Bu yazıda Kürt özgür kadın hareketinin öncülük ettiği jineoloji tartışmalarını konu alan Jineoloji akademisinin kolektif emeği ile hazırlanmış Aram Yayınevi’nden çıkan “Jineolojiye Giriş” kitabını elimden geldiğince değerlendirmeye çalışacağım. 2008 yılından bugüne tartışa geldiğimiz jineoloji konusunda önemli çalışmalar, atölyeler yapıldı. Jineolojinin bir sosyal bilim olarak geliştirilmesi hedefi kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinde önemi ve bunun nasıl mümkün olacağını kadın hareketleri temsilcileri, akademisyenler ve kadın çalışması yürüten birçok kişi ve çevreyle tartışmalar yürütüldü, yürütülüyor.
Kitabın ‘neden jineoloji’ sorusu ile başlaması oldukça anlamlıdır. Bu soruya; yaşamın sırrına ermek, özgür eş yaşamı doğru geliştirmek, kadın aydınlanmasını yaratmak, sosyal bilimlerde devrim, kadın gerçeğine dayalı bir araştırma yöntemi geliştirmek, en eski sömürgenin başkaldırısını başarıya ulaştırmak, bir iktidar ideolojisi olan cinsiyetçiliğe karşı çıkmak ve kadınların güçlü bir özsavunma geliştirmek gibi cevaplar veriyor.
Yaşadığımız dünyada savaş, göç, açlık, yoksulluk, işsizlik, sömürü, fuhuş, porno, ayrımcılık, kadın katliamı, fiziki ve cinsel şiddet vb. sayılmayacak tehlike ve tehdit karşısında kadın “varlık sorunu” yaşamaktadır. Varlığı olmayanın özgürlüğü de olmaz. Kadınlar olarak kendi varlığımızı korumanın ve özgürlüğümüzü sağlamanın yolu kadının yitiriliş tarihini kadın hakikatini açığa çıkarmaktır. Jineoloji bu hakikatin peşine düşmüştür. “Toplumlar sadece hakikat örgüsü değildirler aynı zamanda açıklama gücüdürler. Hakikatini açıklayamamak en ağır kölelik, asimilasyon ve soykırım durumunu ifade eder”, bu belirleme kadınlar için sadece hakikati bilmenin yeterli olmadığını, bunun toplumla buluşturularak, kadın özgürlüğünün güvenceye alınmasını da zorunlu kılmaktadır. Simone de Beauvoir’in dediği gibi “öteki olarak erkek tarafından tanımlanmaya yazgılı” olmaktan kurtulmak için jineoloji önemli bir sorumluluk üstlenmektedir.
Kadınlık biyolojik değil, sosyolojik bir olgu olarak kavranıp doğru tanımlara kavuşturulmazsa kadın özgürlük sorununun çözümünü geliştiremeyiz. Bunun için kadın üzerindeki tarihsel, sosyolojik çarpıtmaları açığa çıkarmak önemlidir. Kitap bu çarpıtmaları ortaya koyarak, jineolojiyi; bir anlamda kadının arkeolojisini yapacak bilim olarak tanımlanıyor ve arkeolojik bir yolculuğa götürüyor bizi. 9000 yılda 9 katman başlığında kadınları tarihsel gelişimine ışık tutuyor. İlk üç katmanı “tanrıçalık çağız olarak tanımlıyor. 1. katman (M.Ö. 6000-4000), tanrıçaların gücünün doruğunda tek başına olduğu süreçtir. Sümerlerde Ninhursag, Babilde Gula Bau, yukarı Mezopotamya’da Star (Sterk) bu katmanın güçlü tanrıça kültürünün temsilcileridir. 2. katman (M.Ö 4000-2000); yanında oğul-eş-baba vb. Bir erkek yardımcı tanrı ile gücü paylaştığı ve amansız bir mücadele ile dengede olmayı başardığı dönemdir. Afrodit-Adonis, İştar-Dimuzi, Astarte-Baal, Hepat-Hepate, Kibele-Arttis, İsis-Osiris ikilemleri bu denge durumunu ifade eder. M.Ö. 2000’lerde denge kadın aleyhine bozulmaya başlar. Denge döneminin son tanrıçası ve kadın kimliğinin aşağılanmasının, karalanıp erdemsiz ve kötü gösterilmesinin başlangıç sembol ismi Tiamat’tır. M.Ö. 2000’lerde Tiamat, Marduk tarafından öldürülür. Böylece tek başına gücü elinde bulunduran tanrıçalar çağı son bulur. Bu dönem 3. Katmanı ifade eder. Kadın köleliğinin inşa edilme süreci üçüncü katmanla başlar. Özgür kadın kimliğinin ifadesi olan tanrıçalığın yitimi ve kadın etrafındaki yaşam değerlerinin gaspı bunda merkezi rol oynar. Ortadoğu kültüründe kadınla ilgili bu ilk büyük değişim; birinci büyük cinsel kırılmadır. Tanrıça kültürünün yasaklanmasında sonra belirgin olan erkek egemen aklının yarattığı ili kadın kimliği Lilith ve “erkeğin kaburga kemiğinden yaratılan kadın (Havva)” kimliği 4. ve 5. Katmanı oluşturmaktadır. Tek tanrılı dinler süreci, kadın kimliği etrafında örülen yasaklama, ayıplama ve karalama kültürünün, kadın kimliğinin başlı başına bir utanç konusu haline getirilmesi, kadına dayatılan köleliğin tanrı buyruğuna bağlanmasıdır. Erkek imalatı tanrıçalar dönemi olarak da adlandırılan 6. Katman, erkek egemen aklın gelişip kurumsallaştığı bir dönemdir. Erkek yaratımı mitolojilerin yardımı ile tüm toplumsal ve yaşamsal özelliklerini kişiliğinde birleştiren tanrıça kimliği, adım adım yok edilmektedir. İnanna-Ereşkigal, Demeter-Persephone, ataerkil aklın kadını kadınla vurma stratejisinin sembol isimleridir.
