Altın doğada en az bulunan minerallerden biridir. Dünyanın geniş bir bölümünde düşük yoğunluklarda bulunur. Yer kürenin tahminen milyonda birini teşkil eder. Altının meta değerini artıran nedenlerden biri, doğada az bulunmasıdır. İkincisi, zamanla bozulmamasıdır. Tarih, insanların altına olan isteklerinin yol açtığı savaşların ve serüvenlerin öyküleri ile doludur. Büyük uygarlıkların yükselişleri ve düşüşleri, sahip oldukları altın miktarının artması veya azalması ile doğru orantılıdır.
Avrupa kökenli batı medeniyeti Amerika’nın keşfinden sonra başlayan altın yağması ile yükselişe geçti. Ticari kapitalizmle birlikte küreselleşme, yani yeni kıtaların keşfi, insanların gidip oradaki malları yağmalaması, altın ve gümüşü, orada buldukları yeni bitkileri, hayvanları ve köle ticareti için insanları getirmeleri Avrupa’ya doğru bir servet akımı yarattı.
Altın ve kıymetli maden yağması sömürgecilik döneminde yoğun olarak sürdürüldü. Altına hücum, Amerika’dan Avusturalya’ya, Afrika’dan Asya’ya kadar dünyanın her yanına yayıldı. Kazanılmış servetlere el konulmasından, yerli halkların köle emeğinden yeraltı ve yerüstü servetlerin talanına kadar varan muazzam bir yağma sürdü. Sömürgecilik döneminin ardından gelen emperyalist dönemde ise, dünyanın yeniden paylaşılması için iki büyük savaş yapıldı.
Geçen yüzyılın sonlarında başlayan küreselleşme döneminde yeni bir altın yağmacılığı başladı. Bu kez yağmacılık savaşla, işgal ve ilhaklarla değil, dünyanın jandarmalığına soyunan ABD’nin kendi uluslararası stratejik çıkarları doğrultusunda geliştirdiği “uluslararası hukuk” kuralları doğrultusundaki yeni düzenlemeler etkili oldu. Bu bağlamda 1980’li yallarda globalleşeme söylemiyle başlayan küreselleşme döneminde dünyanın birçok ülkesinde madencilik yasalarında yeni düzenlemeler yapıldı. 1985’den günümüze kadar maden arama ve çıkarma yasası değiştirilen ülke sayısı 140’ı buldu.
Kamu harcamalarının kısıtlanması, vergi oranlarının düşürülmesi, finansal liberalleştirme, döviz kurlarının serbest bırakılması, ticaretin serbestleştirilmesi, kamu işletmelerinin özelleştirilmesi vb. dönüşümlerin yaygınlaştırılmasıyla başlayan küreselleşme, kapitalist emperyalist sistemin süregelen bunalımını aşmak için başlatıldı. Dünyayı yeniden biçimlendirmeye yönelik küreselleşme sürecinde sistemin geri birer uzantıları olan ülkelerin, “borç sarmalı, dış yardım ve yatırıma duyulan yaşamsal gereksinimleri”, emperyalistlerin işini kolaylaştırdı. Borç bunalımının aşılmasında Uluslararası Para Fonu (IMF), dış yatırımların kaydırılmasında Dünya Bankası, Uluslararası Finans Kurumu (IFC), bölgesel yatırım bankaları, Çok Taraflı Yatırım Garanti Anlaşması (MIGA) vb. kurum ve kuruluşlar, küresel kapitalizmin istemleri doğrultusunda bu ülkelerin yeniden yapılandırılmasını sağladı.
Türkiye’de küreselleşme sürecine uygun olarak 2004 yılında 3213 Sayılı Maden Yasası’nda köklü değişiklikler yapılarak kıymetli maden ve altın yağması ülke sathına yayıldı. Ormanlar, milli parklar, tabiat parkları, tabiatı koruma alanları, yeni ağaçlandırma alanları, zeytinlikler, meralar, kıyılar, tarım alanları maden işletmeciliğine açıldı. Kum-çakıl işletmeciliği, taş ocakları, tuğla toprağı çıkarılması, çimento hammaddelerinin işletilmesi, endüstriyel mineraller ve metalik madenlerin çıkarılması da madenciliğin kapsamına alındı. Böylelikle Türkiye’de yeraltı ve yerüstü servetleri ve bu arada altın yağması başladı.
Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) verilerine göre, dünya yüzeyinin yüzde 5’ inden fazlası korunan alan olarak ayrılmış; koruma konusunda duyarlı olan ülkelerde bu oran yüzde 10’lara kadar çıkıyor. Türkiye’de ise bu oran yüzde 1 düzeyinde. Bu nedenle çokuluslu yabancı maden şirketleri Türkiye’ye hücum ediyor. İşbirlikçi AKP iktidarı ve yerli burjuvazi bu yağmadan pay alıyor.
Uluslararası ticarette altın çok önemli bir yer tutar. Her ülkede elde edilen altının yüzde 60’ı devlet tarafından külçeler haline getirilerek saklanmasına o ülkenin “altın rezervi” adı verilmektedir. Bertrand Russel, bu durumu çarpıcı bir şekilde söyle ifade etmişti: “Altın Güney Afrika’da yerin altından yoğun çalışmalarla çıkarılıyor. Hırsızlığa ve soyguna karşı geniş güvenlik önlemleri altında taşınarak, New York ve Londra’da yine yerin altında çelik kasalara gömülüyor. Hiç çıkarılmasaydı ne değişirdi ki?”