Çılgın Proje diye açıklanan “çıldırtan proje” denilebilecek olan, Kanal İstanbul inşası için faaliyete geçildi. Şu an çok konuşulan bu projenin kazısının 50 milyar doları bulacağı, köprü ayakları ve diğer bazı işler için harcanacak paranın toplamda 62-65 milyar doları aşacağı çeşitli televizyon kanallarında yorumlanıyor. Kanal İstanbul projesinin neden olacağı; ekoloji, gıda, su, yaban hayat, deniz canlıları gibi yeniden yerine konulamayacak tahribatlara dikkat çekmek ve neden çıldırtan proje olduğunu kez daha değerlendirmelerinize sunmak istedim.
Su
Su, bildiğimiz hayatı dünyada başlattı, insana can oldu; besledi, taşıdı, enerji olup güç verdi. İnsan medeniyet yolculuğunu suyla ördü. Su, sadece insanlar için değil tüm canlılar için yaşam iksiridir. Susuz yaşam mümkün değildir. Cansız varlıklar ise su olmadan canlı varlıklara yararlı olmazlar. Bunlar bilinen gerçekliklerdir.
İçme suyu
İstanbul Kanalı, su varlıklarına zarar verecektir. İstanbul’daki barajların azami su biriktirme hacmi 868 milyon metreküptür. Yani barajlar yüzde 100 dolu olsa bile yıl içinde yağmur yağmazsa veya başka bir yerden su aktarılmaz ise, İstanbul içme suyu tedarikinde sorun yaşanacaktır. İstanbul Kanalı nedeni ile kaybedilecek Sazlıdere Barajı’nın yıllık azami su biriktirme hacmi ise 88 milyon metreküptür. Projenin ÇED raporunda Sazlıdere Barajı’nın İstanbul’un 24-25 günlük içme suyunu karşıladığı belirtilmektedir. Gözümüzde canlandırmamız bakımından şu şekilde ifade edebiliriz: Bu hacimdeki içme suyu Eskişehir’in yaklaşık 2 yılık içme suyu ihtiyacını karşılayabilecek miktardır.
İstanbul içme suyu ihtiyacının yaklaşık %17’sini Terkos Barajı karşılamaktadır. Yapılacak kanal Terkos Barajı’nın su tutma kapasitesini olumsuz yönde etkileyeceği gibi, su kalitesinin bozulmasına neden olacaktır. Şu anda Avrupa yakasında yer alan barajlardaki su miktarı mevcut nüfusun ihtiyacını bile karşılayamamakta, mevcut ihtiyacı karşılamak üzere Anadolu yakasından su transfer edilmektedir. Bu gerçeklikler bize suyun feda edilebilecek bir varlık olmadığını göstermekte, Sazlıdere ve Terkos Barajı’nın daha etkin tedbirlerle korunmasını bir ödev olarak önümüze koymaktadır.
Tarım ve su
Suyun tarımsal üretimde sağladığı verimlilik artışı tartışılmaz, bu yüzden üretim açısından önemli olmanın ötesinde bir gerekliliktir. Sulama suyu olsa da olmasa da tarımsal üretimde yağış rejiminin düzenliliği belirleyicidir. Yağış rejiminin bozulmaması için iklim değişikliğine neden olacak faaliyetlerden kesinlikle kaçınmak gerekir. İstanbul Kanalı Projesi, bölgenin yağış rejimini değiştirecek özelliktedir. Tarımsal sulamada ayrıca yeraltı ve yerüstü suları da yaygın olarak kullanılmaktadır.
Yeraltı suları
Uzmanlara göre, yeraltı suları, yerüstünden yeraltına sızan suların buradaki gözenekli tabakaların (kumtaşı, çakıl taşı) veya kırıklı, çatlaklı kireç taşı kayaçların içerisindeki boşlukları doldurmasıyla oluşur. Pek arıtma gerektirmeyen yeraltı suları doğanın dolaşım damarlarıdır. Stratejik rezervdir. İçme suyu, kullanma suyu olarak, tarımsal sulama ve endüstri üretimi için kullanılır. Kanal inşası bölgedeki bu damarları kesecek, yeraltı suyu döngüsünü bozacaktır. Ayrıca kanalın yeraltı su varlıklarının (akiferler) tuzlanmasına olabileceği, DSİ tarafından belirtilmiştir.