Egemen erkek zihniyetinin, toplumsal tarih yazımında yok saydığı güçlü kadın kimlikler ne kadar gizlenip çarpıtılsalar da kendi mücadele ve direnişleri ile onları bulmamız için sağlam izler bıraktılar. 7. Katman dönemi olarak adlandırılan “tanrıçaların direngen damarları-Kraliçeler”in döneminde, Nefertiti, VII. Kleopatra, Puduhepa, Semiramis; Belkız, Zenubya, Dido ve savaşçı Amazonlar ve daha pek çok kraliçe ana tanrıça inancının kültürünün devamcıları olarak taerihte iz bıraktılar. Kitapta 8. Katman Hazreti Kadınlar dönemi olarak ifade edilmiş. Tek tanrılı dinlerin ilki olan Yahudilik’te Hz. İbrahim-Sara biraz daha eşit dururlar. Musa-Mariam ikileminde Mariam şahsında kadın biraz daha güç kaybeder. Hz. Davut ve Hz. Süleyman’da kadın soy sürdürme aracıdır. Herhangi bir otoritesi yoktur. Hz. İsa-Meryem ikileminde ise Meryem derin bir sessizliğe gömülmüştür. Adeta kutsanmasına karşı dilsizliği garantiye alınmıştır. Hz. Muhammed’in ilk eşi Hatice, diğer eşi Ayşe ve kızı Fatma da bu dönemin örnek olarak incelenmeye değer kadın kişilikleridir.
İnsanlık tarihinin son üç yüz yılındaki gelişmeler, kadın kimliklerini 9. Katman olarak değerlendiriyor. Bu süreç insanlığın ve kapitalizmin gelişip dünyada ve yaşamımızın her alanında hakim olduğu süreçtir. Kapitalizmin hakim sistem haline gelirken tanrıça çağının son temsilcileri olan “cadı kadınları” yakarak modernitesini inşa etmesi son derece düşündürücü ve öğreticidir. Bu dönemde pozitif bilim kendisini tek geçerli hakikat olarak tanımlayıp, mitoloji, din ve felsefeyi tümden dışladı, ancak dinin ve felsefenin kadın doğasını aşağılayan inançlarını ve ön kabullerini devraldı. Pozitivist bilim anlayışında doğa ve kadın vahşi, sırlı ve denetim altına alınması zorla fethedilmesi gereken dişil ruhun simgesiydi. Hepsi insan aklına boyun eğmeliydi. İnsan aklından kastedilen ise erkek aklıydı. Tek tanrılı dinler eliyle geliştirilen ikinci cinsel kırılma, bu dönemde değişik kılıf ve maskelemelerle devam ettirilmektedir.
Kadın eşit ve özgür olmadığı erkek egemen kapitalist sistem sürekli kriz yaratarak toplumsal sorunları çözümsüz bırakıyor. Bu krizli sistemden çıkışın yolu kadın özgürlüğünü merkeze alan özgürlükçü bir sistem inşa etmektir. Bu sistem inşasında kadın biliminin bir sosyal bilim olarak geliştirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yaşamın her anına ve her alanına erkek egemen zihniyet sızmışsa kadın eşitliği, özgürlüğü ve demokrasisi nasıl gelişecektir? Jineoloji bu soruya ekonomi, ekoloji, etik-estetik, demografya, politika, eğitim, sağlık, tarih, felsefe ve teoloji vb. Alanları kadın bakış açısıyla yeniden ele alarak yeni bir sosyal bilimi geliştirmekle cevap veriyor. Kadınlar için mücadele etmeyi, kadın özgürlüğü düşüncesini derinleştirmeyi, erkek egemen ideolojinin temelini oluşturan tüm zihniyet kalıplarını, geleneklerini pozitivist bilim anlayışını sorgulayarak kadın eksenli bir sosyal bilim geliştirme iddiasında olan jineoloji, bugüne kadar kadınları yok sayan, kadın köleliğini meşrulaştıran tüm erkek aklının ürettiği disiplinlere karşı yeni bir sosyal bilim ihtiyacını tartışıyor. Bu insanlık için devrimsel bir çıkıştır.
Jineolojiye giriş kitabı, bir sosyal bilim olarak kadın biliminin geliştirilmesinin önemi ve aciliyetini bir arkeolojik kazı yaparak tarihsel gelişmeler ışığında değerlendirmiş. Bugüne kadar kadın aleyhine gelişen cinsel kırılmalara karşı, üçüncü cinsel kırılma kadınlar lehine gelişebilir. Jineoloji bunu sağlayabilir.