• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
24 Mayıs 2025 Cumartesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Yazarlar Oğuzhan Kayserilioğlu

Kandil’in bıraktığı boşluk!

24 Mayıs 2025 Cumartesi - 00:00
Kategori: Oğuzhan Kayserilioğlu, Yazarlar
Muhalefet mi dediniz?

Mekan Kürdistan, farklı etnik kökenli başka halklar olsa da büyük çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı bir coğrafi bölge. Kürtlerin ortak yaşam alanına dönüşmesi emperyalizm tarafından bilinçlice 4 parçaya bölünerek engellenmiş özgün bir bölge.

Biraz geriye gidelim ve çözülen Osmanlı’yı yağmalamayı planlayan emperyalizmin siyasal görevlileri Sykes ve Pikot tarafından Londra ve Paris’le bağlantı içinde (Rusya ve İtalya’nın da onayı alınarak) masa başında çizilen sınırlarla bilinçlice birbirinden koparılıp 4’e ayrılan Kürt toplumsallığının 1916 yılında imzalanan antlaşmadan hemen sonraki haline bakalım.

Bölünüp parça parça bağlandıkları 4 ulus devlet tarafından iç-sömürge olarak görülen, zenginlikleri adeta yağmalanırken halkı kapitalizm öncesi ilişkilerin içinden çıkıp gelen Kürt egemenleriyle işbirliği yapılarak kontrolde tutulan, eğitimsiz ve yoksul ama aynı zamanda henüz kapitalizmin pazar ilişkileri tarafından tam olarak içerilemediği için tarihten kalma komünal ilişkileri kendi toplumsal var oluşunun ana damarlarından biri olarak hala taşıyan özgün bir toplumsallık!

Zaman yerinde durmaz, iniş çıkışlarıyla, hızlanıp yavaşlamalarıyla, doğrusallıkları ve sürprizleriyle, boşlukları ve yoğunluklarıyla..vd. binbir farklı zamanı da içererek genel bir zaman olarak akar, Kürdistan’da da aktı elbette.
Şimdi geldiğimiz andan Sykes-Pikot’un imzalandığı zamana bakarsak; dayatılan o yapay-uyduruk sınırlar öncesinde binlerce yıl ortak yaşayan Kürt halkını pek de ayıramadı; her zaman sınırları aşmanın bir biçimi bulundu, arkasındaki binlerce yılı da içine alarak ortak bir Kürt halk varlığı zayıflayarak da olsa hep var oldu.
Sürdü, çünkü arkasında binlerce yıldır sürüp gelen ortak bir tarihsellik vardı; zayıfladı, çünkü bağlı olunan ulus devletlerde kapitalizm geliştikçe ulus pazarlar odaklı yeni bir siyasal ve toplumsal yaşam inşa oldu ve elbette her parçadaki Kürtler de o yaşama şu ya da bu oranda entegre oldu.

Zamanın akışı 70’lere geldiğinde, 4 parçadan kapitalizmin en çok geliştiği Türkiye coğrafyasında yaşayan Kürtlerin içinden “Bağımsız- Birleşik Kürdistan” hedefli bir siyasal hareket oluştu. “Birleşik” kelimesiyle sürüp gelen ama zayıflayan ortak yaşamı esas aldığını, kendisini onun üstüne inşa edeceğini, varlığını böylesi bir hedefe doğru yürüyüşe adadığını ilan etti.

Oluşumun bilinci ve başlangıçta bizzat pratik mimarı da olan Öcalan sonradan anlatacaktı; ilk olarak “ne olur ne olmaz, yerin kulağı var” benzeri bir önlemle bir yoldaşının kulağına fısıldayarak söylediği iki kelimenin (“Kürdistan Sömürgedir!)” şiddetini daha söylediği anda yaşayarak başı dönmüş, yakındaki bir yatağa zar zor kendisini atabilmişti.