Yeraltı sularının yok edilmesi derelerin, çayların ve nehirlerin zayıflamasına veya tamamen kurumasına ve çevredeki ekosistemin de ölmesine sebep olur. Denizler ve göller yeterince tatlı suyla beslenmezse; deniz ve göl ekosistemi zarar görür.[1] İçme suyuyla ilgili TMMOB Raporu’nda:[2] “toplamda kentin yaklaşık yüzde 29’unun İhtiyacını karşılayan su havzalarının, üzerinden Kanal İstanbul’un geçmesiyle yok olacağı” belirtilmektedir.
Yaban hayat, su ve tarım
Yaşam bir örümcek ağı gibidir. İnce ama güçlü iplikler ile örülmüş bir zincirdir. Zincirin halkalarından biri koparsa, zincir işlemez olur. Unutmayalım, bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür. Doğal yaşamdan tek bir canlıyı çıkarırsanız diğerleri de etkilenecek, hatta bazıları yok olacaktır. Arılar olmazsa çiçekler tozlaşma yapamaz. Çiçekler olmazsa meyve olmaz, meyve olmazsa böcekler olmaz, böcekler olmazsa kuşlar olmaz, kuşlar olmazsa yılanlar olmaz ve zincir böyle böyle yok olur.[3]
Su olmazsa ne olur? Yaşamı var eden ve dengede tutan bu sonsuz, birbirine bağlı zincirin halkalarını oluşturan canlılar yok olur. Suyun niteliğinde gerçekleşecek en ufak bir değişiklik, diğer tüm canlıları zincirleme etkiler. Doğadaki her şey hassas bir ilişkiyle birbirine bağlıdır. Bu hassas ilişkiye ekolojik denge diyoruz. İnsan bu dengenin ayrılmaz bir parçasıdır. Ama bu dengeye zarar veren canlı, yine insan ve onun para hırsıdır.[4]
İnsan dışındaki diğer canlıların ağzı ve dilleri var, kendi aralarında konuşabiliyor, fakat insanlarla iletişim kuramıyorlar. Bu canlılar da suya ihtiyaç duyarlar. Yaban hayat canlıları da susuz yaşayamazlar; su, onlar için de yaşam demektir. Başka bir deyişle dünyadaki flora ve fauna suya ihtiyaç duyar, yaşamı suya bağlıdır. Yaşamlarında değişim aracı olarak para kullanmayan, parayı bilmeyen ve haklarını paragöz sermayeye (kapitalizme) karşı koruyamayacak olan bu canlıların haklarını korumak, erdemli insanların yükümlülüğündedir.
Göçmen kuşlar
“Kanal İstanbul” projesinin yer aldığı bölgede 264 kuş türü var. Bölgedeki tüm sulak alanlar, ormanlar ve çalılıklar canlıların beslenme ve barınma alanlarıdır. Nükleer Araştırma Merkezi göl kom alanları, Altınşehir’de Sazlıdere’nin göle giriş noktası, Firuzköy bölgesi önemli üreme alanlarıdır. İstanbul Kanalı bu barınma ve yaşam alanlarını ortadan kaldıracaktır. Ayrıca alanda pek çok endemik nadir tür bulunmaktadır. Türkiye’nin de taraf olduğu BERN sözleşmesi listesine göre bölgede mutlak korunması gereken hayvan türleri bulunmaktadır.
Göçmen kuşlar gereksiz göç etmezler, gittikleri yerlerde görevleri vardır. Bu nedenle onlara “görevli kuşlar” da denir. Mesela leylekler göç ile gelmezse süne popülasyonu artar, onlar buğdayı yer ve bitirir. Buğday üretimi sekteye uğrar, verimlik düşer, insanlar ve evcil hayvanlar aç kalır. Aynı şekilde leylekler yılan popülasyonunun ekolojideki dengeleyicileridir, yoksa her tarafı yılanlar basar. Bu tüm canlılar için geçerlidir. Yaban hayat yaşam alanlarını seçerken gelişigüzel seçmez, onlar ekolojinin birer halkasıdır; barındıkları ve yaşadıkları yerlerde doğaya katkı verirler. Tüm bu kısmı şu şekilde özetleyebiliriz: Yaban hayat olmazsa, tarım olmaz.
