İklim değişikliği, küresel bir sorun olduğu kadar aynı zamanda yerel bir sorun. Dünya devletleri küresel ortalama sıcaklık artışının 2 dereceyi aşmaması için farklı farklı senaryolar yapıp dururlarken aslında bizimle adeta dalga geçiyorlar. İklim değişikliği krizi genel olarak Türkiye kamuoyunda kutup ayıları, dünyanın farklı yerlerindeki kasırgalar ve kuraklıklar üzerinden biliniyor. Küresel ısınmanın en önemli etkileri deniz ekosisteminde ortaya çıkarken Türkiye’deki balıkçılar bu sürecin çoktan beri farkında aslında. Örneğin Marmara ve Karadeniz’de deniz sıcaklığındaki 1 derecelik artışla başta hamsi, uskumru, palamut gibi balıkların tamamen yok olacağının farkındalar. Bu nedenle Çanakkale’de termik santrallere, Mersin’de nükleer santrale ilk karşı çıkan balıkçılardı.
Son dönem farkındalıklar, toplumun büyük kesimini etkilemeye başladı. Aralık ayının sonuna yaklaşırken henüz yeterli yağışlarının olmaması ve havaların normalden 5-10 derece yukarıda seyrediyor olması nedeniyle iklim değişimi sorunu halkın önemli gündemlerinden biri oldu. İstanbul’da yeterli yağış alınamazsa ki öngörüler bu yönde! Gelecek yıl bir felaketle yüz yüze kalacağız. AKP iktidarı, 17 yıl boyunca yönettiği İstanbul’un 2071 yılına kadar su sorununun olmayacağını iddialı biçimde savunmuştu. Bugün ise Cumhurbaşkanı Erdoğan “Gelen haberler çok hayra alamet değil. İstanbul’da 3 ay gibi bir süre daha havalar böyle giderse, İstanbul susuzluğa doğru yürüyor” sözlerini söylerken CHP’li belediyenin düşeceği duruma seviniyor gibiydi.
AKP iktidarı Sakarya’nın Melen havzasını yok edecek olan Melen Barajı projesine güvenerek susuzluğa çare ürettiğini iddia ederken, Melen Barajı’nda ortaya çıkan çatlaklar barajın yıkılmasını gerektiriyor. Bu baraj projelendirildiğinde dönemin Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, İstanbul’un su havzalarının imara kurban edildiği eleştirilerine verdiği cevapta yok edilme sürecine sokulmuş olan Alibeyköy Barajı için ‘hiçbir kıymeti harbiyesi yok’ demişti. O kıymeti harbiyesi olmayan barajlar içine Sazlıgöl Barajı ve Durusu Barajı da eklendi. Kanal İstanbul için yok edilecek bu barajlar sonrası istediği kadar yağmur yağsın İstanbul’un su sorununun çözülmesi imkansız hale gelecek. Büyük bir su havzası olan Kuzey Ormanları; 3. Köprü, otoyol, 3. Havalimanı ve buna bağlı olarak yeni ortaya çıkan imar alanları ile işgal edilip katledildi. En son adım ise Kanal İstanbul ile atılmak istenirken İstanbul’un idam fermanı ilan edilmekte.
İklim değişiminin yaratacağı sonuçlar bugün can yakıcı biçimde Türkiye’de henüz hissedilmiyor. Ancak gelecek 5-10 yıl içinde Türkiye coğrafyasında çölleşmenin yaşanacağı, Marmara ve Trakya’nın daha da ısınarak, su havzalarının tamamen kurumaya başlayacağı belirtiliyor. Böyle bir dönem içinde ve açıkça görülen kısa vadeli sonuçları ortadayken iktidarın Kanal İstanbul projesini bugün ısrarlı biçimde gündemde tutmasının birçok nedeni olabilir. Bu nedenler içinde, Katar gibi körfez ülkelerinin zenginlerine satılmış olduğu ortaya çıkan bölge arazilerinin muhtemelen söz verilmiş olması nedeniyle acil olarak değerlenme sürecine sokulmak istenmesi olabilir. Bir diğeri ise dış politikada yaşanan daralmalar ve içeride yaşanan ekonomik krizin üstünün örtülmesine olan katkısıyla sürekli olarak gündemde tutulması gerekiyor da olabilir.
Benzer birçok neden sayılabilir ancak bu nedenler iktidarın bu projeyi yapmakta ısrar ettiği gerçeğini değiştirmez. Çünkü sermaye birikim sürecinde büyümeyi üretim odaklı değil, rant odaklı olarak sürdürmek istemesi ve buna uygun politikalar dışında bir ekonomi politikasının olmaması inşaat rantını en önemli yatırım alanı olarak öne çıkarmaktadır. Kime satılıp satılmayacağından çok projenin bir inşaat rant projesi olduğu açıkça ortada. Sonuçları ne olursa olsun kanalı satın alabilecek bir sermaye ortaya çıkarsa kanalı yapmaktan asla geri durmayacakları ise bugüne kadar yaptıklarına bakınca anlamak mümkün.
Kendi başına aciz duruma düşürülene indirilecek son darbe kapitalizm tarafından dünyaya vurulmak istenirken Türkiye’de ve İstanbul’da ise son darbeyi AKP iktidarı vurmaya hazırlanıyor. Darbe indirilmek istenen ise biz insanların ve diğer binlerce canlının yaşam hakkıdır. Dünyamız bugün acz içinde, ancak bu acizliğin nedeni kapitalizmin dünya üzerine yarattığı yok oluşa karşı direncin düşük olması. Farkına varılması gereken şey acz içinde olanın aslında kapitalizm olduğu gerçeğidir. Kapitalizmin yaşama vurmaya hazırlandığı son darbeleri geri püskürtüp, o son darbeyi ezilen halklar olarak kapitalizmin kalbine indirmek ve onu yeryüzünden silmek zorundayız. Başka bir yol maalesef yok…