“Sosyalizm olmaksızın özgürlük ayrıcalık ve haksızlıktır. Özgürlük olmaksızın sosyalizm kölelik ve şiddettir.”
Bakunin
Anarşizm ve Marksizm benzer gelecek tasavvurlarına sahip iki yıkıcı düşünsel akımdır. İki akım da varolan sistemi ya da kapitalizmi yıkmayı hedefler ve geleceğin ancak kitlelerin yıkıcı eylemiyle gerçekleşeceğini savunur. Özgürlük ve eşitliğin sadece mücadele ile kazanılabileceğini ileri sürer. Özgürlüğün ve eşitliğin ontolojik bir içerik taşıdığını savunur. İnsanın insan tarafından sömürülmesi ve tahakküm altına alınmasını şiddetle reddeden iki hareket, sıradan insanların yaratıcı yıkıcılığından beslenir ve şekillenir.
Devletsiz bir toplum hayali iki harekete de yol gösterir. Toplumsal otoriteyi, baskı, iktidarı ve hiyerarşiyi ortadan kaldırmak iki akımında hedefidir.
Bir başka Alemi yaratmak arzular ve bu alemin aşağıdan yaratılacak bir çabanın ya da kavganın eseri olduğu bilinir. Özelikle devrimci Anarşizm ve Anarko- sendikalizmle Marksist yapıların sınıflar mücadelesi tarihi içinde bilinin ötesinde ciddi yakınlıkları doğmuştur. Aynı barikatların arkasında ve aynı siperlerde düşmana, sermayeye ve faşizme karşı direnilmiştir.
Kara ve Kızıl bayraklar aynı saflarda dalgalanmıştır. Bazen Kızıl Karaya, bazen de Kara Kızıla dönüşmüştür.
Barikatların arkasında
1. Enternasyonal’in kuruluş dönemi (1864) ve ilk faaliyetlerinde iki akımın birlikte hareket ettiği görülür. “İşçilerin kurtuluşu kendi eseri ya da bizzat işçilerin eseri olacaktır” şiarı iki kolektivist çizgiyi bir araya getirmiştir. Bu ittifak bir müddet oldukça etkin yürütülür.
Ardından 1871 Paris Komünü bir infilak etkisi yaratır. Başka bir alem yaratmanın somut bir adımı olur. Tarihte ilk defa sıradan işçiler ve insanlar iktidarı fethederler. Komün Bütün İktidar Halka şiarının somutlandığı bir pratik olarak dikkat çeker. Komünarlar ağırlıkta Bakuninist ve Blanquist eğilimliydi. İçlerinde birkaç I. Enternasyol’e bağlı Marksist bulunuyordu. 72 gün başka bir dünya ve hayatın inşası için büyük ama pratik adımlar atıldı. Özgürlük gerçek manada soluk alıp verildi. Devrim aslında özgürlüğün soluk alıp vermesinden başka bir şey değildi. Yoldaşlık ve alternatif yaşam hayatın içinde ve barikatların arkasında örüldü. Komün Anarşistlerin ve Marksistlerin yoldaşlaşma pratiği olarak iz bırakacaktı.
1917 Ekim Devrimi bir manada Paris Komünü geleneğinin bir devamı ve Komün pratiğinin eleştirilerek, aşılmasıydı. Bolşevikler modern zamanların en büyük hayalperestleri ve sınıf devrimcileri olarak sınıfın yıkıcı gücünü kristalize ettiler. Tüm ezilenleri işçi sınıfın sosyal anaforunda birleştirmeyi başardılar.
Bu deneyimi en iyi anlayan ve Bolşeviklere destek verecek devrimci çizgiler Sol Sosyalist Devrimciler ve Anarko -komünistler oldu. Lenin’in Devlet İhtilal çalışması ve aynı çalışmada özgürlükle devlet arasındaki paradoksa ilişkin vurguları Anarşistleri etkileyecekti. Çalışma Lenin’in devlet analizinde liberter düşüncelere yakınlaştığı bir çalışma olarak değerlendirilebilir. Anarşistler Rus Devrimi’nde sayıca az olmalarına karşın etkin bir siyasal oluşum olarak dikkat çekiyorlardı. Örneğin Mahnovist deneyim son derece önemli bir pratikti. 1921 yılı Ekim Devrimi için kritik bir momentum oldu. X. Kongre kararları, Sovyetlerin tasfiyesi, Kronstadt Ayaklanması’nın bastırılması, Mahnovist hareketin etkisizleştirilmesi, Avangard Hareketin tasfiyesi devrimin diyalektiğinin donduğunun göstergeleri oldu. Aynı konjonktür devrimin gökkuşağının kaybedilmesi anlamına gelecekti. Devrimin Kara rengi de aynı konjonktürde yok olacaktı.
