Dün TÜRK-İŞ Genel Merkezi’nin önünde, üye işçilerin geniş katılımıyla bir basın açıklaması yapıldı. Bu açıklamanın konusu KÇP adıyla bilinen Kamu Çerçeve Protokolü’nün (Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Anlaşma Protokolü) üç ay geçmesine rağmen hala imzalanmamış olması.
600 bini aşkın kamu işçisinin iki yıl süresince hangi koşullarda çalışıp yaşayacağını belirleyecek olan bu protokolün savsaklanması daha önce TÜRK-İŞ’e bağlı Tez Koop İş Sendikası’nın gerçekleştirdiği bir dizi protesto eylemiyle gündeme getirildi.
Sendikanın çağrısıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde yapılan basın açıklaması kamu işçisinin taleplerinin pazarlık masasından alanlara taşınmasını; masada müzakereden kaçınıldığı ölçüde sokakların mücadele alanına çevrileceğinin ve grev yasaklarına karşı direnişe geçileceğinin anlaşılmasını sağladı. Bu basın açıklamasına Tez-Koop-İş Sendikası üyeleriyle birlikte diğer sendikaların üyeleri de katıldılar. Ardından TÜRK-İŞ yönetimi dünkü basın açıklamasını gerçekleştirmek durumunda kaldı.
KÇP nedir?
KÇP, yoksulluk sınırının binlerce lira altında kalan ücretleriyle geçinmeye çalışan 600 bini aşkın kamu işçisinin ücret artışlarının ve diğer sosyal haklarının, dolayısıyla da ailelerinin yaşam koşullarının çerçevesini çiziyor.
AKP iktidarı işçilerin taleplerine bir sınır getirmek amacıyla böyle bir uygulamayı başlatmıştı ama bugün onu bile uygulamaktan kaçınıyor. Çünkü izlenen sözde anti-enflasyonist ekonomi politikalarının bir ayağı olarak tüketici talebini kısmak, bunun için de ücret artışlarını olabildiğince düşük tutmak istiyor. Böylece yüksek enflasyonun bedelini işçi sınıfına ödetmeye çalışıyor. İktidar benzer bir yaklaşımı asgari ücreti bu yıl için olması gerekenden daha düşük belirleyerek ve bu yılın ikinci yarısında yeni bir asgari ücret zammı yapmayacağını açıklayarak sergiledi.
Bu yüzden de basın açıklamasında işçiler sık sık Mehmet Şimşek’i istifaya çağırırken, TÜRK-İŞ’e de eylem ve grev kararı alma çağrısında bulundular. Bu eylemliliklerin süreceği anlaşılıyor.
Kamu işçilerinin taleplerini yansıtan teklifte neler var?
Bu yıl TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ tarafından sunulan ortak teklif, üyelerden işyeri sendika temsilcilerine, temsilcilerden sendika şubelerine, şubelerden sendika genel merkezlerine ve buradan da konfederasyonlara iletilen talepler neticesinde hazırlandı ve şubat ayında işveren tarafına sunuldu.
Ancak aradan geçen üç ayda, ülkenin en büyük işvereni konumundaki devleti temsil eden TÜHİS, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile İktidar sessizliğini korumaya devam ediyor. Pazarlık masasında ücret ve diğer mali haklara ilişkin söz söylemekten kaçınıyor.
Bu koşullar altında protokol hemen imzalansa dahi 300’ü aşkın kamu işyerinde işyeri bazlı sözleşmelerin imzalanması üç aydan önce gerçekleşmeyecek. Dolayısıyla kamu işçilerinin geriye dönük haklarını alarak toplu iş sözleşmelerine kavuşması eylül-ekim aylarını bulacak. Böylece işçilerin kazanımları bir kez daha enflasyon karşısında eriyecek.
TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ tarafından sunulan ortak teklif:
- Günlük brüt çıplak ücretin 1.800,00 TL’ye yükseltilerek ilk altı ay için yüzde 50 oranında zam yapılması,
- Haftalık çalışma süresinin 40 saatle sınırlı kalması,
- Cumartesi günlerinin akdi tatil olarak kabul edilmesi,
- Çalışılan her tam yıl için 35 günlük ücret tutarında kıdem tazminatı ödenmesi,
- 696 sayılı KHK ile kadroya geçen işçilerin özlük haklarını sınırlandıran hükümlerin ortadan kaldırılması,
- İşçiler üzerindeki ağır gelir vergisi yükünün hafifletilmesine yönelik olarak yüzde 15’lik vergi dilimini aşan kısmın işveren tarafından ödenmesi gibi makul ve yaşamsal talepler içeriyor.
