Tarihi ana tanıklık eden Jülide Kural, ‘Bu direniş tüm sivil toplumun, demokratik ve sosyalist güçlerin, kadınların, gençlerin hep birlikte bu ülke için, demokrasi ve barışın inşa edebilmesi adına iyi bir olanaktır. Bu olanağı kullanabilmek için emek vereceğiz’ dedi
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 9 Temmuz’da gerçekleştirdiği çağrının ardından 30 kişiden oluşan Barış ve Demokratik Toplum Grubu, Güney Kürdistan’ın Silemanî kentinde törenle silahlarını imha etti. İçerisinde uluslararası katılımcıların da bulunduğu, Türkiye ve Kürdistan’dan siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları (STK) temsilcileri, gazeteciler ve sanatçılardan oluşan bir heyet 11 Temmuz’da gerçekleştirilen tarihi törene tanıklık etti. Tanıklık edenlerden biri de sanatçı ve barış aktivisti Jülide Kural oldu.
‘Heyecan vericiydi’
Jülide Kural, giderken sürecin çok başından itibaren büyük bir umut, tedirgin edici, bir taraftan da soru işaretleriyle dolu bir sürecin içine girdiklerini söyledi. Jülide Kural, “Örgütün fesih kararını açıklaması; bütün bu süreçler biraz umudumuzu içimizde taşıyarak gözlediğimiz bir süreçti. Her şeyden önce oraya gidiş heyecan vericiydi. Ne ile karşılaşacağız, nasıl bir sürecin içinde olacağız, duygusal olarak nasıl bir etkinin içine gireceğiz? Bunların hiçbirini bilmiyorduk. Sadece bende değil tabi herkeste bir heyecan vardı. Aramızda farklı farklı düşünen insanlar da vardı. Genel olarak büyük bir heyecan ve merak vardı” dedi.
‘İki ayrı hayatın buluşması’
Jülide Kural tarihi ana tanıklığını şu sözlerle anlattı: “Daha sonra karşılaşmayı bekleme halimizle nefesimizi tuttuk. Çok etkileyici, çok sarsıcı, heyecan verici bir süreç başladı. Benim açımdan şöyle bir gerçeklik vardı; iki ayrı yaşamsal gerçeği sadece o küçük toprak parçasında buluşması gibiydi. Bir gerçeklik var. Sonuçta 50 yıldır ezilen bir ulus için halk için olağanüstü mücadeleyi göze almış ve çok ağır bedeller ödemiş, asla vazgeçmemiş, cesurca direnmeye devam etmiş bir örgüt… Fakat sonuçta dağlarda yaşayan çok zor koşullarda kuralların bambaşka yaşam alanlarının oluştuğu bir yerde yaşayan insanlar. Bu karşılaşma iki ayrı hayatın ve yaşam biçimini bir anda bir buluşma haliydi. Bu biraz hayat konusunda da insanın düşünmesine yol açıyor ve benim açımdan çok sarsıcıydı. Tabi öyle bir örgüt ki öylesine bir gelişleri vardı ki… Başta Bese Hozat bir kadın olarak böyle bir şeyi temsil ediyor olması kendi başına bu kadar ağır bedeller ödeyen, bu kadar güçlü ve kendini değiştirmeyi, dönüştürmeyi başarabilmiş bir örgütün liderliğini temsil ederek orada bulunması bir kere biz kadınlar açısından çok heyecan vericiydi. Sonra gencecik birçok kadın ve erkek gerillanın o şekilde oraya geliyor olması; sırtlarında taşıdıkları tarihsel onurlu duruşu da bize hissettirdiler.”
‘Bize ağır bir sorumluluk verildi’
“Kuşkusuz anneler için çok başka anlamı vardı” diyen Jülide Kural, “Bizim için ise o gerçekle yüzleşmek, elle dokunacağın kadar yakın ama bir o kadar da değerli dokunulmaması gereken bir duygu yarattı. Hepimiz sessiz ve onların sağladığı olağanüstü onurlu atmosferi birlikte solumaya başladık. O kadar sakinlerdi, eminlerdi ve ne yapmak istediklerini biliyorlardı. Çok da iyi bir metin vardı. Türkçesini Bese Hozat okudu, Kürtçesi de okundu. Bir bütün olarak çok iyi düşünülmüş, karar verilmiş ve o kararın arkasında duran güçlü bir kimlikler bütünü vardı ve bu tabi ki sarsıcıydı. Bütün bunların sonrasında olan şey daha da sarsıcı bir hal aldı. Metnin okunmasından sonraki aşama silahların yakılma aşamasıydı. Silahların koyulma şekli, sıralama hali, dimdik duruşları, bunun bir karar olduğunu ve barıştan yana demokrasiden bir tutum alacaklarını gösteren her şeyle böyle bir ortam vardı. O palaskaları çıkarmak hepimizi etkiledi çünkü bir gerillanın en önemli şeyi silahıdır, silahını bırakmak çıplaklık gibi bir şeydir. Barıştan yana tutum almak tam da çıplak olabilmeyi göze almaktır. Tam da bunu başardılar. Umutlandık ve bütün sorularımız o anda bitti ve bu olur dedik. Metin bize ağır bir sorumluluk verdi” sözlerini kullandı.