İspanya İç Savaşı (1936 – 1939), Kara ve Kızıl yıldızın fiili yoldaşlığını yaratan bir deneyim olarak önem taşıdı. CNT VE FAI pratiği ve İç Savaş sürecinde Anarşist militanların savaşçı ruhu göz dolduracaktı. CNT ve FAI Anarko- sendikalist deneyim olarak muhteşem bir pratikti. İç savaşta işçi sınıfın devrimci ruhu CNT ve FAI’de somutlandı desek abartı olmaz. Devrimci Anarşist önderler B. Durruti ve Ascosa efsane kimliklerdi. Sınıflar mücadelesinin olağanüstülüğü ve yarattığı zenginlik, ilk yıl siper yoldaşlığını yaratırken, bir dönem sonra reel politikanın soğukluğu kardeşlik ve yoldaşlık yerine tasfiye bıraktı. İç savaşta yenilginin zeminleri aslında 1937 yılına dayanmaktadır. Sovyetler Birliği’nin jeo-politik yönelimleri, enternasyonalizm dışı tutumu, İKP’nin pro-sovyetik yaklaşımları bir trajedinin kapılarını araladı. CNT VE FAI’nin fiilen etkisizleştirilmesi, milislerin silahsızlandırılması ve POUM’un tasfiyesi trajediyi yaratan başlıca faktörlerdi.
Son küresel yoldaşlık pratiği 1968 Küresel isyan hareketi olarak ele alınabilir.
Aslında bütün bu pratikler Anarşist hareketle Marksist hareketin sınıf mücadelesinin sıcaklığında ortak mücadele yürüttüklerini, özgürlüğe tutkuyla bağlandıklarını ortaya koymaktadır. Kara ve Kızılın kalbi özgürlük için atar. Otoriteden ve tahakkümden nefret varoluşlarını besler. Fakat iki akımın özgürlüğe ulaşma yolları ve yöntemleri farklıdır. Düşünsel sistematikleri her ne kadar karşı koyma ve efendiliği reddetme ve mevcut düzeni yıkma üzerinden şekillenmişse de (birbirinden çok uzak olmasa da) ayrı kozmoslara sahiptirler.
Devlet karşıtlığı ve devlete bakış
Anarşist düşünce ile Marksizm arasında en büyük çelişki ve anlaşmazlık devleti ele alış ve devlete bakış üzerinedir. Devletin doğası, özü, işlevi ve geleceği konusunda ciddi fikir ayrılıkları vardır. Bu konuyu otorite karşıtlığı izler. Anarşistler için otorite özgürlüğe taammüden saldırıdır ve itaati koşullar. İtaat ise insanı alçaltır ve kendi üstünde bir efendi yaratmasına yol açar. Bu farklılıkları örgüte, hiyerarşiye yaklaşım, eşitlik ve özgürlük ilişkisine/diyalektiğine ve gelecek topluma bakış izler.
Anarşizm için devlet radikal kötülüğün cisimleşmiş halidir. Devlet, mülkiyet ve otorite karşıtlığı Anarşist düşüncenin ruhunu belirler. Aslında bu üç olgu birbirini besleyen ve şekillendiren içeriktedir. Özgürlüğün önünde temel engelin egemenlik olduğu vurgulanır. Özgürlüğün merkezi devletin tasfiyesiyle gerçekleşeceğini savunan Anarşizm, sermayeyi yaratanında devlet olduğunu ileri sürer ve devletin hızla ve önce ortadan kaldırılması gerekliliği üzerinde durur. Devletsiz bir sermaye düzeni, yok olmaya mahkumdur ve böylece anarşist- devletsiz bir toplumun nesnel zeminleri ortaya çıkar.
Sosyal devrimle doğrudan devletsiz, özgür ve gönüllü birlikteliğe dayalı bir toplum hedeflenir. Her şeyden önce yıkmak, devleti yıkmak esastır. Bu yıkma eylemi yaratıcı bir eylemdir ve özgürlüğü koşullar. Merkezi otoriteyi temsil eden devlet yerine yerelliğin zenginliğine dayanan, dikey ilişkiyi reddeden Anarşistler gönüllü birliği ve yatay ilişkileri esas alır ve doğrudan demokrasiyi hedeflerler.
