Maraş katliamının diğer olumsuz yansımalarını bir yana bıraksak bile, demografik ve toplumsal zararlar bile bu katliamı ‘jenosit’ (soykırım) kapsamında değerlendirme tartışmasını haklı kılmaktadır
Engin Doğru
Maraş katliamı üzerine çok yazıldı, çok şey söylendi. Türkiye’de “Kara Maraş” olarak anılan bu katliam hakkında ne kadar söz edilirse edilsin acı hep var oldu ve hep yarım kalındı, bunun içinde Maraş’ın yarası hâlâ kanıyor. Çünkü Maraş katliamıyla doğru temelde yüzleşilmedi; hesaplaşma olmadı.
Açık söyleyelim: Koçgiri, Dersim, Maraş’ta yüzleşme ve hesaplaşma sağlanamadığı için bu topraklarda Çorum, Madımak, Gazi ve benzeri katliamlar yaşandı; hâlâ yeni tehlike ihtimalleri varlığını sürdürüyor. Daha üzücü olanı ise; doğru bir yüzleşme ve hesaplaşma sağlanamazsa, zihniyet değişimi ve demokratik bir toplum yaratılamazsa, yarın da benzer olaylar olacak, acılar yaşanacaktır.
Maraş katliamı yıldönümlerinde gazetelerde haber olur; devrimci ve özgür basında yazı dizileri hazırlanır, röportajlar yapılır, kurumlar basın açıklaması yapar; mümkünse Maraş’ta yürüyüş düzenlenmeye çalışılır. Peki, tüm bu çabalar “Kara Maraş’ı” anlamak, yeni Maraş tehlikelerini önlemek ve Maraş’ın sorunlarıyla hesaplaşmak için yeterli midir? Kesinlikle hayır.
Çünkü Maraş’ta her anlamda çok ağır bedeller ödenmiştir; bugün bile Maraş katliamının yıkıcı sonuçlarını yaşıyoruz, ağır bedellerini hâlen ödüyoruz. En basitinden, 12 Eylül faşist darbesinin yarattığı etki ve sonuçları yaşamın her alanında hissediyoruz. En önemlisi de Maraş’ın demografisi değiştirildi; siyasi kimliği ve insanıyla oynandı.
Bugün Maraş’ta Alevi varlığı en alt noktalara düşürülmüştür. Aleviler kendi köylerine, memleketlerine ancak yazlıkçı olarak gelebiliyor; metropollere ve yurt dışına çıkmak zorunda kalan Maraşlılar çocukları açısından kimlik ve inanç bakımından gerilemiş; aidiyet duygusu çok zayıflamıştır.
Maraş katliamının diğer olumsuz yansımalarını bir yana bıraksak bile, demografik ve toplumsal zararlar bile bu katliamı “jenosit” (soykırım) kapsamında değerlendirme tartışmasını haklı kılmaktadır.
Beş gün beş gece süren kıyıma ilişkin olarak Orhan Gazi, Ertekin Hüseyin Turan, Aziz Tunç, Ali Rıza Aksın, Garbis Altınoğlu, Hasan Temizsoy gibi birçok ismin kitapları, yazıları; Hamit Kapan, Şeyho Demir gibi katliamı yaşayanların anlatımları, yüzlerce röportaj var.
Tüm bu kitaplar ve çabalar üzerinden Maraş katliamını anlamaya çalışırken, başta demokratik, devrimci, sol güçler olmak üzere bu ülkede yaşayan herkesin vermesi gereken öz eleştiri gerçeğini de açıkça yapma zorunluluğu vardır. İşte böyle bir öz eleştiri zorunludur. İktidarla hesaplaşmak da zorunludur.
Egemenlerin kendisiyle yüzleşmesi ve öz eleştirel yaklaşarak bir hesaplaşma sağlaması kısa vadede hayal görünebilir; bu yüzden hesaplaşma devrimci ve demokratik güçlerin görevi olarak önümüzde duruyor. Elbette hesaplaşmaktan kastımız intikam almak ya da şiddet değildir. Hesaplaşma, işletilmeyen, uygulanmayan hukukun gereğinin yapılmasıdır: Bu katliamda emredici konumda olan egemenlerin rollerinin açıklanması; demokratik hukuk devleti temelinde en alttan en üste kadar sorumluluğu olan herkesin hukuken yargılanmasıdır.
