Kadın kırımının devam ettiği bir toplumda demokrasiden, barıştan bahsedilemez. Kadın kırımını es geçen pratiklere karşı sözümüzü kurmalıyız. İşte biraz da bu yüzden barışı en çok kadınlar örmeli
Ezgi Çelik
Son dönemde herkesin ve tabi ki benim de gündemim barışken hayatın olağan(dışı) akışında çeşitli konularla da gündemimiz değişebiliyor. Odağımız, kırk yıldan fazladır süren çatışmalı sürecin en nihayetinde bütün bir halkı/coğrafyayı/bölgeyi ilgilendiren toplumsal barış zeminine çekmedeki rolümüz ne olmalıyken; bazen gündelik kangrenleşmiş sorunlarla da boğuşmak zorunda kalabiliyoruz. En nihayetinde bütünlüklü olarak olaylara yaklaştığımızda aslında her bir konunun birbiri ile karmaşık ilişkiler ağı ile bağlantılı olduğunu saptayabiliyoruz. Bu bağlamda bu yazıda konuşmayı istediğim konu da kadına yönelik şiddeti/kırımı bir nebze dahi olsa toplumsal barışa dair de okumak gerekliliği üzerinedir.
“Eşini darbeden erkeğe ödül gibi ceza; ev hapsini eşine şiddet uyguladığı evde geçirecek!” (1) başlıklı haber erkek egemen sistemde hukukun nasıl erkek egemen olduğunu bizlere bir kez daha gösterirken, bu yazının konusunun seçilmesinde de etkili oldu. Boşanma aşamasında olduğu eşini darp eden failin, ev hapsi cezasını eşini darp ettiği evde geçirmesine yönelik aldığı bu ödül gibi cezanın haberini okurken eminim hepimizin zihninde “Bu kadar da olmaz” cümlesi geçmiştir. İçimize dolan öfkenin tarifi yapılamazken, erkek egemen hukuk sisteminde bu tarz kararların neredeyse her gün alındığına dair şahitliğimizde gün geçtikçe artmaktadır. Artan öfkemiz elbette artan bir mücadeleye de dönüşürken daha güçlü bağlarla, daha sarmal ve bütünlüklü mücadele yöntemlerine de yol ve imkânda açıyor, açmalıdır. Yüzyıllardır, bin yıllardır sahip olduğumuz direniş yol yöntemlerini bitmeyen bir enerji ve yaratıcılıkla değiştirerek, dönüştürerek ama amacından asla sapmadan devam ettiren direnişin özneleri olduğumuzu her gün farklı yollarla deneyimliyoruz.
Şiddetin tanımı
Şiddet -ad koymanın, tanımlamanın bireyleri/toplumları yönetmedeki rolünü bilen bir yerden devam edecek olursak- Dünya Sağlık Örgütü’nün 2002 yılında yayınladığı raporunda “Bireyin kendisine, başka bir kişiye veya bir gruba ya da topluluğa karşı, yaralanma, ölüm, psikolojik zarar, kötü muamele veya mahrumiyetle sonuçlanan veya sonuçlanma ihtimali yüksek olan, fiili veya tehditle fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı olarak kullanılması” (2) şeklinde tanımlamıştır. Elbette şiddetin farklı alanlarda farklı tanımlamaları da vardır ancak biz biraz daha bu tanımlama üzerine yoğunlaşırsak yaşadığımız bu şiddeti/kadın kırım çağını (sanırım bunu böyle adlandırmak pek de yanlış olmayacaktır) anlamlandırmak belki biraz daha kolay olacaktır. Hoş, şiddeti anlamlandırmak ne kadar kolay olabilecekse eğer! Burada iktidara dair yapılan gönderme dikkat çekicidir çünkü hiyerarşik iktidarla beraber şiddetin aynı zamanda kurumsallaşmasına dair de bir anlamlandırmaya kapı aralanmaktadır. Şiddeti sadece bireysel bir eylem olarak algılamaktan çıkarıp erkek egemen sistemde kadınlara, doğaya sistematik ve kurumsal olarak yönelmiş olduğunu görmeyi sağlamaktadır. Bu bağlamda şiddetin bu şekilde kurumsallaşmış olması ona karşı mücadelenin daha güçlü, sistematik, toplumsal bir karşı duruşla yapılmasını gerektirmektedir
Devlet aygıtları ve şiddet
