Gelecek Partisi Bursa Milletvekili Cemalettin Kani Torun ile konuştuk:
Komisyonun görüşmesinden sonra Abdullah Öcalan’ın iletişim imkânları arttırılır diye tahmin ediyorum. İmralı’ya gitmek diye bir tabu ortadan kalkar. Daha hızlı adımların atılması da sağlanmalıdır
Nezahat Doğan
Tarihi bir eşikteyiz. Meclis Komisyonu’nun barış için devletle yapılan görüşmelerde baş müzakereci Abdullah Öcalan ile görüşmesi barışın ve demokratikleşmenin olmazsa olmazı. Görüşmenin tartışılması ise süreci zedeliyor. CHP’nin Kürt sorunu var derken diğer yandan Ada’ya gitmemesi ise çözümsüzlüğü isteyenlerle aynı safta, milliyetçilik hattına savrulması anlamına mı geliyor? Elbette CHP’nin rotayı yeniden çözüme doğru kırması Demokratik Cumhuriyet ve Türkiye’nin ikinci yüzyılı için herkesin kazanacağı bir yol. Abdullah Öcalan son açıklamasında, “Kalıcı barış ve gerçek çözüm için keyfi uygulamalara son verilmesi, evrensel hukuk ilkelerinin ve uluslararası kurumların kararlarının ivedilikle yerine getirilmesi büyük önem taşımaktadır,” diyerek “asıl gerçek barış” için bir kez daha hukuka işaret ediyor. Şimdi devlet ve iktidar buna yönelik nasıl adımlar atacak? Erdoğan artık süreci güçlü bir biçimde sahiplenecek mi? AKP içinde nasıl hesaplar yapılıyor? CHP’nin bu geri adımı siyaseten ne anlama geliyor?
Meclis Komisyonu heyetinin İmralı’da yapacağı görüşme öncesi siyasetteki son gelişmeleri Devlet Bahçeli’nin “İmralı’ya giderim,” açıklaması sonrası “Ben de Bahçeli ile giderim” diyen Gelecek Partisi Bursa Milletvekili Cemalettin Kani Torun ile konuştuk.
- Komisyonun İmralı’ya gitme ve baş müzakereci olan Abdullah Öcalan’ın da dinlenmesi kararı tarihi bir aşama… Nasıl bir eşikteyiz?
Türkiye için tarihi önemde bir süreçten geçiyoruz. Kürt sorunu yüz yıllık bir sorun. Geçmişte devlet ve devletin içinde önemli kişiler; başbakanlar, genelkurmay başkanları, bazı komutanlar bu konuda adım atmaya çalıştılar ve her seferinde akamete uğradı. Turgut Özal uğraştı, Süleyman Demirel uğraştı. Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz ve birçok başbakan bu konuyu çözmek için gayret sarfetti. Daha sonrasında birinci çözüm sürecini yaşadık ve bugün geldiğimiz nokta çok önemli.
- Bugünün önemi nereden kaynaklanıyor?
Çünkü geçmişte birtakım hassasiyetleri ortaya koyan toplum kesimlerinin sözcüsü ve Türk milliyetçiliğinin sembol ismi olan Sayın Devlet Bahçeli başlattı bu süreci. Kürt sorununu Türkiye’de ancak Türkler çözebilir.
- Neden Türkler çözer?
Türkleri ikna ederseniz Kürt sorununu çözmek çok daha kolaydır. Sorunun çözülmesi konusunda geçmişte bazı toplum kesimlerinin direnci vardı. Şimdi o direnci gösterenlerden bir tanesi süreci sahiplendi. Şu anda sürece karşı çıkan İyi Parti ve Zafer Partisi çevresi gibi çok küçük bir kesim kaldı. Süreç bir yıl önce Ortadoğu’daki İsrail saldırısı sonrasında gelişen olaylar ile başladı ve bugün bir yere geldik.
- Bu sürecin bir tarafında Ortadoğu’daki dengeler, yeni konjonktürel süreç var. Siz 2014’te Başbakan Başdanışmanı idiniz. 2013-2015 süreci bir iktidar projesiydi. Bugünkü ise bir devlet projesi olarak ortada duruyor. O gün ve bugün arasındaki fark nedir?