47 yıl sonra ceza verilse ne olur diye düşünmemek gerekir — yaşanan bir insanlık suçudur ve tarihin kara sayfasına işlenmiştir. Öte yandan yüzleşme ve demokratik toplum gerçeğine ancak buradan ulaşılır. Bunu yapmak zorundayız; Maraş’ın hesabı “mahşere, divana” bırakılamaz.
Bugün hâlâ kayıp mezarlar olduğu iddiası ortadayken; katliamın dolaylı veya doğrudan suçluları aramızda dolaşırken; yeni Maraş’ı yaşıyor ve yarının tehlikesi varken, Maraş katliamının hesabı ertelenemez. Maraş bugün, yitik yaşamlar, özüne karşıtlaştırılmış ve susturulmuş seslerle toprağa gömülmüş bir kent haline getirilmişse, hesaplaşma kaçınılmazdır.
Bu hem katliamı işleyen devlet güçlerine, hem tetikçi MHP’ye, hem de katliamın üstünü örten ve kıyımı meşrulaştıran tüm düzen güçlerine karşı yapılması gereken bir mücadeledir. Yukarıda belirttiğimiz hesaplaşma kadar, Maraş’la yüzleşmek ve öz eleştirel yaklaşmak zorunluluğu da başta Aleviler, devrimci-demokratik güçler, aydınlar ve tüm barışseverlerin önündedir.
Korkmadan yüzleşeceğiz ve öz eleştirimizi pratikte vereceğiz ki; yeni Maraş’ların mağduru olmayalım. Hâlen Maraş merkezine girip, yitirdiğimiz canları anamayanların öz eleştirel yaklaşımda olmaları gerekmiyor mu? Uzun yıllar sonra Maraş’ın kenarında sadece anma yapmak bir avuntu olur.
Maraş’ın katilleri bellidir. Bir sinemanın bombalanması sonrası yayılan söylentilerle başlayan ve öğretmenlerin faşistlerle katledilmesiyle tırmandırılan olaylar beş gün beş gece sürdü. MHP’liler ve İslamcılar, çevre iller ve ilçelerden aldıkları takviyeyle kent genelinde Alevi mahallelerine saldırdılar; Alevilerin dükkanlarını, evlerini yaktılar. Beş gün boyunca yaşanan barbarca saldırılar sonucu onlarca Alevi katledildi, yüzlercesi yaralandı.
Bu katliam sonrasında ve hâlâ kimi çevrelerin ısrarla “katliamda devrimciler sorumludur” gibi söylemleri savunması, olayların siyasi yönü yoktur demesi büyük bir yalan ve çarpıtmadır. Maraş katliamının zamanlaması, sonrasında gelen gelişmeler ve ayak sesleri düşünüldüğünde, katliamın her yönüyle planlı olduğu anlaşılacaktır.
Maraş’ın tercih edilmesi bile bilinçli bir tercihtir: Nüfusu Kürt, Türk, Alevi, Sünni, devrimci, faşist kutuplaşması içindeydi. Bu karşıtlıklar ve kutuplaşmalar, Maraş’ı devlet ve emperyalizmin planları için uygun bir hedef haline getiriyordu. Peki devlet neden böyle bir katliama ihtiyaç duydu? Bunun cevabı için o dönemki siyasal konjonktüre ve emperyalizmin Türkiye üzerindeki planlarına bakmak gerekir.
1970’lerde yükselen devrimci kabarışı, egemenlerin çıkarlarına ve emperyalist bağımlılığına karşı bir engel olarak görüldü. Halkın devrimci yükselişi Ecevit maskesiyle düzen içselleştirmeyle durdurulamıyordu; devrimci hareketler halkla buluşuyordu. Amerikancı sermaye ve milliyetçi cephe, halkın yükselişini durdurmakta yetersiz kalınca, Amerikancı-militarist bir yaklaşım ve darbe olasılığı gündeme geldi.
Egemenleri asıl korkutan, devrimci kabarışla birlikte yükselen devrimci Kürt hareketiydi. Başlangıçta küçümsenen ancak gelişme ivmesi artan bu hareket, halkla buluştuğu Maraş–Antep hattında ciddi bir tehditti; Kürtlük, Alevilik, devrimcilik burada birlikte mayalanıyordu ve devletin genetik kodlarına göre açık bir tehlike oluşturuyordu. Bu nedenle, özellikle o bölgede çıkışı bastırmak gerekiyordu.