Tanrı, devlet, mülkiyet ve efendiliği reddeden Anarşizm bu kavramaların aynı kökten geldiğini ve birbirini besleyip, ürettiğini ileri sürer. Bakunin; Tanrının kölesi olan insan, kilise ve devletinde kölesi olacaktır diye alt çizer. Anarşizm devletin doğasını sömürü, köleleştirme ve baskı olarak belirtir. Devletin baskı, otorite ve tahakkümün konsantre ve kurumsallaşmış hali olduğunu ileri süren akım, devletin biçimsel değişikliğini köleliğin biçim değiştirmesi olarak görür. Devleti sorunun sonucu değil, sorunun kendisi ve nedeni olarak ele alır. Devletin ahlaki ve felsefi hiçbir meşruluğunun olmadığı ileri sürer. Bu yaklaşımla devlet ve devlet biçimlerinin bütününü karşıdırlar. Sosyalizme geçiş süreci/ geçiş aşamasında proleter devlet perspektifinin yeni egemen sınıf yaratmaktan başka bir anlama geldiğini belirtirler. Bakunin, bu sürecin yeni bir zorbalık yaratacağına sözler.
Proudhon için devlet ekonomik ve politik eşitsizliğin kaynağıdır ve egemenlerin gerçek manada bir zırhı olarak işlev görür.
Marksizm ve devlet
Marksist düşüncede devlet analizi stratejik bir içeriktedir. Kapsamlı ve katmanlı bir şekilde incelenir. En başta ve ayrıştırıcı olarak devlet tarihsel ve sınıfsal bir olgu olarak ele alınır. Devlet ezeli ve ebedi yapı değildir. Sınıflı toplumların bir ürünüdür. Üretim araçları üzerinde özel mülkiyet ve bunun doğal sonucu itibariyle sınıfların ortaya çıkması ve sınıflar arasında çelişkilerin uzlaşmazlığı devleti yaratan temel olgulardır.
Devletin kökü işbölümüne ve bunun yarattığı yabancılaşmaya dayanır. Buradan bir arkeoloji daha yapmak gerekirse kadının tarihsel yenilgisi ve erkeğin kadın üzerindeki tahakkümü ve kafa ve kol emeğinin ayrışması devletin ilk kökleri olarak değerlendirilebilir. Devlet ortaya çıkmasıyla birlikte sınıf savaşlarının en önemli aygıtı olarak işlev görür. Özünde sınıf tahakkümüne dayanır ve bu tahakkümün sürekliliğini sağlar. Bu manada tarih boyunca egemenlerin baskı aygıtı olarak işlev görmüş, zorun ve rızanın konsantre aygıtı olarak şekillenmiştir. Modern devlet sürekli bir karşı devrim odağı olarak hareket eder. Devlet hem zor aygıtlarıyla, hem de rıza imalatını sağlayan ideolojik aygıtlarıyla sınıf mücadelesini şekillendirir ve sermaye birikiminin güvenliğini sağlar. Artı- değer sömürüsünü sürekli kılmak, sermaye birikiminin sürekliliğini sağlamak devletin temel mükellefiyetidir. Kapitalist devletin ayrıştırıcı noktası kompleks yapısıyla emeğin emek gücü olmasını sağlamak, bu noktada emeği, piyasada satılması için “özgürleştirmek” ve bunun yanında emeği üretim araçlarından rijit bir şekilde uzaklaştırmaktır. Bu manada burjuvazi için devletin varlığı ontolojiktir. Burjuvazi varlığını devlete borçludur. Devletsiz varolamaz.
Marksizm devlet karşıtlığı ve düşmanlığıyla Anarşist düşünceyle yakınlaşır. Aynı şekilde devleti yıkmak ve parçalama düşüncesiyle de Anarşizmle birleşirler. Ne var ki bu yıkma eylemi bir anti- kapitalist kopuşun başlangıcıdır. Devletin yıkılması devrim için vazgeçilmezdir ama asıl devrim ondan sonra başlar.
Proletarya kapitalist devleti paramparça eder ve geleceğin inşasına girişir. Marx ancak proletaryanın gerçekleştireceği sosyal devrimle sınıflı toplumların ya da yüzyılların pisliği temizlenebilir der. Yani iktidarın fethedilmesi sadece devletin yıkılmasını ifade etmez başka bir alemi yaratma faaliyetini ve onun öznesini işaretler.
Bunun yanında Marksizmin özü gereği praksise dayanır ve devrimci bir sistematiktir. Ve devrimci bir programla hareket eder ve maddi gücün ancak maddi bir güçle yenilebileceğini bilir. Felsefi komünizmden ya da başka bir ifadeyle Alman ideolojisinin başka bir versiyonundan Marksizmi ayıran temel özellik budur. Proletaryaya yüklediği devrimci öznelik aslında teori ve pratiğin rezonansını ifade eder ve dünyayı değiştirmeyi esas aldığını ortaya koyar. Bu manada yüksek bir soyutlamayla kapitalizmin nasıl ortaya çıktığını, işleyiş yasalarını, ruhunu, çelişkilerini, krizleri ve kriz dinamiklerini ve nasıl yıkılacağını ortaya koyar. Marx’ın Kapital çalışmaları bu yöndeki muazzam bir çabayı ifade eder. Aynı çalışmalar bir başka yorumla sınıf mücadelesinin ritmini anlatan içeriğe sahiptir ve proletarya için olağanüstü bir entelektüel silahtır.