‘Barışın karşılığı’
Sanatçı olduğunu ve barışa olan katkısını bir siyasetçiden farklı olarak kendi alanından, kendi dilinden yapacağını kaydeden Jülide Kural, “O anda bir şeyler yapmak, birileriyle konuşmak, birlikte daha görünür olmasını sağlamak açısından aklımda bazı şeyler belirdi. Barışın da toplumsallaştırılması, katkı vermek açısından ve hemen olabilecek bir şey olduğu için, uzun uzun provalar yapmadan barışa şiir söylemek diye bir şey geldi aklıma. Genellikle barış üstüne yazılmış şiirler yok savaş karşıtı şiirler var. Barış o kadar az yaşanıyor ki dünyada hep savaşın ağırlığı üzerinden, savaşa karşıt şiirler yazılıyor. Aklıma birkaç arkadaşım da geldi ve onlarla beraber hemen böyle bir çalışmaya başlayalım diye düşündüm. Barışın tam karşılığının ne olduğunun anlatılması bazen kolay olmuyor. Bunu bir şiirle, oyunla, filmle, müzikle yapabiliriz. Bir müziğin duygusunda barışı hissedebilirsiniz. İnsan 3 sözle, saatlerce konuşacak bir siyasetçiden daha fazla duyguyu alabilir. Aslında toplumun barış konusunda duygularını harekete geçirecek, onu hissetmesini sağlayacak, empati kurup kendi yaşamına nerelerden değebileceğini, hissetmesini sağlayabiliriz sanırım” ifadelerine yer verdi.
‘Gücümü toplumsallaşma için kullanacağım’
Barışın demokrasiden ve kadın mücadelesinden bağımsız olmadığına dikkat çeken Jülide Kural, şiddetin bedelini en ağır şekilde ödeyen her zaman çocuklar, gençler ve kadınlar olduğunu belirtti. Bir kadın sanatçı olarak, bu gücü kullanarak mümkün olduğu kadar toplumsallaştırmaya çalışacağını söyleyen Jülide Kural, “İnsanlarla buluşmaya çalışacağım. Şimdi ne olabilir, nasıl olabilir diye bunun hazırlığını yapıyorum. Arkadaşlara toplantı önerdim. Sanatın özellikle bu tür barış ve demokrasi gibi toplumsal yaşamın tüm dinamiklerinde etkisini gösterecek ama siyaset diliyle konuşulduğunda çok anlaşılmayacak şeyleri daha hızlı ve geniş alanda etki gösterme gücü olabiliyor” dedi.
‘Hasta ve siyasi tutsaklar serbest bırakılmalı’
Aynı zamanda bir insan hakları savunucusu olduğuna değinen Jülide Kural, “Biz çok uzun zamandır hasta tutsakların bir an önce bırakılması gerektiğini söylüyoruz. Çünkü bu temel insan hakkıdır her ne koşulda olursa olsun hemen tahliye edilmeleri gerekiyor. Siyasi nedenlerle içeride tutulanlar var. Barış ortamını sağlayabilmek için siyası tutsakların da bırakılması şart. Bu yalnızca Kürt mücadelesinde olan tutsaklar için değil Gezi’dekiler, kayyım atanan CHP’liler ve tüm siyasi tutsaklar dahil bırakılmalıdır. Siyasi tutsakların bırakılması toplumda umutsuzluk içinde olan insanların barışın ne demek olduğunu anlamalarında da çok temel bir etken olabilir. Nefes alma, ‘evet, bir şeyler iyiye gidiyor ve bu bizim emeklerimizle olacak’ demenin temelini oluşturabilir. Bu sebeple ilk aşamada yapılması gereken siyasi tutsakların bir an önce bırakılmasıdır. Görüşmeler sürüyor. Komisyonun oluşturulacağı söyleniyor. Bu komisyonun sadece siyasi partilerle değil STK’ların da buraya dâhil olmasının yararlı olacağını düşünüyorum. Özellikle kadınların bu süreci taşıma görevi üstlenmesinde, toplumun dönüştürücü kimliğine çok büyük etkisi olacağını düşünüyorum” diyerek hasta tutsakların durumuna vurgu yaptı.
Demokrasi vurgusu
Jülide Kural, konuşasının devamında şu ifadelere yer verdi:“Şu bir gerçek ki, barışı inşa edeceksek artık şiddetten arınmış bir toplumsal yapı kurabilmemiz için demokrasiyi mutlak suretle uygulamamız gerekir. Ezilen ve kendi kimliğini ortaya koyamayan bir halk büyük bir mücadele verdi. Bu mücadele sonunda gerçekten tüm kamusal alanda görünür oldu ve bunu için çok ağır bedeller ödedi. Başlarına ölümler, işkenceler, köy boşaltmalar gibi her şey geldi. Fakat ayak diretti ve direnişin ne kadar büyük bir anlamı olduğunu da bir kez daha bize göstermiş oldu. Şimdi yeni bir direniş zamanıdır. Bu direniş tüm sivil toplumun, demokratik ve sosyalist güçlerin, kadınların, gençlerin hep birlikte bu ülke için, demokrasi ve barışın inşa edebilmesi adına iyi bir olanaktır. Bu olanağı kullanabilmek için emek vereceğiz, korkmayacağız ve mutlak suretle değiştirebileceğimize olan inancımızı kalbimizin bir yerinde tutacağız.
‘Dilimizi barıştan yana kurmalıyız’
Toplumda belli bir kesim iyice düşmanlaştırıldı. Uzun yıllardır kafaya çakılan bazı şeyler var. 50 yıldır bir takım kavramlarla kirletilmiş toplumsal bir yapı var. Bunu belki hemen dönüştüremeyeceğiz ama sabırla, diyalog yoluyla, tartışarak, her türlü eleştiriye açık olarak bir konuşma zeminini kurmamız önemlidir. Dilimizi her ne koşulda olursa olsun barıştan yana kurmamız gerekiyor. Toplumda yerleşmiş olan eril ve şiddete dayalı dili değiştirmeye başlayarak, bunda ayak direterek ancak önemli ve çok güçlü toplumsal yapıyı dönüştürebileceğimizi düşünüyorum ve buna inanıyorum. Bunun için emek vermemiz gerekiyor.”
Haber: Şehriban Aslan / JINNEWS