Şiddetin tarihi insanın toplumsallık tarihi kadar eskiye gidebilir ancak belli bir cinsiyete ve doğaya yönlendirilmiş sistematik şiddet için elbette bunu söyleyemeyiz, bunu söylemek büyük bir tarihsel yanılgı olacaktır. Bu bağlamda; kadına yönelik şiddet, cinsiyeti nedeniyle ev içinde ve dışında kadına uygulanan sistematik şiddet davranışlarıdır (3) ve erkek egemen kapitalist sistemde bu şiddet sadece bireysel bir eylem olmaktan çıkmış sistemin bütün aygıtlarının içine yedirilmiştir, yukarıda örnek olarak verdiğimiz haberde olduğu gibi. Devletin toplum üzerindeki kontrol mekanizmalarından biri olan hukuksal sistemde ve ona erişmedeki bütün basamaklarda, kadınlar şiddetin farklı türlerine maruz kalmaktadırlar. Yarasını tedavi etmek için gittiği hastaneden, ifadesini alan emniyet birimlerine, davaya bakan savcısına kadar. Bu şiddet yargılayıcı bakışlardan başlayıp bazen suçlayıcı sözlere kadar bile evrilmektedir. Can havliyle kendini attığı kurumlarda kadının karşılaştığı maalesef şiddetin farklı türlerinden başka bir şey olmamaktadır. İşte gelinen en son noktada da mahkeme salonlarında “Onun da gecenin bir saatinde orada ne işi varmış? O da mini etek giymeseymiş. Tahrik etmeseymiş” gibi cümleleri duymak oluyor. Bu tarz yaklaşımlar veya cezasızlık politikaları da kadınların şiddeti bildirmeleri önündeki engellerden biri olabilmektedir. Bütün bu deneyimler kadına yönelik şiddetle mücadelede karşılaştığımız adaletsizliklerin birer örnekleridir.
Sözleşme ve kadın cinayetleri
Suçu önleyici, ortadan kaldırıcı neredeyse hiçbir yol-yöntem-mekanizmanın hayata geçirilmediği bu hukuksuzluk düzeninde İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle de yaşatılan adaletsizliklerden başka birini daha görmüş olduk. İstanbul Sözleşmesi tek başına bu kadın kırımının önüne geçecek, kırımı durduracak bir sözleşme değildi elbette; çözüm yol-yöntemlerimizi daha geniş, derinlikli, etkili, farklı araçlarla zenginleştirici, toplumsallaştırıcı sözleşmelerde aramak gerekirken bu sözleşmenin imzacısı olmak elbette büyük bir kazanım ve anlam taşımaktadır. Nitekim mevcut iktidarın bir gecede sözleşmeden çekilmesiyle beraber kadına yönelik şiddet olaylarında da artışların yaşandığını gözlemlenmiştir. Bu analiz Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun aylık-yıllık raporlarında açıkça görülmektedir ve maalesef ki platformun 2024 verilerinde 394 kadın cinayeti, 259 şüpheli kadın ölümünü kayıtlara geçmiştir ve bunlar sadece basına/kamuoyuna yansıyan rakamlardır. Sahi, bu ülkede katledilen kadınların sayısını tutmak, isimlerini ve hikayelerini hatırlatmak için tutulan bir Anıt Sayaç var değil mi?
Sözümüz bitmedi
Kadına yönelik şiddeti/kırımı daha derinlikli, çok yönlü analizlerle açıklamak gerekir; bu yazı elbette bu yola ufak bir katkı sunacakken buna dair çalışmalar, eylem etkinlikler, kampanyalar da son süreçlerde durmadan devam etmektedir, kendi gündemini oluşturmaktadır. Özellikle bu kırıma dikkat çekmek amaçlı kadın örgütleri her sene birçok eylem etkinlik takvimi yayınlanmakta ve bunları gerçekleştirmektedir. Buradaki amaç elbette ki sadece toplumun dikkatini çekmek değildir, bu kırıma karşı toplumsal bir karşı koyuşun mücadele yol-yöntemlerini geliştirmek, belli bir bilinç oluşturmak, toplumsal farkındalığı artırmaktır, kadınların bir araya gelişlerinin mümkünatını oluşturmak, bu mümkünatlar dahilinde örgütlü gücü oluşturarak toplumsal değişim-dönüşümü gerçekleştirmektir. 2024 Kasım ayında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin bir yıl boyunca sürecek olan “Sözümüz Bitmedi, Şiddeti Birlikte Durduracağız” kampanyası ise bunun örneklerinden sadece biridir. Bu minvalde Kürt Kadın Hareketi’nin özellikle kadına yönelik bu sistemsel kırımı teşhir ettiği, karşı mücadelesini yürüttüğü, kendi kurumlarında bilince çıkarma/tartışma çalışmalarını “Demokratik Özgür Toplumu Yaratalım, Tecavüz Kültürünü Aşalım” ve “Kadın Kırımına Hayır” kampanyalarıyla da geçmiş tarihin belirli dönemlerinde ördüğünü/örmeye çalıştığını bir kere daha hatırlamış olalım.