İşte bu yaban hayat da tatlı suya ihtiyaç duyar. Su olmazsa yaşayamaz. Fakat kanal projesi ile birlikte İstanbul’un su ihtiyacının yüzde 29’unu karşılayan Sazlıdere ve Terkos gibi önemli su varlıkları yok olacak, bundan hem insanlar hem de yaban hayat olumsuz etkilenecektir.
Sermaye hariç bütün dünya iklim krizi ile cebelleşmekte, tatlı su varlıklarının üzerine titremekte, ucuz ve sağlıklı gıda elde etmek için yol yöntem aramakla meşgul. Görüldüğü üzere bizler, İstanbul’da hala bitkisel üretim ile hayvan yetiştiriciliğinin yapılabildiği, denizinde balıkların avlandığı bir kente sahibiz. Fakat tarım ve mera alanlarını tahrip etmek, orman alanlarını yok etmek, denizi kullanılamaz kılmak için “Kanal İstanbul” adıyla bir yıkım projesini yapma yanlışında ısrar etmekteyiz.
Marmara ve Karadeniz
Marmara Denizi saldığı müsilaj (salya) ile halihazırda çölleşmektedir. Başka bir deyiş ile Marmara, müsilaj ile tepkisini ortaya koymaktadır. Müsilaja neden olan sorunları yaratanlar, bunlara göz yumanlar yapmak istedikleri kanal projesi ile Sazlıdere ve Küçükçekmece göllerinde tahribata neden olacak, bu yüzden Marmara Denizi neredeyse tümüyle oksijensiz kalacaktır. Azalan oksijene bağlı olarak birçok deniz canlısı yaşamını sürdüremeyecek, yaşayabilecek olan çok az sayıda deniz canlısının da yaşam kalitesi düşecek. Bu tahribat sonrasında insanlar beslenme konusunda su ürünlerinde önemli ölçüde faydalanamayacaktır. İstanbul Kanalı Projesi ile bırakalım Marmara’nın deniz canlılarına yaşam alanı olmasını, deniz kendi yaşamını sürdürme derdine şimdikinden daha fazla düşecektir.
Deniz Canlıları
Kanal projesi ile ortaya çıkacak hafriyat atıklarından 38 km’lik dolgu alanı yapılması planlanmaktadır. Proje alanı içerisinde kala Batı Karadeniz Bölgesi ve özellikle Karaburun civarı, ülkemiz balıkçılığının temelini oluşturan ve ekonomik değeri yüksek olan hamsi, istavrit, palamut, mezgit, tekir, lüfer, kalkan, barbunya türlerini üreme ve larvalarının gelişim alanı içerisinde kalmaktadır. Yine aynı bölge koruma altında olan eşkine balığının; koruma statüsü yüksel olan deniz memelilerinden Tırtak, Mutur ve Afalina gibi yunus türlerinin Türkiye’deki en yüksek popülasyonun bulunduğu alan. Burası özellikle Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği’nin (IUCN) kırmızı listesinde bulunan Rajaclavata ve Squalusacanthias gibi türlerin, özellikle soyu kritik seviyede tehdit altında olan Mersin balığının üreme ve yaşam bölgesi. Projenin başlaması ile birlikte kıyıda yapılacak dolgu, kazı ve diğer faaliyetler, yukarıda bahsedilen balıkların üreme ve yaşam alanlarını yok edecektir.[5]
Projenin Marmara Denizi kısmı da ekonomik değere sahip balık türlerinin üreme ve yaşam alanıdır. Marmara Denizi’nde soyu tehlike altında olan ve uluslararası sözleşmeler ile korunması zorunlu olan 1 tür kritik tehlike altında, 3 türün soyu tehlikede, 5 tür savunmasız durumda ve 12 tür tehlikeye yakın durumdadır; mutlak suretle korunmaları gerekmektedir. 1. derecede soyu tehdit altında olan Squatinasquatina türünün dağılımı ve bu sahayı üreme alanı olarak kullanması son derece önemli bir ölçüttür. Üç tür kıkırdaklı balığın soyları tehdit altında bulunmaktadır: Mustelamustelus, Mustelusterias, Squalusacanthias.[6]