Bütün faktörler toplandığında, Türkiye’de yükselen Kürt hareketiyle devrimci kabarışı faşist tetikçilerle önlemenin mümkün olmadığı; yeniden bir darbeye ihtiyaç olduğu düşünüldü. Mevcut faşist saldırılar tek başına yetmiyordu; geçmişte toplumsal mühendislik ve kitle operasyonlarında deneyimli olan Türk gladyosu ve Özel Harp Dairesi harekete geçirildi.
CIA ve MİT ilişkileri, kontra-gerilla planlamaları ile Maraş için uygun zemin oluşturuldu. Katliam için özel seçilen Maraş’a kontra-gerilla güçleri gönderildi ve süreç örüldü. Can Dündar’ın yazdıklarında ve Ecevit’le yaptığı görüşmede katliama ilişkin bazı belgeleri Ecevit’in çekmecesinde gördüğünü yazmıştı. Dündar’ın iddialarında, Maraş katliamının kontra-gerilla planlaması ve MİT ilişkisine dair belgeler gördüğünü iddia etmişti.
1986’da Nokta dergisine itiraflarda bulunan polis Sedat Caner gibi isimler, katliamı devlet–MHP ilişkisi çerçevesinde ortaya koyup detayları anlatmıştır. Mahkeme tutanakları ve Maraş’la ilgili kitaplar, kıyımın sorumlusu güçlerin kimler olduğunu göstermektedir. Maraş katliamına ilişkin belgeler ortadayken ve sorumlular belli iken, yargılamayan ve olaylara 5 gün müdahale etmeyen Ecevit hükümeti ile İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı bu katliamın sorumlularındandır.
Devlet adına katliamı önlemediği gibi, katillerin yargılanmasını da engellemişlerdir. Maraş’ta görülen yargılamalar, adi suç kapsamında değerlendirilmiş; göstermelik cezalar verilmiş, sonradan çıkan aflarla çoğu serbest kalmıştır. Davanın baş sanıklarından Ökkeş Şendiller daha sonra vekil yapılmış, ödüllendirilmiştir.
Maraş katliamı davası; siyasi kıyım, kitlesel katliam, kitlesel linç ve insanlığa karşı suç kapsamında değerlendirilmelidir. Ancak egemenlerin organize ettiği bir katliamda katillerin ve tetikçilerin cezalandırılmasını beklemek saflık olur. Bunu sağlayacak olan devrimci-demokratik güçlerdir; ama onlar da bu yönüyle başarılı olamamıştır.
Bu açıdan Maraş katliamının hukuki boyutu bugün hâlâ kapatılmamış bir süreçtir; bu hesabı kapatmak bugünün görevlerindendir. 47 yıl sonra hukuki yollardan mahkûmiyetlerin nasıl bir kazanım olduğu tartışmaya açıktır. Ancak bir de şöyle düşünmeli: Maraş katliamının hukuki anlamda mahkûmiyetinin sağlanması, başta devleti yöneten Ecevit ve yine azmettirici ve karar verici Türkeş, Yazıcıoğlu gibi isimlerin maskelerinin düşürülmesi, gerçek yüzlerinin açığa çıkarılması bakımından bile bir kazanımdır.
Devlet siciline işlenmesi, yüzleşme ve hesaplaşma vesilesiyle demokratik dönüşüme hizmet edebilir. Bu bakımdan da önemlidir. Kıyımdaki Ecevit ve CHP gerçeği Katliamın sorumluları açığa çıkarılacaksa gerçekler tüm çıplaklığıyla konuşmayı gerektirir. eğip bükmeye ama ile başlayan cümleler kurmakla durumu izaha yönelmek sadece gerçeği örtmek olur.
Türkiye siyasi tarihinde kahramanlaştırılan ve lider olarak sunulanların gerçekliği gösterildiğinden her zaman farklı olmuştur. buna örnek verilecekse Türkiye de en başta Ecevit’i konuşmak gerekir. .Ecevit Türkiye sol-sosyalist hareketine sokulan bir hançer ve devrimci kabarışı önlemek için kullanılan truva atıdır. Gerçekte devletin adamı olması rağmen demokrat gösterilmesi tamamen aldatmacadır.