Şiddeti barışla aşmak
Yıllardır kadına yönelik şiddeti bir çeşit savaş olarak nitelendirdiğimizi dilimiz döndüğünce sokakta, evde, kamusal hayatta dokunduğumuz mekanlarda, politik özneler olarak var olduğumuz her alanda ifade etmeye çalıştık. Evet, yaşanılan bir kırımdır ve bir savaş gerçekliğidir. Barış ve demokratik toplumu örmeye kolları sıvadığımız bu dönemde de kadına yönelik şiddeti bir çeşit savaş olarak nitelendirmek ve bu savaşın son bulmasına dair de çalışmalarımızı güçlendirmek her bir kurumun, oluşumun, demokratik toplumu inşa etmede kendine rol ve sorumluluk biçen bireylerin gündemi olmalıdır. Toplumsal barışın koşulları; savaş ve şiddet koşullarının/ortamının yok edilmesi üzerinden inşa edilir.
Demokratik, ahlaki-politik toplumun inşası içinde bütün bu sistemleşmiş/kurumsallaşmış/özelleşmiş/inceltilmiş şiddet biçimlerini görmek ve bu şiddeti (sadece bireysel değil kurumsal olarak da) çözümleyip ortadan kaldırmak birincil görevlerimiz arasında yer almalıdır. Kadın kırımının devam ettiği bir toplumda demokrasiden, barıştan bahsedilemez. Bu şiddetin/kırımın failliğini tekil bireyler üzerinden kurmak olaya eksik ve yanılgılı yaklaşmayı da beraberinde getirir. Şiddetin toplumsallığına dair çözümlemeleri, analizleri kendimize çözümün anahtarını bulmada rehberler olarak değerlendirmeliyiz.
Kadınlar barışı örmelidir
Barışın toplumsallaşmasını adım adım örerken, toplumda yaşanılan kadın kırımını es geçen söylemlere, pratiklere karşı kendi sözümüzü kurmalıyız. İşte biraz da bu yüzden barışı en çok kadınlar örmelidir. Kadın aklı, bilgisi, deneyimi, toplumla kurduğu kadim bağları bu sözü kurmada, süreci bir adım daha ileriye taşıyıp başarıyla taçlandırmada kilit önemdedir. Demokratik toplumsal barışın hakikatleşmesi, kadına, doğaya yönelik gerçekleştirilen kırımın durdurulmasında da kendini gerçekleştirecektir. Bu kırım sadece kadının bedenine yöneltilmiş bir yok edişi ifade etmemelidir elbette. Kadının bilgisine, yaratımlarına, sosyolojik varlığına, toplumsal birikimlerine yöneltilmiş bütün saldırılar, yok edişler olarak tanımlamak daha yerinde olacağı gibi; toplumsal barışı örmede kadın kırımına karşı örülecek mücadelenin de formunu, içeriğini oluşturmada bu anlamlandırmalar, çözümlemeler temel olacaktır. Kadın kırımını ortadan kaldırmaya yönelik adımların atılmadığı, mücadelenin yürütülmediği, zihinsel değişim dönüşümlerin yaşanmadığı bütün toplumsal barış süreçleri büyük bir anlamıyla eksik kalacaktır çünkü barışı patriyarkanın da karşıtı olarak görmeli ve örgütlemeliyiz. Ahlaki politik toplumun varlığı bu kırımın üzerinden yükselemez, buradan yükselecek olan şey var olan tahakkümcü yapının başka bir benzeri olacaktır. Barışın kurucu özneleri olan kadınlar olarak bizlere bu süreçte düşen ulus-devlet mekanizmasının bizler üzerinde uyguladığı bütün şiddet türlerine, kırıma varan yok ediş biçimlerine, özel savaş politikalarına karşı toplumsal barışı örmede örgütlü mücadeleyi yürütürken bu gerçekliği es geçmeden bu mücadeleyi barışın bir parçası haline getirmektir. Şiddetin toplumsal failliğine dikkati çekerken çözümünde toplumsal barıştan geçtiğine dair olan vurguyu kuvvetlendirmektir.
1- T24, <https://t24.com.tr/haber/karisini-darbeden-sahisa-odul-gibi-ceza-ev-hapsini-karisina-siddet-uyguladigi-evde-gecirecek,1240727> (Son Erişim 24.05.2025)
2- World Health Organization (2002) World Report on Violence and Health. Geneva: WHO. http://
www5.who.int/violence_injury_prevention/download.cfm?id=0000000582 (Son Erişim: 24.05.2025)
3- Mor Çatı, https://morcati.org.tr/kadina-yonelik-siddet-nedir/