Projenin uygulanacağı hat üzerinde kalan Küçükçekmece Gölü, Sazlıdere Baraj Gölü havzası ve bu gölleri besleyen akarsularda toplam 11 familyaya ait 29 tür balık yaşadığı ÇED raporunda belirtilmektedir. Bu türlerden Cyprinuscarpio (Linnaeus, 1758) IUCN Kırmızı Liste (2017)’ye göre hassas “VU” türler kategorisindedir. Rutilusfrisii (Nordman, 1840), Silurisglanis (Linnaeus, 1758), Sygnathusabaster (Risso, 1827), Neogobiusfluvatilis (Pallas, 1814), Abramisbrama (Linnaeus, 1758) ve Proterorhiusmarmoratus (Pallas, 1814)‘un türleri ise Bern Sözleşmesi EK-III listesinde korunan türler arasında yer almaktadır. Sazlıdere Baraj Gölü ve onu besleyen akarsularda, adını İstanbul’dan alan endemik bir tür olan Alburnusistanbulensis (Battalgil, 1941) (İnci Balığı) yaşamını sürdürmektedir ve hâlihazırda soyu tükenme aşamasına gelmiş durumdadır. Yine uzun yıllardır yok olduğu sanılan ve soyu tehlike altında olan mutlak korunacak türler arasında bulunun Mersin Balığının Küçükçekmece Gölü’nde yaşadığı tespit edilmiştir.[7]
Uluslararası sözleşmeler
Ülkemiz özellikle son on beş yıl içerisinde biyoçeşitliliğin korunması amacıyla birçok uluslararası antlaşmaya taraf olmuştur. “Bern Sözleşmesi” olarak bilinen Avrupa’nın Yaban Hayatının ve Habitatlarının Korunması Sözleşmesi’yle, nesli tehdit ve tehlike altında olan türlerin korunması taahhüt edilmiştir. Söz konusu türler ve habitatların korunması “Barselona Sözleşmesi” ile de koruma altına alınmıştır. Bu sözleşmenin ek protokollerinden birini ise protokolü oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra “Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi” de önem arz etmektedir.
Proje uygulamaya geçmesi ile birlikte özellikle balıkçılığımıza önemli bir darbe vuracaktır. Marmara Denizi’nde, proje alanı içerisinde ve yakın çevresinde kalan Karadeniz’de ekonomik ve sürdürülebilir balıkçılığı bitirecektir. Uluslararası sözleşmeler ile korunmasını garanti altına aldığımız türler özellikle bu bölgede hızla yok olacağı gibi, endemik türlerin tamamıyla yok olması beklenmektedir
Proje sahasının çevresinde Karadeniz ve Marmara Denizi bölgesinde denizaltı ekolojisini ve oksijenini dengeleyen, kirlilik boyutunun göstergesi sayılan, Barcelona Sözleşmesi’yle koruma altına alınan Posedion (Posidonya) çayırları bulunmaktadır. Projenin başlaması ve faaliyete geçmesi ile birlikte bu türün korunma imkânı da ortadan kalkacaktır.
Son sözler
Yaşadığımız (daha doğrusu bize yaşatılan) ekolojik sorun, yerel değil evrenseldir. “Çağdaş”, “modern” diye olağanlaştırılan toplumun ekolojik sisteme verdiği zarar tüm yeryüzünü kaplamaktadır, yeryüzündeki her şeyi ve herkesi etkilemektedir.
Dünyanın hemen her kıtasında her yıl ortaya çıkan çok büyük miktarda verimli toprak kaybı, erozyona açık alanlarda ağaçların yaygın şekilde yok olmasına neden oluyor. Kentleşmiş bölgelerde tehlikeli hava kirliliği olayları almış başını gidiyor. Endüstriyel tarımın, sanayinin, enerji santrallerinin, maden arama faaliyetlerinin atıkları olan zehirli maddeler dünyamızın her yerine yayılmaya devam ediyor.
Yeryüzünün sömürülmesi ve kirletilmesi yalnız atmosferin, iklimlerin, su varlıklarının toprağın belirli bölgelerinin bitki ve hayvan dok sunun (flora ve faunasının) bütünlüğüne zarar vermekle kalmıyor, tüm canlıların bağımlı olduğu temel doğa çevrimlerini de birbirinden koparıyor, işlemez kılıyor. Kopmalar her türlü felaketleri besleyerek büyütüyor. Ekosistemdeki büyük çözülme göz önüne alındığında çağımızın ekolojik sorunlarıyla uğraşmak için kapsamlı ve kavrayıcı, toplumsal olduğu kadar bilimsel bir bilgi bütünlüğü oluşturmak gerekiyor. Doğa ile toplum arasında görünüşteki çelişkilerden kaynaklanan ciddi sorunlara daha yapıcı bir yaklaşım geliştirmek gerekiyor. Artık geleneksel bilimlerin, olguları parçalara ayırıp inceleme eğilimine tutsak olmaktan vazgeçme zamanı. Olguları birleştirmemiz, birbiriyle ilişkilendirmemiz, özgüllüklerinin yanı sıra bütünlükleri içinde görmemiz gerekiyor.[8]
Eğer durumu böyle görüyor ve değerlendiriyorsak -ki öyle olmalıdır- İstanbul Kanalı Projesi’nin yaratacağı sorunun/tahribatın çok büyük olacağını çekincemiz olmadan söyleyebiliriz/söylemeliyiz. Bu durumda en başta Marmara Denizi’nin tamamı ile birlikte Karadeniz’in önemli bir bölümünün ekolojisini bozacağını, bu bozulmanın deniz canlılarının yaşamını olumsuz etkileyeceğini söylemek, kâhinlik yapmak olmayacaktır. Ayrıca Kuzey ve Güney Marmara bölgesinin karasal ekolojisini de bozacağını, bu bozulmanın tarımsal üretimi daha da azaltacağını, bununla kalmayarak Batı Karadeniz ve Kuzey Ege bölgelerinin tarımsal üretimini de olumsuz etkileyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu da İstanbul’un zaten iç ve dış bağımlılığa teslim edilmiş olan gıda tedarik durumunu ithalata daha fazla mahkûm edecek, Türkiyeli çiftçilere de darbe indirmiş olacaktır.
Netice itibarıyla mutlaka kanal yapmak istiyorsak, yapılması beklenen GAP’a bağlı dokuz ilin arazilerini suyla buluşturacak kanallar yapılmayı bekliyor.[9] 1977’de başlayıp 68 yıldan bu yana hala tamamlanamamış olan bu sulama kanallarını yaparak üretimi canlandıralım, çiftçi refahını yükseltelim. Tarımsal ürün ithalatına bağımlılığı sonlandıralım. Çiftçileri yeraltı sularını kullanırken muhtaç oldukları elektrik enerjisi “belasından”, şirket sömürüsünden kurtaralım. Yeraltı sularını çekmeyerek akiferleri rahat bırakalım. Sulama kanallarıyla toprağı buluşturarak fazla suyun akifer döngüsüne dahil olmasını sağlayarak ekolojiyi onaralım. İnsanları yerelden besleyip, yerele değer katalım.
BİTTİ.
[1] Abdullah Aysu, Su: Hayat Veren 2 Damla, s. 21, Epos Yayınları, 2018, Ankara.
[2] TMMOB Maden Mühendisleri Odası- KANAL İSTANBUL Kazı-PATLATMA-Naklive Teknik Değerlendirme Raporu- Aralık-2020
[3] Abdullah Aysu, a.g.e., s.28
[4] 10 Abdullah Aysu, a.g.e., s.29
[5] Çevresel Etki Değerlendirme Raporu, 2019, 5. Bölüm, s. 138.
[6] ÇED Raporu, 5. Bölüm, s.555
[7] ÇED Raporu, s.564-565 (Tablo:5.12.4.2.1.) ‘den alınmıştır
[8] Abdullah Aysu, 2020, Gıda Krizi- Tarım, Ekoloji ve Egemenlik, s.116, 2. Baskı, Ekim Metis/Siyah Beyaz
[9] Güneydoğu Anadolu Bölgesi‟nin lokomotif sektörü tarımdır. Bölge‟de 7.5 milyon ha alanının 3,2 milyon ha‟lık kısmı tarımsal faaliyetlere elverişlidir. Bilindiği gibi sulama GAP‟ın en önemli altyapı yatırımlarından biridir. Yaklaşık 2,1 milyon ha‟lık brüt alan sulama potansiyeline sahiptir (Türkiye‟nin ekonomik olarak sulanabilir arazisinin %20‟sine karşılık gelmektedir). Bölge‟de, 2019 yılı sonu itibariyle Fırat-Dicle Havzası‟nda toplam 571.591 ha alan sulamaya açılmıştır. 130.597 ha alanda halen sulama şebeke inşaatı devam etmekte olup, 1.097.812 ha alan proje ve planlama aşamasındadır. Bakınız: Mehmet Zeki ŞAŞMAZ; Doktora Tezi, “GAP Bölgesinde Tarımsal Gelişme”, S.90, Yıl 2023