Temel fark o gün ki muhalif kanadın şu anda yürüten, başı çeken konumunda olması. İkinci olarak; o dönemin çözüm süreci çok fazla dış destek görmedi, hatta bana göre kösteklendi. Bugün ise uluslararası konjonktür ve bölgesel konjonktür şu anda sorunun çözülmesi yönünde.
- İki dönem açısından ne tür konjonktürel farklılıklar var?
2013-2015, Arap Baharı’nın Arap dünyasını kasıp kavurduğu, bölünmelerin, IŞİD, El Kaide gibi farklı terör örgütlerinin ortaya çıktığı, Ortadoğu coğrafyasının hercümerç olduğu bir dönemdi. Şimdi ise her açıdan durum farklı. Örgütün lideri tabiri caizse bu sürece gövdesini koydu ve örgüt de buna uydu. En önemli sebeplerden birisi de silahlı çatışmayı devam ettirmenin pratik bir kazancı kalmaması. Türkiye’de anadil ve kültürel haklar konusu demokratik yollarla halledilebilecek bir konu. Silah artık bunu engelleyen bir pozisyona geldi. İkinci olarak bölgesel dengeler de değişti. Artık bölgede devlet dışı aktör istenmiyor ve Hamas, Hizbullah gibi devlet dışı aktörler tasfiye ediliyor. PKK’nin de SDG ile entegre olması isteniyor. Müstakil kalmasını istemiyorlar. Aynı şekilde Irak’ta Haşdi Şabi de devlet güvenlik güçlerine entegre olmak zorunda.
- Ahmet Şara Amerika’ya gitti ve görüştü. Türkiye Mazlum Abdi ile neden görüşmüyor?
Ahmet Şara bir yıl içinde Beyaz Saray’a kadar çıkabildi. Ortadoğu’da her şey çok çabuk değişiyor ve yeni şartları okuyup ona göre davranmak gerekiyor. Türkiye’nin bunu iyi okuması ve Suriye’de tehdit dilini bırakıp diplomasiyi öne çıkarması gerekiyor. Mazlum Abdi’nin ve diğer üst düzey SDG’lilerin Türkiye’ye gelmeleri ve görüşülmesi gerekiyor. Entegrasyon için adem-i merkeziyetçilik anahtar kelimedir. Özellikle iç savaş geçirmiş toplumlarda katı, merkezi, tekçi yönetim kurmanın mümkün olmadığı ortadadır. Tarafların anlaşacağı bir adem-i merkeziyetçi model üzerinde konuşulabilir. Türkiye’nin bu görüşmeleri en kısa zamanda yapması gerekiyor.
- Abdullah Öcalan’ın ‘Barış, Demokratik Toplum ve Entegrasyon yasaları’ çözüm paradigması ile Bahçeli’nin de başını çektiği süreç bugün itibariyle bir noktaya geldi mi?
Önemli bir kavşağa geldi. Olay şu: Silah bırakanların Türkiye’ye gelmesini istediğiniz örgütün bunu yaptırma gücüne sahip olan liderini niye muhatap alıyoruz deniyor. Peki, kimi muhatap alacaksın? Rahmetli Sırrı Süreyya’nın söylediği bir şey vardı, “davacının ahmağı mübaşire anlatır derdini,” derdi. Konuşacaksan işin sahibi ile konuşacaksın. CHP’nin bu noktada tabanla alakalı sorunları oldu. Oysa şimdiye kadar iyi gidiyordu.
- CHP Kürt sorununun çözüm yeri parlamentodur derken, çözüm için taraf ve baş müzakereci olan devletin de görüşmeler gerçekleştirdiği İmralı’ya gitmiyor. Bu çelişki neden kaynaklandı?
Bence bir kısım seçmenin İYİ Parti ve Zafer Partisi’ne kayabileceği korkusuyla bu adımı atmaktan imtina ettiler. Türkiye şu anda bir tarih yazıyor ve bu tarih yazımında CHP sürecin bir parçası olmalıydı ve olmalı. İki ileri, bir geri mehter yürüyüşüyle bu iş olmaz.