Yayılmacı “Kıbrıs fatihi” “Dağlara kazılan umudumuz Karaoğlan” ve onunla özdeşleştirilen barış güvercinleri bir aldatmanın sembollerinden başka bir şey değildir. O çok demokrat olan Ecevit, devletin ihtiyacı olunca gerici Erbakan MSB’siyle koalisyon yapmaktan sakınca görmez. Umudumuz Karaoğlan Ecevit faşist MHP ile bile koalisyondan çekinmez.
Maraş Katliamında başta olan “ Barış Güvercin Ecevit” kıyımdan 20 yıl sonra 19 Aralık’ta “ hayatı söndürme katliamı” ile bu sefer zindanda ki tutsakların katliamında rol oynamıştır. Yine çok demokrat olan Ecevit yaşarken bir gazeteye verdiği röportajda “ben olmasaydım Türkiye’ye kominizim gelirdi” derken kendi gerçeğini ve sistem içindeki yerini gösterir.
Ecevit gerçeğiyle beraber CHP gerçeği de ortaya konulmayı yüzleşmeyi gerektiren bir zarurettir. ne acıdır ki Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan tüm acılar ve katliamlarda iktidar veya iktidar ortağı olan CHP halen Aleviler, sol sosyalist, demokratlar bu katliamcı zihniyetle yüzleşmeyi başaramamışlardır. CHP’nin o dönemdeki rolü, katliamlarda payı olan aktörlerin kimi kahramanlaştırmalarına kadar varan uygulamaları da sorgulanmalıdır.
CHP ile yüzleşme ve hesaplaşma, bu sürecin başlangıcı olmalıdır. Eğer CHP gerçekten değiştiyse, bunu pratikte göstermelidir. Sadece “Maraş’ı lanetliyoruz” demek yetmez; başta Koçgiri, Dersim olmak üzere Kürt ve Alevi katliamlarını lanetleyip özeleştiri vermek ve bunu pratiğe dökmek gereklidir.
Ne yazık ki Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan acılarda iktidar ve iktidar ortağı olarak konumlanan bazı siyasi aktörlerin yüzleşme ve hesaplaşma iradesi gösterememesi, bu sürecin önünde büyük bir engeldir. CHP’nin geçmişteki uygulamalarını mazur göstermeye çalışanlar; “o dönemin koşulları”, “CHP’nin gücü yoktu” gibi gerekçelerle yüzleşmeyi ertelemeye çalışıyor. Oysa bu tür gerekçeler, katilleri aklayacak argümanlar üretmeye yarar. Bu yüzden gerçek yüzleşme ve hesaplaşma CHP ile başlamalıdır. Eğer CHP gerçekten değiştiyse, bunun somut adımlarını atmalı; aksi hâlde, geçmişle yüzleşmeden toplumun sağlıklı bir şekilde demokratikleşmesi mümkün değildir.
Katliamlarda Ecevit ve CHP yaklaşımı gibi vicdanları yaralayan bir başka nokta ise binlerce insanın katlinde, kıyımlarında payı olan Türkeş, Yazıcıoğlu vb canilerin kahramanlaştırılması devlet adamı muamelesi görmesidir. Bu canilerin ölüm yıldönümlerinde kim Alevi siyasetçilerin CHP’nin bazı Alevi kalemlerin “büyük devlet adamlarıydı, saygıyla anıyoruz vb” caf caflı sözlerle eli kanlı katillere,sahte kahramanlara yapılan güzellemeler kabul edilemezdir.
Çok muteber görülen, gösterilen bu kişilere yapılan güzellemeler aslında siyasilerin aydınların ruh halini gösterir. Tarihiyle gerçeklerle yüzleşmeyen hesaplaşmayan bir toplumsal gerçeklikle yüz yüzeyiz. Yüzleşmekten hesaplaşmaktan korkuluyor. Türlü bahanelerle gerçekliğin üstü örtülüyor katillere katil denmiyor.
