notlarımı okudum. Sonunda dedim ki; “dolu bir bardak nasıl taşar?” Durakladı. Futbolkoliktir ama zekidir. “Tek bir damlayla taşar” diye yanıtladı.
“İşte dedim, sen o bir damlasın, bu bardak nasıl taşar diye merak edeceğine damlasana be adam.”
Bu defa başka bir merakla sordu: “Nasıl olacak bu iş?”
“Televizyon önünden kalk, bana kadar gel, sana nasıl olacağını anlatayım” deyince “tamam” dedi.
O günden beri iki kafadar “teşkilat işinde” bir şeyler yapıyoruz.
“Gizli teşkilat” sanmayın. Şey gibi, ne diyeyim, “itaatsiz sivil toplum örgütü” diyeyim de siz ne olduğunu anlayın.