- CHP’nin İmralı’ya gitmemesi Türkiye’nin geleceği ve dönüm noktasında siyaseten nasıl sonuçlar doğurur?
Bu karardan itibaren bence Kürtlerle arasında bir gönül kırıklığı ortaya çıktı. Özellikle bu sosyal medyada çok net görülüyor.
- Bu bir seçim stratejisi mi?
Onu bilmiyorum. Ama yaptıkları şeyin Ekrem İmamoğlu’nun açılım politikasını öldürmek olduğunu söyleyebilirim.
- Ekrem İmamoğlu İstanbul seçimlerinde Kürtlerin desteğini alarak belediye başkanı oldu. Bu sanki unutulmuş gibi mi davranılıyor. Söylem değil cesur adımlar gerekmiyor mu?
Onu diyorum. Ekrem İmamoğlu’nun bütün geniş kitlelere açılma siyaseti burada durdurulmuş oldu bir anlamda. O açıdan da yanlış oldu. Kürtlerin Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul zaferinde büyük payı var. Şunu da hatırlayalım: 2023’teki Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’nin yüzde 10-12 oy aldığı Diyarbakır’da Kılıçdaroğlu yüzde 70’in üstünde oy aldı. Bütün bunları düşünürsek CHP’nin o açılım politikasında bunun bir geri adım olduğunu söyleyebiliriz. Tabi bu CHP’nin iç sorunu.
- Şöyle bir görüş var. CHP’nin soldan tekçi, ulusalcı, milliyetçi bir sağ çizgiye kaydığı yönünde… CHP Kürt sorununun çözümünde elini taşın altına koyup bunun telafisi yoluna gider mi?
Ben o kadar ileri götürmek istemiyorum. Bir süre sonra bunun yanlış olduğunu görebilirler ve sürece desteği sürdüreceklerini, masada da kalacaklarını düşünüyorum. Şu anda mevcut kitlesini kaybımız olmasın diye konsolide etmeye çalışıyorlar çünkü bir kesimde “adaya gidilirse oy kaybederiz” diye bir kabul var. Bundan dolayı imtina ettiklerini düşünüyorum. Ancak CHP’nin mevcut yapının konsolidasyonuyla yetinmesi aslında iktidar yürüyüşünde bir duraksama olarak düşünülebilir.
- Bu tarihi dönemeçte ve yüzyıllık Kürt sorununun çözümü konusunda cesur adımların atılması gerekiyor. Siyasetçilerin bu adımları attığını düşünüyor musunuz?
Düşünmüyorum açıkçası. Bu konuda elbette ki süreci başlatan ve sürükleyen Sayın Bahçeli… DEM Parti açık ve net destek veriyor tabii olarak. Ancak iktidar kanadından yani AK Parti’den gerekli adımları ve tavrı çok fazla görmüyoruz. Ta ki şu son ana, İmralı ziyaretine kadar. Onu da istemeyerek yaptıklarını düşünüyorum.
- Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP’de nasıl bir psikoloji ve strateji var?
Tayyip Erdoğan da AK Parti de “bu süreçte biz oy kaybedebiliriz” cephesinden bakıyor. Dolayısıyla “biz daha temkinli, yavaş gidelim,” düşüncesi var. Ama Sayın Bahçeli “ben giderim,” çıkışıyla AK Parti’yi üye vermeye mecbur etti.
- AKP’deki aşırı temkinin arka planı nedir?
Bu aşırı temkinin arka planı önceki süreçte oy kaybetmesi… Ama böyle bir sorunun çözümü için daha fazla sorumluluk almaları gerekir. Sonuçta Türkiye’yi yöneten bir parti. “Süreç var ama demokratikleşme yok” görüşüne karşı özellikle şunu da söyleyeyim; silahın aradan çıkması demokratikleşmeyi hızlandıracak en önemli etkendir.
- Çatışma çözümlerinde dünya örneklerine baktığımızda en son olan en başa alındı.
Silahlar aradan çıktıktan sonra konuşulmayacak hiçbir konu yok ve demokratikleşmeyi engelleyecek bir zemin kalmayacak. Bence Erdoğan’ın direnmesinin altında biraz da bu var. Erdoğan Türkiye’yi Putin gibi yönetemez artık.