Maraş’ın Acısını Yaşayanlar Özelleştirel Yaklaşmalı
Maraş katliamının çarpıtılmaya çalışılan bir yönü de, sorumluluğun devrimcilere yıkılmasıdır. Katliamın sorumluları ortaya çıkmışken, devrimcileri de suçlu göstermeye çalışmak; gerçeği karartma politikasının parçasıdır.
Devletin ve egemenlerin bu politikası dikkate alınmalı; fakat devrimciler de kendi eksik ve hatalarını görmeli, öz eleştiri yapmalıdır. Maraş katliamında gerekli dersler çıkarılmadığı için sonrasında başka katliamlar yaşandı. Bugün de, yarın da benzer tehditlere karşı olgulara ve koşullara zamanın gerektirdiği şekilde yaklaşmak gerekir.
Maraş katliamının yaşandığı zaman ve koşullara bakıldığında, devrimci hareketlerin en büyük eksikliğinin öngörüsüz ve hazırlıksız olması olduğu açıktır. Teorik olarak eksiklik olmayabilir; ama pratikte ortaya çıkan durum bu biçimdedir. Devrimciler adım adım gelen kıyımı görememiş veya görememiş gibi davranmışlardır.
Maraş’ta olumsuzluklar üst üste gelince kapsamlı ve güçlü bir direniş yapılamamış; sınırlı imkânlarla, aile ve halk bazında öz savunma çabalarıyla yetinilmiştir. Bir diğer eksiklik, Maraş’ta var olan direnişin dahi hakkıyla işlenememiş olmasıdır: Ders çıkarılamamıştır. Buradan açığa çıkan gerçek, halkın örgütsüz ve önderlikten yoksun oluşudur.
Öz savunma hazırlığı bilinci olmadığı için halk, faşistlerin barbarlıkları karşısında savunmasız kalmıştır. Bu da halkın yeterince örgütlü olmadığını gösterir. Dönemin koşulları göz önünde bulundurulduğunda, devrimciler yakın çevre illerden —Antep, Malatya, Adıyaman, Pazarcık, Elbistan ve benzeri yerlerden— destek sağlayabilirdi; ama bu yapılmamıştır.
Bu nedenle halk büyük oranda kendi gücüyle direnmek zorunda kalmış ve yoğun karşı saldırılara karşı koyamamıştır. Devrimci demokratların ders çıkarması ve özeleştiri yapması gereken en önemli konu budur. Ayrıca göç eden Maraşlılar gittikleri yerlerde zaman içinde büyük oranda asimilasyona uğramıştır; devrimci demokratlar bu olumsuzluğu engelleyememiştir.
Günümüzde Maraş sorumluluğumuz devam etmektedir. Aradan geçen yarım asra yaklaşan sürede Maraş katliamının sonuçları tamamen ortadan kaldırılmamıştır. Dolayısıyla Maraş katliamının sorumlularının açığa çıkarılarak yargılanması ve Maraş’a her anlamda hesaplaşma getirilmesi bugün de süren bir sorumluluktur.
Maraş bugün büyük oranda sesini yitirmiş ve tek renge bürünmüş haldeyse, sorumluluklarımızdan kaçamayız. Eğer Maraş merkezde yitirilen canları geri getiremiyorsak; Maraş katliamının sorumluları halk nezdinde mahkûm olsa bile hukuki anlamda tüm sorumlular mahkûm edilmemişse, bizim sorumluluğumuz devam eder.
Metropollere ve yurt dışına dağılmış Maraşlıların tümden topraklarına dönmeleri zor olsa da, bulundukları yerde kimliklerini korumaları zayıflamışsa, sorumluluğumuz yine vardır ve bu görev sürmektedir.
Maraş katliamı üzerine çok yazıldı çizildi; ama biraz da kendimize dokunarak, eksiklerimizi görerek, dersler çıkararak yazmak gerekiyor. Tarih, olumsuzluklar ve acılar bizimdir; yaklaşımımızı salt ağıt yakmak, acılar üzerinden konuşmak yerine, acıları tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırmak için mücadeleye çevirmeliyiz.
Bu görevde sorumluluk, başta devrimci demokratların olmak üzere, Maraş’ta yitirilen sesleri tekrar yükseltmek; “Kara Maraş’ı “yeniden Kızıl Maraş yapmak için önce yüzleşme ve hesaplaşma, sonra da mücadeledir.









