Suzan Demir/ İstanbul
Todd Phillips, bugüne kadar ‘suçlu mu, asi mi, deli mi, filozof mu?’ diye üzerine teoriler yazılan ‘Joker’in köklerine iniyor. Yani bu bir doğuş filmi
Cesar Romero, Jack Nicholson ve Heath Ledger’ın akıllarda kalan ‘Joker’ performansından sonra bu defa karaktere Joaquin Phoenix hayat veriyor. Hatta deyim yerindeyse şimdiye kadarki ‘Joker’in en iyi canlandırması sayılan Heath Ledger’ın başarısını da solluyor. Elbette hepsi kendi hikâyesi içerisinde başarısını yakalıyor. Fakat Yönetmen Todd Phillips, bugüne kadar “suçlu mu, asi mi, deli mi, filozof mu?” diye üzerine teoriler yazılan ‘Joker’in köklerine iniyor. Yani bu bir doğuş filmi. Annesiyle yaşayan, komedyen olmak isteyen, ani tepkilerle gülmeye başlayan ve git gide ‘Joker’ olan Arthur Feck’in hikayesi. Bu yüzdendir ki Phoenix’ın hayat verdiği ‘Joker’ hem konu itibariyle, hem de oyunculukla birlikte tümünün “atası” oluveriyor. Hem de onlardan sonra çıkarak…
Sinemada daha önce işlenmiş hikâyelerin ya da ikonik karakterlerin yeni versiyonlarını yapmak zor bir iş. Çünkü akıllardaki karakteri ya da hikâyeyi anlatmanın tek yolu eskiyi yıkmak. Phillips de bunu yapıyor. Hem bilinen ‘Batman’ ve ‘Gotham Şehri’ hikâyesine hem de karakterin doğuşuna yeni bir suret kazandırıyor. Bu yılki 76. Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan Ödülü’nü alan ‘Joker’in başarısı burada saklı…
Derdi ‘Joker’i anlatmak
Tabii bu yıkış orijinal hikâyeye ihanet değil, daha çok bir yorum olarak düşünülebilir. Ama burada ‘Batman’i görmek isteyenler şimdiden hayal kırıklığına hazır olsun. Tabii sürpriz olmadığı üzere filmde elbette bir Bruce Wayne var ama daha küçük bir çocuk. Todd Phillips’in derdi ‘Batman’ ya da o hikayeye bağlanacak bir şey yapmak değil. Onun derdi ‘Joker’i yani Arthur Fleck’i anlatmak. ‘Joker’i kendi bedeninden doğuran bu adamın doğum sancıları asıl odakta olan. Ya da psikolojik bir evrimin ayak izlerini takip etmek niyetinde. Zira biyolojik evrimi insan üzerinden takip etmek zor olsa da psikolojik evrimi izlemek maddi olarak daha mümkün. Buna özellikle evrim diyorum çünkü değişim daha farklı. Değişim eskiyi tamamen yıkmak olarak algılanabilir. Ama evrim organizmanın en basit tabiriyle ortama ayak uydurması olarak tanımlanır.
Farklı makyaj aynı Joker
Tim Burton’ın yarattığı Jack Nicholson’ın canlandırdığı ‘Joker’ gotik ve görece eğlenceliyken; yönetmen Christopher Nolan’ın Gotham’ındaki Heath Ledger’ın oynadığı ‘Joker’ ise daha kaotik, Nicholson’a göre dış görünüşü daha ürkütücüdür. Sıra Phoenix’a geldiğinde ise burada Ledger’ınki gibi akmış ve daha sert bir makyajlı ‘Joker’ görmeyiz. Arthur Fleck’ten ‘Joker’e doğru yol alırken daha acemice yapılmış bir makyaj, tam anlamıyla yüzü karakter olarak çevrelememiş ama buna da ramak kalmıştır. Evrim teorisinin tanımlarını kullanırsak eğer ‘arageçiş formu’ gibidir adeta. Tam anlamıyla bir ‘Joker’ değil, meslek olarak yaptığı palyaçonun sureti vardır ağırlıklı olarak. Ama ‘Joker’ kendini aşağılanmış bu adamda da zaman zaman belli eder. Zaten Todd Phillips, ‘Joker’ ve Arthur Fleck arasındaki sınırı silikleştirir. Nerede Arthur’u nerede ‘Joker’i izlediğimizi anlamayız. Filmin açılışında bir grup çocuktan dayak yiyen, annesiyle izbe bir dairede yaşayan, toplumun hor gördüğü bir adam izlesek de karakter içinde taşıdığı ‘Joker’i rahatsız edici bir şekilde hissettirir. Maddi koşullar el verdiği için izlenebilen bu psikolojik evrim, gözlem olarak basit ama zorlayıcı ve hazmetmesi ağır bir süreç. Yönetmen de bu rahatsız edici psikolojik evrimi başarılı bir şekilde veriyor.
Düzeni bozan ve koruyan…
‘Joker’, film atmosferi, tekinsiz bir şehir ve de karakterin sancılı sürecini başarılı bir şekilde yansıtıyor. Elbette Phoenix’ın bundaki payı epey büyük. Hem bedenen hem de psikolojik olarak geçiş süreci yaşayan, karmaşa ve öfke duyan bu adamı hatta iki karakteri son derece iyi canlandırıyor. Öte yandan filmin sadece psikolojik süreci yok. Toplumsal koşulların da es geçilmediğini belirtmek gerek. Ama buradaki arızaları da düşünmeli. ‘The Dark Knight’tan bu yana ‘Joker’in, ‘Batman’den daha fazla sevilmesinin birincil sebebi elbette aralarındaki sosyal statü. ‘Joker’in parayı yakıp, sisteme karşı duruşu ya da kaosu isteyişiydi. Biri düzen sağlamaya çalışırken diğeri düzeni bozandı. Ama Phillips’in ‘Joker’inde görüyoruz ki Arthur Fleck zaten ‘Batman’in babasının ve o sistemin kurduğu toplumsal eşitsizliğin yarattığı bir kişi. Yani ‘Batman’in koruduğu düzen de o. Ama bunun karşılığında ‘Joker’in de bir devrim yaptığı söylenemez. Her ne kadar yönetmen toplumsal olaylarda “V For Vendetta” tarzı bir ayaklanma yaratsa da ya da ‘Joker’in kendi gibilerle kavuşumunu sağlasa da politik zeminde umut vadeden bir noktaya varamıyor. Tabii bunun yine de ABD’yi korkuttuğunu maskeyle filme girmenin yasak olduğunu, Amerikan Ordusu’nun da bu yönlü çağrılar yaptığını eklemek gerekli. Tabii bunda 2012 yılındaki ‘Dark Knight Rises’ gösterimi sonrası Colorado’da yaşanan silahlı saldırının etkisi var. Ama şunu biliyoruz ki Amerikan Ordusu’nu asıl rahatsız eden şey filmdeki ayaklanmanın sosyal eşitsizliğe dayanması ve sistemin yaralı çocuklarının birleşmesi…