İşçi ve emekçilerin örgütsüz hallerinin de verdiği güçle daha fazla yoksullaştırılmasının temel strateji haline getirildiği zamanlardan geçiyoruz. Yoksullaştırarak daha da derinleştirilmiş bir sömürü rejimine rıza göstermelerinin yanı sıra mecbur kalmaları isteniyor. Bugün çekirdek bir ailenin sadece gıda harcamalarının ederi olan açlık sınırı 26 bin 500’e, gıda ve diğer tüm harcamalarının toplamını ifade eden yoksulluk sınırı ise 86 bin 36 liraya dayandı. Asgari ücretin 22 bin lira yani açlık sınırından 4 bin 300 lira daha az olduğu bu koşullarda ailenin hemen tüm bireyleri ücretli çalışan haline gelmeye mecbur.
Bu mecburiyetin yarattığı sömürü çarkının nasıl bir birikim rejimine dönüştüğünü iş cinayetlerinde ölen çocuklardan biliyoruz. Eğitim sisteminde zorunlu eğitimin bile gereksiz ilan edilip çocuk emeğinin en vahşi biçimlerle kapitalist üretimin parçası haline getirildiğini, daha fazlasının da yapılmak istendiğini biliyoruz. Aynı şey kadın emeği için de geçerlidir. Hem evde kapitalist üretimin temel dayanaklarından olan yeniden üretimin tüm gereklerini omuzlasın ama hem de doğrudan üretim içinde ucuzun da ucuzuna posası çıkarılsın isteniyor.
Toplumun hücrelerine kadar sömürülmesi üzerinden kurulan bu strateji şu anı değil asıl olarak geleceği hesaplayarak inşa edilmeye çalışılıyor. Doğurganlık oranındaki düşmenin bu denli dert edilmesi, “Aile Yılları”nın ilan edilmesi boşuna değil.
Dertleri büyük ve çeşitli keza…
Dünyanın yeniden paylaşılacağı, yeni bir iş bölümü ve güç dağılımının yaşanacağı, bir dünya savaşı beklentisinin sahici bir olasılık haline geldiği, ancak toplumsal dönüşüm ve farklılaşmanın da alışılmış biçimlerle kontrol edilemediği böylesi kritik geçiş dönemlerinde bunun böyle olması gayet doğal. Buralar ucuzun da ucuzu işgücü cennetine dönüştürülerek sermaye açısından cazibe merkezi haline getirilmek isteniyor. Tedarik ağları ve üretim üsleri planlamasında parlak bir yer kapmak hedefleniyor. Bir de asker lazım.
Kendisini ucuz işgücü ve bölgenin savaş gücü olarak pazarlayıp dünya sıkletinde yer kapma telaşının emekçiler cephesinden sonuçlarıysa oldukça acımasız.
Sadece çocuk işçi ölümleriyle dile gelmiyor bu. Son günlerce zincir marketlerden, restoranlardan ardı ardına yansıyan videolarla gündeme gelen kölece çalışma koşulları bu açıdan çok şey anlatıyor.
İşçiler 14 saatlik mesailerde ayakta duramaz hale geliyor, baygınlık geçiriyor, üzerlerine koliler düşüyor… Oturacak bir sandalye bile verilmeyen, her işe koşturulan bu işçilerin paylaştıkları videolar koşulların vahametini açıkça sergiliyor zaten.
Bu böyleyken sosyal medyadaki trol ordusu marketlerde çalışan kadın işçilerin maruz kaldıkları vahşi sömürü koşullarından yola çıkarak anti-feminist-popülist bir rüzgâr estirme vicdansızlığıyla hareket edebiliyor. Bu kesimler kadın işçilerin 14 saatlik çalışma sırasında baygın düştüklerini gösteren görüntüleri alıntılayarak “Yoğun tempo ya da yoğun stres altında çalışma işi kadınlara göre bir şey değil. Feministlerin kadınlara attığı kazık kapitalizme köle yapmak” ya da “Kadınları evinden Annelikten kopartıp özgürleştiriyorlar. Çalışmayan kadını da #SüresizNafaka ve #6284 sayılı kanunla erkeklerin başına bela ediyorlar Ne evlilikler kaldı ne yuvalar ne çocuklar” gibi cümlelerle içlerindeki kadın düşmanı, erkek egemen zehri alenen akıtabiliyorlar.
Yaşanan sömürü koşullarının sorumluluğunu feminizme yüklemek için keskin bir kadın düşmanlığı ve toplumsal cinsiyet hiyerarşisinin yılmaz bekçisi olmak gerekir. İktidar kafasıyla düşünüp onun yıllardır yürüttüğü anti feminist, kadın düşmanı siyasal duruşu popülerleştirmeyi görev saymak…
İktidarın her felaketten fırsat devşirmekteki ustalığı onun politikalarına popülerlik kazandırmaya çalışan trollere de en bayağı biçimde sirayet etmiş durumda. Kadın işçilerin maruz kaldıkları dizginsiz sömürünün bedenlerinde yarattığı yıkımdan feministleri sorumlu tutmak ve buradan “kutsal aile” şakşakçılığı yapıp kadınlar lehine olan her şeye düşmanlık kusmak için siyasallaşmış kadın düşmanı politikaların düşkün trolü olmak gerek.
Bu troller de tüm sağ popülist yaklaşımlarda olduğu gibi toplumdaki gerici-erkek egemen kodları kaşımak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar. Yoksa bu insanlık dışı koşullardan yola çıkarak anti feminist popülist propagandaya girişenler de bilir ki, kadının üretim sürecine çekilmesinin kazandırdığı nispi ekonomik özgürlük gerçeğine işaret etmekle kadının dizginsiz bir sömürü çarkı içinde öğütülmesi bambaşka şeylerdir. Ya da kadının ille de çalışması değil ama çalışırsa insanca koşullarda ve erkek sınıf kardeşiyle aynı ücrete çalışmasını savunmak bambaşka şeylerdir.
Bu popülist propagandanın toplumsal gideri var, evet. Zaten iktidar da onun politikalarını popülerleştirmek için en insanlık dışı koşulları kendi propagandasına alet edenler de bunu bilmenin pervasızlığıyla hareket ediyor.
Gelecek 10 yılı “Aile Yılı” ilan eden, nüfus artış hızının yavaşlamasından yola çıkarak yıllardır yürüttükleri “çok çocuk doğurun” kampanyasına, “kadının yeri evidir” tiratlarına hız vermeleriyle bu trollerin pervasız paylaşımları aynı kaynaktan besleniyor. Düşünsenize Aile Bakanı denilen bir bakanlığın koltuğunda oturan kadının, “Eğer bu trend bu şekilde devam ederse, bundan 20-25 sene sonra biz yeterince askere gönderecek genç bulamayacağız” dediği bir coğrafya burası.
Marketlerde kölece çalışma koşullarında bedenleri adeta öğütülen kadın işçilerin “Belki de şarjın bitti ya da biz bittik” notuyla paylaşılan o görüntüler bir gün örgütlenmek ve mücadelenin yaratacağı enerjiyle başka türlü yazılacaktır. Troller de o zaman kaçacak delik arayacaktır.