Yoksullaştırmaya devam!
Gerçek enflasyonun yüzde 80’lere ulaştığı, alım gücünün hızla düştüğü bir ekonomik yıkım ortamında, yılın dört ayı gelir vergisini ödemek için çalışmak durumunda kalan kamu işçileri, çoktandır anlamını yitirmiş bulunan 2024 yılı ücretleriyle giderek yoksullaşmaya devam ederken, KÇP konusunda İktidarın herhangi bir teklifte bulunmaması bu yoksulluklarını daha da artıracak.
Bu nedenle de pazarlık masasındaki sessizlik karşısında sosyal medyadan Bakanlık önüne taşan kamu işçileri, temel taleplerinin Kamu Çerçeve Anlaşma Protokolünün bir an önce imzalanması olduğunu; ancak bu imzalar atılırken, Konfederasyonların kamu işçisinin taleplerini içeren teklifinin esas alınması gerektiğini ısrarla dile getiriyorlar. Kamu işçilerinin gecikmiş haklarının bir an evvel teslim edilmesi gerektiğini haykırıyorlar.
Barış ve Demokratikleşme konularında da benzer bir engelleyici tutum sergileniyor!
“Yeni barış süreci” görüşmelerinde İktidarın somut adımlar atmayarak süreci savsaklaması, hatta 19 Mart’ta başlatılan operasyonları genişleterek sürdürmesi ve yargı infaz paketinde dağın fare doğurması gibi gelişmeler dikkate alındığında İktidarın, KÇP konusundaki tutumuna benzer bir tutumu barış (ve demokratikleşme) konusunda da sergilediğini ortaya koyuyor.
Toplumun azımsanamayacak bir kesimi, iktidarın bu süreci muhalefeti oyalamak, ekonomik krizin faturasını başta işçiler olmak üzere tüm emekçi halklara ödetmek ve iktidarını sürdürmek için kurguladığına inanıyor.
Bu niyet İktidar Blokunun gerçek niyeti olabilir. Bu da sürpriz olmaz zira hem dünyada hem de ülkemizde bunun geçmişte çok sayıda örneği mevcut. Ancak bu durum emek, barış ve demokrasi mücadelesini kararlılıkla sürdürmemenin ve kenara çekilmenin haklı bir gerekçesi olamaz.
Çünkü demokrasi kendiliğinden var olamayacağı gibi toplum sahip çıkmadığı sürece kendi kendini sürdüremez. Demokratikleşme de birilerinin bizim için yaptığı ve bize hediye ettiği bir şey değildir. Demokratikleşme için örgütlü mücadele verilmesi gerekir. Kısaca demokratikleşme herkesin elini taşın altına sokmasını gerektirir.
Benzer biçimde barış da gökten zembille inmez. Son barış süreci de bir anda ortaya çıkan bir şey değil, mevcut dış ve iç konjonktürün zorladığı bir süreçtir. Ama bu sürecin nasıl sonuçlanacağı yani kalıcı bir barışın inşa edilip edilemeyeceği ya da (daha kötüsü) bir sertleşme ve savaş hali ile sonuçlanıp sonuçlanamayacağı önceden bilinebilen bir durum değildir. Olumlu bir sonucu ortaya çıkaracak olan barış güçlerinin kararlı, sabırlı ve örgütlü mücadelesi ve barışın toplumsallaştırılması çabalarıdır.
Sonuç olarak
KÇP ve asgari ücretin yeniden artırılması gibi ekonomik kazanımlar da benzer bir mücadele ile elde edilebilecek kazanımlardır. Bunun için işçi sınıfının sadece sermaye sınıfına değil, aynı zamanda onun koruyucusu konumundaki siyasal iktidara, hatta işçi sınıfının mücadelesini soğuran kendi bürokratik sendikalarının yönetimlerine karşı da mücadele etmesi gerekir.
Ancak her şeyden önce bu üç mücadelenin ortaklaştırılması şarttır. Çünkü işçiler, emekçiler ekonomik kazanımlarını ancak barış içinde ve demokratik bir ortamda elde edebilirler ve koruyabilirler. Diğer yandan barış ve demokrasi ancak bu ikisini tarihsel olarak sağlayan işçi sınıfının bu mücadelelere sahip çıkmasıyla kalıcı hale gelebilir.