Öcalan’ın kendisi de etrafındakiler de yoksul Kürt köylülerinin çocuklarıydı, önceki Kürt isyanlarının önderlerinden en büyük farkları da buydu. Onlar Kürt egemenlik alanı içinde değillerdi ve Kürt egemenlerine has özellikleri taşımıyorlar, Kürt halkına egemenlerin “üst-egemen” konumundan değil “içinden”, “onlardan birisi” olarak bakıyorlardı. Tasasını ağır bir yük olarak taşıyacakları malları mülkleri ya da kaybetmeyi asla istemeyecekleri sosyal statüleri yoktu. Sadece onları egemenlik sistemine bağlamaya çalışan “kölelik” zincirleriyle sarılıydılar ve hareket ettikçe onları zayıflatan kendi güçlerini görüp ona güveniyor, zincirleri parçalayıp özgürleşmeye adanmış askeri-politik kadrolara dönüşüyorlardı.

Öte yandan, PKK kurucu kadroları, diğer Kürt “parçalarına” göre daha fazla gelişmiş Türkiye kapitalizminin sınıf mücadelesinden etkilenmiş ve orada kendisini var eden Türkiye devrimci hareketinin zaafları ve gücünü gözlemlemişlerdi.

Gün oldu devran döndü, Ankara’nın yoksul gecekondu semti olan Tuzluçayırlı gençler ve aynı şehre okumaya gelen yoksul Kürt gençlerinden oluşan küçük “Apocu” çevre, şimdi Kürt coğrafyasının 4 parçasında da güçlü toplumsal ve siyasal ilişkilere sıçradı ve bölgedeki ve yeryüzündeki devletlerin yönelimlerini o ya da bu oranda etkileyen bir siyasal güce ulaştılar. Milyonları etkileyen bir toplumsallık içinde hareket ediyorlar. Kürdistan anayasal bir devlet düzeyinde olmasa da PKK’nin şahsında özgün bir “Birleşik” yapı kazandı.

Kökleşme ve yayılma arttıkça sadece PKK değil, onun da içinde olduğu binbir siyasal ve toplumsal örgüt-hareket oluştu, medya ve diplomasi alanları inşa edildi..vd. PKK, “Kuzey-Bakur” Kürt bölgesi olan Türkiye’nin Kürt bölgesinden çıkmış olsa da, farklı zamanlarda farklı biçimlerde diğer (Başur-Güney/Irak, Rojava-Batı/Suriye ve Rojhilat-Doğu/İran) Kürt bölgelerinde güçlendikçe kendi şahsında özgün/halkçı-demokrat bir ortak Kürt toplumsallaşması, siyasileşmesi ve onun koruyucusu olarak askeri gücünü oluşturdu.

İşte, günümüzün iletişim ve ulaşım olanaklarıyla da desteklenerek söz konusu tarihsel “ortaklaşma” sürekli derinlere kök salmakta ve daha geniş alanlara yayılmaktadır. İçinde binbir iletişim/dolayım süreçlerinin akarak birbirini etkilediği ve ortaklaşa özgün bir Kürt halk gerçekliği yarattıkları güç alanının kendi bölgesindeki diğer halkları da etkilemesi ve bölgesel bir halkçı-devrimci var oluşun önünü açması da yaşanıyordu.
Kandil ise, kurulmasının öncülüğünü yaptığı ama şimdi sırf kendisiyle sınırlanmayacak bir toplumsallığa dönüşen güç alanının tam da merkezinde konumlanıyor, alanın tümüne sürekli güç saçan yorulmaz bir trafo gibi çalışıyordu.

Şimdi artık Kandil yok! Peki, oluşan toplumsal ve siyasal alanın dengeleri nasıl sağlanacak, gerekli asabiyet nasıl yeniden üretilecek?

Kandil’in silah bırakması ve kendisini feshi, şayet bir hareketli-canlı yaşayan toplumsal-siyasal güç alanı olarak gerçek bir yok olma/tarih sahnesinden nihai olarak çıkma olarak gerçekleşecekse, siyasal literatüre “Nasrallah boşluğu” olarak girmesi muhtemel olan “kırılma momenti” kodlamasına “Kandil boşluğu” deyimi de eklenenecek, üstelik arkasında öncekinden daha büyük sarsıntılar bırakarak eklenecektir.