- Peki gerçekten demokratik Türkiye mi? Yoksa otoriterliğin içerisinde kısmen de olsa azıcık demokratikleşme mi? Bütün direnç buradan mı?
Türkiye’de otoriterleşmenin en temel gerekçesi terör ve bölücülüktür. 1925’teki Takriri Sükûn kanunundan beri Türkiye’deki darbelere, sıkıyönetimlere, bütün olağanüstü hal rejimlerine bakın, hepsinde gerekçeler aşağı beş yukarı aynıdır, sadece şekli değişmiştir. Biraz bölücü terör, biraz sol terör, biraz aşırı sağ, biraz aşırı dinci terör vs… Ama son tahlilde hep bir gerekçe olmuştur.
- PKK’nin silah bırakmasından kimler rahatsız?
Gizli ya da açık olarak şiddetten beslenenler. Silah olmadığında Türkiye’de argümanları kalmayacak. Çünkü Türkiye’de terörün devam etmesi ayrı bir ekonomi oluşturuyor.
- Bir savaş rantından bahsediyorsunuz?
Evet, o ekonominin de parçası var ve direniyorlar. Türkiye’de Kürt sorununun çözülmesi demokrasinin anahtarıdır. Bu sorun silahlar ortadan kalktıktan sonra anadil ve vatandaşlık üzerinde yapılacak birkaç Anayasal değişiklikle hal yoluna girebilir. Ondan sonra Türkiye’de otoriter bir rejim için hangi gerekçeyi kullanabilirsiniz? Gerekçeler ortadan kalkacak. Bence korku buradan geliyor. Batı’da bu konuda bir güvensizlik var ve henüz devam ediyor.
- Barış ve demokratikleşme için hukukun işletilmesi, yasaların çıkarılması… Oluşan o güvensizliğin nedeni atılmayan yasal adımlara dayanmıyor mu? Bunun sorumluluğu da yürütmede değil mi?
AK Parti’ye eleştirim de bu yasaların çıkmasındaki gecikmedir. Örgüt mensuplarının Türkiye’ye dönüşünü sağlayacak eve dönüş ve entegrasyon yasalarının hızla çıkması gerekiyor. İnsanlar gördüğüne inanır. Dolayısıyla mesele silah bırakanların ülkeye dönmesi ve demokratik siyasete katılması. Bu olduğu takdirde artık insanlar gerçekten inanacaklar. AK Parti’nin ayak sürmesini şiddetle eleştiriyorum. 11 Temmuz’dan sonra yasalar çıksaydı, silah bırakanları peyderpey ülkeye alsalardı bugün İmralı’ya gidiş bu kadar kriz doğurmazdı. Hiç kriz doğurmazdı hatta.
- Çıkan krizlerin asıl nedeni nedir? Sorumluluğu kimdedir?
AK Parti süreci sahiplenemiyor. Bir tek Cumhurbaşkanı birkaç konuşmasında süreci sahiplendi. Ama parti olarak süreci halka anlatma konusunda hala çekingen davranıyorlar.
- AKP’nin içerisinde çözümü isteyenler ve istemeyenler diye nasıl bir ayrışma söz konusu?
2016 sonrasında, aşağı yukarı 8 yıl süre ile AK Parti içinde cumhurbaşkanı ve bakanların söylemleriyle teröre karşı olma adı altında sürekli olarak bir milliyetçilik pompalandı.
- İslami siyaset, muhafazakârlık gitti milliyetçiliğe mi döndü?
Profil değişti. AK Parti’nin milletvekili profili de bizim 2015’te seçilenlere göre çok farklı şu anda. Daha milliyetçi, daha otoriterliği kabullenebilir kişiler. Bu insanların birden viraj alması kolay olmuyor. Cumhurbaşkanı zaten kişisel olarak aşırı pragmatik bir insan olduğu için burada viraj alması gerektiğini fark etti ve aldı. Ancak aşağısı Kruvazör gemisi gibi böyle hemen dönemiyor. Özellikle teşkilatta ve milletvekili kadrosundaki bu aşırı milliyetçileşme, süreci sahiplenme ve destek konusunda AK Parti’yi biraz daha frenliyor. Aşırı temkinliliğin altında bu 8 senelik aşırı milliyetçileşme ve otoriterleşme bombardımanının etkisi var. Bunun yavaş yavaş kırılması gerekiyor.
- Kürtlerle neden empati kurulamıyor?
Yüzyıllık korkuların etkisi var empati kuramamada. 1925’ten itibaren devlet Kürtlere karşı bir dil pompalamış. İnsanlar birbirini tanıdıkça bu ortadan kalkıyor. Kürtlerin büyük ölçüde batıya gelmeleri, batıda Türklerle beraber iç içe yaşamaları bunu hızlandırdı bir miktar. Ama bu yüzyıllık korkular, bölünme korkusu var hala insanlarda. Kosova’daki bir Türk’ün dilini öğrenmesi gerektiğini söylüyor. Ama burada bir Kürt’ün dilini öğrenmesine engel olmak istiyor. Otoriter rejimden kaynaklanan bir şey empati yoksunluğu. Türkiye demokratikleştikçe empati yeteneği artar.
- Medyaya ve siyasete baktığımızda, dilde halen bir nefret söylemi var. Çözüme ve barışa doğru değişmiyor. Irkçı dilin de birçok alanda hâkim olduğunu görebiliyoruz. Bunun değişmesi gerekmiyor mu? Bu değişim nasıl olacak?
Bazı televizyonlarda farklı seslerin aynı programda konuşması bile mümkün değil şu anda. Televizyonlarda farklı görüşteki siyasetçilerin, gazetecilerin bir araya gelip tartışması gerekiyor. Ama aşırı bir trolleşme ve holiganlaşma var maalesef. Bu aşırı trolleşme ve holiganlaşma sadece gazetecilerde, medya mensuplarında da olmuyor. Meclis’e bakıyorsun orada da var. Son tahlilde insanların hazım kapasitesinin artırılması gerekiyor. Ben Sünni bir Türk’üm ve doğup büyüdüğüm bölgede bir Kürt arkadaşım bile olmadı. Ama Kürt meselesinde elini taşın altına koyuyorum. Çünkü orada çalıştığım insanları gördüm, empati yapabiliyorum. Bu sadece Kürt sorunu açısından da değil. Türkiye’deki farklılıkların zenginlik olarak anlaşıldığı yeni bir Türkiye için çalışmalıyız.
- Kürtlerin dillerini, kimliklerini, kültürlerini yaşamak için, var olmak için verdiği mücadeleye baktığınızda nasıl bir empati kuruyorsunuz?
90’lı yıllarda yaşananları düşünürsek, o ortamdaki insanların psikolojilerinin nasıl zor durumda bırakıldığını tahmin edebiliyorum. Bu ülkede bu kadar kavgaya, gürültüye sebep olmadan birbirimizle güzel yaşayabiliriz. Geldiğimiz noktada artık insanların ölmediği, sabah evinden çıkıp kör kurşunla öldürülmediği, barış içinde yaşadığı, tweet attığı ya da herhangi bir konuda görüşünü beyan ettiği için de savcıyla yüz yüze gelmek zorunda kalmadığı daha özgürlükçü bir Türkiye hayal ediyorum. Bulunduğum yerde bunun için çalışıyorum. Yeni Türkiye’de Türkler ve Kürtler el ele daha çok, daha güzel şeyler yapabilecekler.
- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çözüm başlıklarında nasıl bir paradigma görüyorsunuz?
Demokratik bir Türkiye istediğini söylüyor. Bölge için de demokrasi istediğini söylüyor. Ortadoğu’da sınırların değişmesi kan ve gözyaşı getirir. Ama bu sınırları muhafaza ederek sınırları anlamsız hale getirebiliriz. Yani Türkiye ve Suriye’deki Türkler, Kürtler, Araplar ve diğer halklar ve kimlikler birbirleriyle kültürel ve ekonomik olarak geçişkenlik içinde olacak. Son tahlilde biz niye Ortadoğu’da sınırları anlamsızlaştıracak, ekonomik ve kültürel geçişkenliği artıracak yeni bir model kurmayalım? Bence yapılması gereken bu. Bu bölgesel barışı da sağlayacaktır.
- Komisyonun Abdullah Öcalan’la yapacağı görüşme ne tür yeni sonuçlar doğurur?
Komisyonun görüşmesinden sonra Abdullah Öcalan’ın iletişim imkânları arttırılır diye tahmin ediyorum. İmralı’ya gitmek diye bir tabu ortadan kalkar. Daha hızlı adımların atılması da sağlanmalıdır.
- Devlet Bahçeli İmralı’ya ben giderim dedikten sonra siz de bireysel olarak bir çıkış yaptınız ve Bahçeli ile ben de giderim dediniz, neden?
Bir riskse bu, o riski ben de almaya hazırım. Yeter ki barış olsun. Bunu diğer siyasetçiler de yaptığında vatandaş bu anlamda siyasetçiye bakar. Siyasetçi risk almıyorsa vatandaş niye destek olsun? Vatandaşın bakış açısı siyasetçinin risk aldığını görünce değişebilir. Şimdi AK Parti’nin risk aldığını gördünüz mü? Görmediniz. AK Partili siyasetçiler konuşmaktan korkuyor. Cumhurbaşkanı haricinde kimse konuşmuyor. Böyle bir süreç yürütülmez. Konuşmaları lazım. Konuşacaklar. Hele de bu İmralı görüşmesi sonrasında sahaya inip konuşmaları gerek. Ama bence ilk yapılması gereken, bir an önce mümkünse bütçe görüşmeleri başlamadan Meclis’te yasaların çıkarılması. O yasaların verdiği psikolojik etkiyle ve yurt dışından gelişlerin başlamasıyla bunu rahatlıkla topluma anlatabilirler.
- Neyi bekliyorlar o zaman?
AK Parti 8 yıl boyunca öyle inanılmaz bir ideolojik pompalamada bulundu ki milletvekillerinin de viraj alması kolay değil. Herkes Erdoğan kadar esneklik gösteremiyor. Dolayısıyla burada bir yavaşlık görüyoruz. Eğer Sayın Erdoğan bunu yaparsa, el koyarsa, gidin anlatın derse ve zorlarsa eninde sonunda bu olur. Ama bütçeden sonra ocak içinde artık bu işe başlamaları gerekiyor.
- Bu aşamada iç dış provokasyonlara karşı nasıl bir dil kullanmak gerekiyor?
Bir kere burada herkesin diline dikkat etmesi gerekiyor. Kürt kamuoyunu da Türk kamuoyunu da rencide edecek söylemlerden kaçınmak gerekiyor. Özellikle siyasetçilerin sorumluluğu bu. İkincisi olarak Türkiye’nin şiddetin ortadan kalktığı ve demokratikleşmenin önünün açıldığı bir iklime doğru gittiğini görerek bunun pozitif anlamda da toplumda konuşulmasını sağlamak gerekiyor. Siyasetçilerin de bu pozitif gündemi artırmaları gerekiyor. Yani konuşurken pozitif gündemle konuşmamız lazım. Son olarak siyaset alanında CHP’nin yeniden aktif olarak sürece destek olması, süreç konusunda daha dikkatli dil kullanılmasında fayda var. CHP’nin de süreçte olması bence çok çok önemli.
- Yeni Yol Grubu hem çekimser kalıp sonrada adaya gitmeme kararı aldı, neden?
Grubun bu kararını eleştiriyorum. Gidilmesi yönünde açıkça görüş bildirdim, “kimse gitmezse ben giderim” dedim. Bunu rağmen Grubun yani üç Genel Başkanın ortak kararı gidilmemesi yönünde çıktı. Bu karar benim de fikrimin aleyhine çıkmıştır. Ben daha fazla yorum yapmak istemiyorum.
- Kani Torun’un derdi nedir?
Bugün dünyada büyük bir değişim yaşanıyor. Umutlu olmamız gerekiyor. Bütün insanlara insan olarak bakmalıyız. Kutsallık aranıyorsa kutsallık devlette, kişilerde değil, insandadır. Biz insanın mutluluğu için çalışmalıyız. İnsanların özgürlüğünü kullanabildiği bir ülke bırakmak için elimizden geleni yapmalıyız.