Son alt çizme proletarya diktatörlüğüne ilişkin vurgu olabilir. Anarşizm, devlete soyut ve skolastik yaklaşımından kaynaklanan nedenlerle, proletarya diktatörlüğünü yeni bir zorbalık ve yeni bir egemen sınıf doğurduğunu ileri sürerek sert bir şekilde eleştirir. Aslında 1848 Devrimleri, 1871 Paris Komünü, 1917 Ekim Devrimi, 1936 İspanya İç Savaşı ve Şili Allende deneyimi proletarya diktatörlüğünün ne kadar yaşamsal, devrimi korumak ve sürekliliği sağlamak için ne derece kritik olduğunu gösteren devrimci pratiklerdir. Proletarya diktatörlüğünün özü proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesidir. Ve proletaryanın geleceği inşa etmesini ifade eder. Karşı devrim için diktatörlük olan bu “devlet”, gerçek bir diyalektik olarak sönümlenen ve yok olan devlettir. Bunu gerçekleştirecek organlar Sovyet ve konseylerdir. Sovyet ve konseyler doğrudan demokrasi ve özyönetim yapılarıdır. Bu organlar devrimci süreçte ayaklanma organları ve alternatif bir yaşamı ören yapılarken, devrim sonrasında devletin sönümlenmesini ve devlet denen özgürlük düşmanı aygıtın tarihin çöplüğüne yollanmasını sağlar. Aynı zamanda sınıfın ilgasını sağlayan sınıfsız, devletsiz, sınırsız bir toplumu inşa eden yapılar olarak işlev görür. Kısaca ve özcesi Marksistlerin devletle ilişkisi (proletarya diktatörlüğü bağlamında) asimetriktir. Maalesef tarihsel deneyimlerimizde bu asimetriyi yaratamadık. Anarşizmin uyarıları gerçek oldu. Şartların öne çıkarılması ve eşitliğe önem verilirken özgürlüğün ortadan kaldırılması ve özellikle Sovyet kurumların çok erken tarihte tasfiyesi ve bir dizi faktör trajik çöküşleri yarattı. Fakat bu deneyimlerin bir başka önemi 21. yüzyılda ne yapmayacağımızı göstermesi açısından önem taşımaktadır.
Marksizm bu bakış açılarıyla Anarşist düşünceden ayrılır. Anarşist düşüncede devlet soyut hatta metafizik bir içeriktedir. Tarihsel ve sınıfsal bağlam görülmez. Biraz retorik, biraz da felsefi soyutlamalarla devlete ilişkin vurgular yapılır. Bir anlamda devlet, kötülüğün metafiziğidir. Bir anda devletin ortadan kaldırılmasıyla özgürlükler önündeki tüm engellerin yok olacağı savunulur. Programsızlığı sorunludur ve devrimci deneyimlerde ciddi riskler yaratmıştır. Devrim sonrası içinde programsızlık devam eder. Devrimci özne muğlak ve müphemdir. Anarşizmin kapitalizmin analizine yönelik bütünlükçü bir yaklaşımı yoktur hatta Marksizmden ciddi etkilenmiştir desek abartılı olmaz.
Ama şu vurguları yapmakta yerindedir: Anarşizmin özgürlük tutkusu ve özgürlüğe yönelik ısrarı ve devlet denilen Leviathan’la sürekli ve ilkeli mesafeli oluşları son derece kıymetlidir ve Marksizmin yeni devrimci pratiklerinde ihmal edilmemesi gereken yönlerdir. Yine geçiş devletine yaklaşımı ve eleştirileri erken uyarılar olarak dikkate alınabilir. Marksistlerin devletle kurduğu asimetrinin ne derece riskler taşıyabileceğini ortaya koymuşlardır.
Son sözü Marx’a bırakalım. Marx, Fransa’da İç savaş adlı çalışmasında; Paris Komününü devletin kendisine, toplumun bu doğaüstü yaratığına karşı yapılmış bir devrim olarak değerlendirir. Marx’ın devleti toplumun doğaüstü bir yaratığına benzetmesi önemlidir. Bir nevi modern Leviathan’a göndermeyi içerir.
Bütün devrimci komünistlerin unutmaması gereken şey devletin toplumun doğaüstü yaratığı olduğudur ve özgürlükle devletin hiçbir şartta bağdaşmayacağıdır…