Şimdi Kandil’i tümüyle yok etmek için çırpınan Türkiye egemenleri, çıkması kaçınılmaz olan sarsıntıların içinde Türkiye’nin de yer alması olasılığını acaba hesap ediyorlar mı? Onlar hesap etmese de, şimdi kendilerini bu yönde teşvik edip kışkırtan ABD-NATO odaklı emperyalist güç alanının “hesapları” arasında Türkiye’nin de olduğundan emin olabiliriz. Egemenler önlerine konulan iştah açıcı “av-avlar” tarafından yemlendikleri için sarhoş olmuş haldeler, ama bölge halkları uyanık ve tedbirli olmak zorundadır. Egemenlerin canı cehenneme, halklar kendilerine odaklanmalı, kaderleri ortaktır.

Gelin görün ki, bu aşamasında tam tersi bir görünüm arz ediyor olsa da, şimdi yaşadığımız “Kandil’in feshi”, kim bilir, belki de hızı ve gücü sürekli artarak günümüze gelen halkçı-devrimci akışın kendisini başka yapı ve biçimlere sokarak sürüp gidebilmesi için içinden geçmeyi başarması gereken bir “zorunlu belirlenim” alanıdır. Öyle ya, su akar, yolunu bulur! Şimdi hissetmeye başladığımız “Kandil Boşluğu” belki de başka bir kodlama olmaya aday “Nasrallah darbesi” olasılığını engelleme amaçlı bir yenilenmenin ön adımıdır.

Bir fotoğraf

Netice itibarıyla, Kandil bir yönüyle somut bir varlık olarak görülemeyecek bir duruş, bir ruh hali, (kelimenin İbni Halduncu anlamıyla) bir asabiyetse, madalyonun öbür yüzünde o ruhu hem inşa eden hem de taşıyan ve henüz yaşayan canlı insanlar var.

Bu insanlar özeller; on yıllardır şehirlerde yaşamıyor, caddelerde gezmiyor, alışveriş yapmıyor, içki içmiyorlar, çekinerek ellerinden tutup sevgiyle gözlerine bakacakları sevgilileri de olmadı, özel mülkiyet bilmiyorlar, günümüzde muhtemelen milyarlarca doları idare etmelerine rağmen ceplerinde beş kuruşları bile yok, geceleri mağaralarda yatıyor, kışın ayazı yazın sıcağıyla çıplak vücutlarıyla yüzleşiyor, o arada sürekli savaşıyor, ölümle iç içe yaşıyorlar.

Bir yoğunlaşma, rafineleşme, ancak içinde olup on yıllar boyunca süreci inşa edenlerin bilebileceği anlaşılması çok zor bir feda ruhu ya da özgürleşme tutkusu söz konusudur.

 

Bir kongre fotoğrafı onların bir kısmını toplu halde gösteriyor.

Metinler bir tarafa, bazen bir fotoğraf çok şey anlatır, işte tam da öyle bir fotograf var!

Bu ağırlık, bu hüzün, bu alçak gönüllülük, bu ciddiyet nedir; bu kadınlar ve erkekler nasıl bir ruh halinin içindeler, öyle durmayı nasıl beceriyorlar, öyle durarak ne demek istiyorlar, nasıl bir yaşamın içinden çıkıp geldiler ya da hesaba gelemeyecek ağırlıktaki nasıl bir yük taşıyorlar ki böyle duruyorlar?

Yoğunlaşmak, anlamaya çalışmak gerekiyor.

Neden Kandil?

Yazımda Kandil’e odaklandım, çünkü yeni sürecin akışıyla ilgili öngörülerimde sadece bu konuda yanıldığımı düşünüyorum. Kandil’in başka görevler yüklenerek varlığını sürdürmesinin hesaplanmış olabileceğini yazmıştım, yanılmışım ya da belki şimdilik yanılmış görünüyorum.

Bahçeli-Öcalan ekseninden gelen karşılıklı hamleleri yorumladığım Yeni Yaşam yazılarımda, sürecin yerelden çok esas olarak küresel ve özellikle bölgesel altüstlükler tarafından ivmelendirildiğini, her iki gücün de kendi durduğu yerden varlığını geleceği belli olan olağanüstü zorlamalardan korumaya çalıştığını; ülke gündemi açısından ise, Erdoğan’ın süreci kendi iktidarını sürdürebilmenin aracı yapmaya çalışacağını yazmıştım.

Öcalan’ın “Türkiye alanında silah bırakma” kararını “pazarlığa tabi olarak” vermediğini, siyasi bir tercih olarak önerdiğini, 52 yıl süren mücadelenin yarattığı Kürt halk gerçeğini/özneleşmesini mücadelenin sonraki aşamaları için yeterli olacağını düşündüğünü tahmin etmiş ve Kürt halkının özgürleşmesi açısından halkın örgütlenmesinin daha derinlere kök salması ve daha geniş alanlara yayılmasının öne çıkacağını vurgulamıştım. Elbette, böyle bir olağanüstü dönüşümün gerçekleşebilmesi için devletin de yapması gerekenler olduğunu ve Öcalan’ın bunları devlete dayatmış olabileceğini yazmıştım.

İran ve Irak’daki Kürt coğrafyalarında, Rojhilat ve Bakur’da, Öcalan’ın görüşlerini esas alan yapıların yeni süreçten etkilenmeyeceğini, Irak alanında KYB/Talabani güç alanıyla ilişkilenmenin yoğunlaşacağını tahmin etmiştim.
Rojava ise, yürütülen sürecin kritik momentiydi, onun varlığının korunması hedefleniyordu.

Ek olarak, Suriye’deki var olan gerçekliğin Mazlum Abdi önderliğindeki DSG/SDF’nin önünü açacağını, askeri ve politik açıdan Suriye’deki diğer güç alanlarıyla neredeyse kıyaslanamayacak bir üstünlüğe sahip olduğunu belirtmiştim. Bu gerçeklik HTŞ’nin giderilemeyecek yapısal zaaflarıyla birlikte değerlendirildiğinde DSG/SDF’nin Suriye’nin bütününde görev almasının gerekeceğini, tekfirci çeteler tarafından katledilen Arap Alevilerin ve sürekli baskılanan Dürzilerin, Hristiyanların ve laik Sünni Arapların ülke çapındaki olası bir ittifaka açık olacaklarını yazmıştım.

Bu durumların neredeyse hepsi hareket halinde. O arada Kürt halkının birliği için farklı Kürt güçleriyle yapılan görüşmeler ve anlaşmalar da sürecin “yan ürünü” olarak ilk adımlarını attı.

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Lozan ve kardeşlik hukuku

Sonraki Haber

Sami Tan: Kürtçe için bir dil kongresi toplanmalı

Sonraki Haber
Sami Tan: Kürtçe için bir dil kongresi toplanmalı

Sami Tan: Kürtçe için bir dil kongresi toplanmalı

SON HABERLER

Sami Tan: Kürtçe için bir dil kongresi toplanmalı

Sami Tan: Kürtçe için bir dil kongresi toplanmalı

Yazar: Yeni Yaşam
24 Mayıs 2025

Muhalefet mi dediniz?

Kandil’in bıraktığı boşluk!

Yazar: Yeni Yaşam
24 Mayıs 2025

ABD seçim sonuçları ve  kötülüğün ardına kadar açılan kapıları

Lozan ve kardeşlik hukuku

Yazar: Yeni Yaşam
24 Mayıs 2025

Hakikatin ruhu, yolda birlik, tarihi sorumluluklarımız (2)

Demokratik toplum sosyalizmi ile Aleviliğin sentezi

Yazar: Yeni Yaşam
24 Mayıs 2025

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın sorumluluğu…

‘Sınıf ayrımcılığı’ bağlamında Lozan’ı tartışmak…

Yazar: Yeni Yaşam
24 Mayıs 2025

İmkâna mekân

Çok hayat

Yazar: Yeni Yaşam
24 Mayıs 2025

ODTÜ geleneksel ‘Devrim Yürüyüşü’nü gerçekleştirildi

ODTÜ geleneksel ‘Devrim Yürüyüşü’nü gerçekleştirildi

Yazar: Yeni Yaşam
23 Mayıs 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır